Bu yazı her iktidarla iş tutan çıkarcılara yönelik değil. Dini saiklerle Erdoğan’ı ve AKP’yi desteklediğini düşünenlere dairdir. Dindarlarla din tacirlerini ayırmak gerektiği kanaatindeyim.
İyi bir kul, mümin olmak isteyen samimi dindarlar yüz yıl boyunca hep mağdur oldu, ezildi. Örgütlü dindarlar (cemaatler, tarikatlar) ise daha çok zarar gördüler. Tanımlanmamış “irtica” sopası her daim tepelerinde oldu.
Tasavvuf ekolleri eski olsa da cemaatler Cumhuriyet döneminin ürünüdür. Devlet tarafından sürekli baskı gören müminler dinlerini yaşayabilmek, çocuklarına arzu ettikleri ahlakı, eğitimi verebilmek için organize oldular. Buradan dini, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını karşılayan sivil yapılar ortaya çıktı. Azınlık cemaatlere dini, sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için verilen haklar Müslümanlar için yasaklandı. Onlar da “illegal” ilan edilen yapılanmalara gitmek zorunda kaldılar.
Siyasal İslamcılar ve bazı dini gruplar bazı partileri desteklese de örgütlü dindarlar genellikle siyasetle arasına mesafe koymayı tercih etti. Dini grupların bir sivil toplum yapısı olarak siyasi partilerle ilkeler çerçevesinde ilişki geliştirmelerinin mahsuru yoktu. Ama Türkiye’de statüko esas, siyasi partiler geçici olduğu ve dindarlar kolayca “mürteci” olarak yaftalandıkları için, dindarlar bir de parti kimliğinden zarar görmek istemediler. Zira Türkiye’de siyasi aidiyet iktidar değişince cezalandırma sebebi olabiliyordu. Buna rağmen katı laikçi yaklaşımlar nedeniyle baskılandılar, kurumları kapatıldı, hukuk dışı denetimlere maruz kaldılar.
Yaşatılan onca baskıya, hukuksuzluğa, etiketlemeye (irtica-mürteci) rağmen dindarlar inançlarından uzaklaşmadılar. Çünkü mazlumdular ve ahlaki üstünlüğe sahiptiler. Statükonun dışlamasına rağmen toplum dindarları dürüst, hakka-hukuka riayet eden, harama el uzatmayan insanlar olarak düşünüyor, güven duyuyordu. Bu nedenle devletin tehditlerine rağmen kurbanını, derisini, zekatını, sadakasını veriyordu. Yaygın “irtica” yaygarası vardı, ama insanlar çocuklarını endişe etmeden bu kurumlara teslim ediyordu.
Dindarlar eziliyordu, dayak yiyordu fakat saygındı, emin kabul ediliyordu. Kendilerinden hırsızlık, namussuzluk, zulüm umulmuyordu. Bu tablo AKP iktidarı ile keskin şekilde değişti. Zira yozlaşmış, kirli iktidar ile dindarlar arasında örtüşme oluştu. 17/25 Aralık kırılma noktası oldu. Rahatını bozmaktan korkan muhafazakarlar “çalıyor ama çalışıyor” dedi. Dini gruplar ise hak ve adaletin yanında değil, dini söylemleri istismar eden iktidar yanında saf tuttular. 15 Temmuz ile örtüşme daha ileriye taşındı. Artık pek çok dini grubun mensubu kendisini “partinin fedaisi” görüyordu. AKP’nin kirlenmesine paralel olarak toplumdaki “dindar”, “namaz kılan” “başörtülü” algısı da değişti. Dindarlara güven eridi, “elinden dilinden emin olunmayan” kişiler haline geldiler.
Başta gençler olmak üzere etik kaygı taşıyan, biraz eğitimli olup dünyayı okuyanlar artık AKP ile örtüşen Müslümanlardan iğreniyor. “Bunlar Müslümansa ben değilim” diyenlerde patlama var. Zira dünün mazlumları nobran, şımarık, yozlaşmış zalimlere dönüştüler. AKP’li dindarlar harama ve suça bulaştıkça çocuklarını da kaybediyorlar. Bu kesimlerin çocuklarında şu modeller ortaya çıktı:
— Eğitimli, ilkeli, analitik düşünen gençler artık dini kimlikle arasına mesafe koyuyor. Şahit olduğu dindar tipler nedeniyle dine dair her şeyden nefret edip deizme, ateizme yöneliyorlar.
— Sorgulama, düşünme yeteneği olmayanlar fanatik yobazlara, şiddete eğilimli militanlara dönüşüyorlar.
— Bir de dini kimliği, kavramları istismar eden ama ibadetle, inançla, ahlakla ilgisi olmayan çift kişilikli, bohem, “AKP çocukları” var. Kolay ve haram para ile yetişen bu çocuklarda maalesef alkol, fuhuş, uyuşturucu gibi her melanet var.
Dindarlar, münhasıran örgütlü bazı dini gruplar kirlenme pahasına, bilerek ve isteyerek AKP’ye destek verdiler. Erdoğan da onları suçlarına ortak etti, siyasallaştırdı. Ama artık Erdoğan için yolun sonu gözüküyor. Ülkenin önünde 3 ihtimal görünüyor. Bu ihtimallerden hiçbirisi dindarlar için umut vadetmiyor:
1) Diktatörlük: Erdoğan iktidarını sürdürebilmek, mutlak otoriter rejime geçebilmek için 7 Haziran sonrası yaptığına benzer kaos projesine ihtiyaç duyuyor. Bu defa başarılı olamayabilir, zira toplum epeyce uyandı, şartlar değişti. Kendi bürokratları dahi ülkenin Erdoğan’dan kurtulması gerektiğini düşünüyor. Velev Erdoğan gücünü konsolide edip dikta yönetimi kursa dahi, bu yönetimde gerçek dindarlık, erdem, ahlak kalmayacak, sistem münafıklar üretecektir.
2) Eski normaller: Erdoğan gidebilir, Türkiye eski normallere dönebilir. Bu seçenekte yeni bir iktidarla restorasyon dönemi başlayacak, hukuk ve demokrasi yönünde adımlar atılacaktır. Ama bu seçenekte kirli, hukuksuz AKP yönetimine destek veren dindarlar lanetle anılacak ve aşağılanacaktır.
3) Radikal sekülerizm: En kötü seçenek radikal laikçi bir yapının ülke yönetimini ele geçirmesidir. Bu ihtimal gerçekleşirse sadece AKP destekçisi grupları değil bütün dindarları kötü bir kabus bekliyor olacak. 1930’ları aratan baskıcı bir rejim geri gelir ve dindarlar ve dini gruplar için kazıma süreci başlar. Bilerek veya bilmeyerek AKP etkisiyle güç sarhoşu olmuş bazı dindarlar kibirli tavırlarıyla böyle bir döneme zemin hazırlıyor, nefret biriktiriyorlar.
Kirli ve zalim bir iktidara tavır almak için seküler, dini pek çok kesim geç kaldı. Allah’tan bu dönemde zulüm gören dini gruplar var. Bu durum dindarların tamamını AKP ile örtüştürmeye engel olabilir. AKP destekçisi dindarlar bugün zulmettikleri, etiketledikleri gruplara yarın teşekkür edecekler.
AKP ile aynı paydada toplanmış dini gruplar neler yapabilir?
1: Daha fazla gecikmeden AKP ile aralarına mesafe koymalılar, en azından mutlak destekten vazgeçmeliler. Siyasetle ilişkilerini yeniden tanımlayan, ilkeler içeren deklarasyon iyi bir başlangıç olabilir.
2: Zalim bir rejimle birlikte işledikleri günahlara tövbe etmek ve suçlamaları hafifletebilmek için geç de olsa adalet, hukuk, demokrasi, insan hakları vurgusu yapabilirler.
3: İslam’a verdikleri zarar ve destek oldukları yolsuzluklar, zulümler nedeniyle özür dileyebilirler. Kendi tabanlarından başlayarak hatalarını kamuoyuyla paylaşabilirler.
4: Yapılarını meşveret, katılımcılık, hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerine göre tekrar ele alabilir, istismar, yozlaşma kapılarını kapatabilirler.
5: Diyanetten cemaatlere kadar bütün dini gruplar dini misyon ile idari ve ekonomik işleri net şekilde ayırmalılar. Dini misyon yüklenenlerin ekonomik ve idari konularda güç sahibi olması sadece kendilerini yozlaştırmıyor, din algısını da kirletiyor.
6: Önümüzdeki günlerde ortamın daha da ısınacağı, kaos ve kargaşa çabalarının artacağı anlaşılıyor. Örgütlü veya örgütsüz samimi bütün dindarlar dini söylemlere veya din karşıtı söylemlere dayalı her türlü provokatif eyleme, çabaya karşı teyakkuzda olmalılar. (Bu son üç madde bütün dini gruplar için geçerlidir.)
Mevcut halden rahatsız olan dini gruplar veya dindar aydınlar Peker’in ifşaatları sonrası kirli AKP ile yollarını ayırmak için fırsat yakaladılar. “Bu kadarını bilmiyorduk!” diyerek bu sarmaldan belki kurtulabilir, kendilerine yönelecek eleştirileri kısmen azaltabilirler. Ama bunu başarmaları oldukça zor. Zira yönetici kadrolar güce, konfora, kolay paraya çok alıştılar. Kendilerini “devlet” sanmaya başladılar. MİT’in ve iktidarın operasyonlarıyla pek çok cemaat yapısında tarlanın sürüldüğünü biliyoruz. Tabanları, belki bazı yöneticileri istese de bu dini grupların devletin karanlık kesimleriyle bağlarını koparması zor. AKP gitse, devran değişse de statükonun bu grupları bırakacağını sanmıyorum. Ama pek çok dini grubun tabanında yozlaşma ve kirlenme nedeniyle sorgulamanın hızlanacağından eminim.
Görünen o ki Batı’da Kilise’nin yozlaşması nasıl sekülerleşmeye neden oldu ise, bizde de din istismarı benzer sonuçlar doğuracak. “Dini yayacağız!”, “Ahlaklı nesiller yetiştireceğiz!” diye yola çıkan dini gruplar AKP ile kurulan ortaklık nedeniyle adaletsizliği, haramı yayan, insanları dinden nefret ettiren yapılara dönüştüler. Dünün mazlumu (bazı) dindarlar iktidarla bir olup müminlerin emeklerini heder etti, umutlarını tükettiler.
Güçlü bir tövbe etmezlerse yarın çocuklarının yüzüne de bakamayacaklar!
Mahmut Akpınar / TR724