YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Reza Zarrab’ın itiraflarında da aynısı olmuştu.
Yıllarca ‘Hükümet-Cemaat kavgası’ denilerek üstü örtülmeye çalışılan gerçekler bizzat olayın aktörü tarafından itiraf edilince sözüm ona aydın, demokrat, liberal bir takım çevrelerde hazımsızlık baş göstermişti.
Ben de ‘gerçeklerin gerçek olduğunun ortaya çıkmasını’ hazmedemeyenlere dair “Cemaat temize çıkarsa korkusu” başlıklı şu yazıyı kaleme almıştım.
Benzeri bir durum Sedat Peker’in itiraflarında da yaşanıyor.
Neredeyse ‘derin devlet’in elinde büyümüş olan Sedat Peker “Bir tripod bir kameraya yenileceksiniz” diyerek çıktığı yolda tarihi itiraflarda ve ifşaatlarda bulunuyor.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Günlerdir Kürt işadamlarının infazından gazeteciler Uğur Mumcu ve Kutlu Adalı cinayetlerine, kokain ticaretinden silah kaçakçılığına Erdoğan ve iktidar ortaklarının işlediği suçları konuşuyoruz.
Aslına bakılırsa Peker bilmediğimiz bir şey söylemedi.
İfşa-itiraf ettiği her şeyi biz zaten yıllardır anlatıyoruz, delilleriyle birlikte ortaya koyuyoruz.
Peker’in anlatımları ve ifşaatları tabi ki önemli.
Öncelikle ‘içeriden’ birisi olarak konuşuyor. Şu ana kadar itiraf ve ifşaa ettikleri bizim bildiğimiz, anlattığımız, savunduğumuz gerçekleri bir kez daha teyit etmiş oldu.
Bu aşamada dönüp o gerçekleri tekrar anlatacak değilim. Gelmek istediğim başka bir yer var.
Peker’in videoları girişte hatırlattığım yazımda da anlattığım gibi kendilerini aydın, demokrat, liberal vs. tanımlayıp faşizmin dibine vuran, bağnazlığın kitabını yazan kitlelerin makyajını da döktü.
Bir avuç polis, savcı, hakimin (hatta onların eş ve çocuklarının) cezaevinde çürümeyi göze alarak ortaya çıkardıkları rezaleti şimdi birbirlerini kötülemek için itiraf ediyorlar.
Sedat Peker AKP iktidarının ‘MİT Tırları’ diye sosladığı olayın aslında adi bir silah kaçakçılığı ve El Kaide uzantılı terör örgütlerinin desteklenmesi olduğu gerçeğini teyit etti.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Peker’e sallarken “Benden önceki bakanın evinde para kasaları vardı” diyerek 17-25 Aralık operasyonlarını teyit etti.
Eski Başbakan Binali Yıldırım, oğlunun Latin Amerika seyahatlerine kılıf bulmaya çalışırken hakkındaki iddiaları da doğrulamış oldu.
Hatta daha önce gündeme gelen liman yolsuzluklarını da hatırlattı.
Devrik Başbakan Ahmet Davutoğlu nadiren imkan bulup çıkabildiği ekranlarda kendini övmeye çalışırken “Ben olsaydım 15 Temmuz olmazdı” mealli açıklamalar yaptı. Silah kaçakçılığı ile ilgili “Benim dönemimde illegal bazı şeyler yapılmışsa peşine düşülmüş ve gereken yapılmıştır” dedi.
Bu arada, Davutoğlu AKP’ye geri dönme umudunu kaybetse çok şey anlatacak, itiraf edecek ama henüz Erdoğan sonrası partinin kendine teklif edileceği beklentisini koruduğu için dilini tutuyor.
Örnekleri uzatmak, çoğaltmak mümkün.
Ama işin özü şu: Gerçeklerin gerçek olduğunun ortaya çıkması için bunlara bile ihtiyaç yoktu.
Başta Erdoğan ve AKP kurmayları, parti yöneticileri hatta partiye oy veren milyonlar, muhalefet partisine mensup milletvekilleri ve gazeteciler temel tartışma konularının doğruluğunu biliyor.
Bir kısmı çıkar, bir kısmı ideolojik saplantılar bir kısmı da gizli ajandaları nedeniyle bildikleri gerçeği bile itiraf, ifade edemiyorlar.
Mesela son Suriye’ye giden silahlar meselesinde de böyle oldu.
Bazı muhalif siyasiler ve gazeteciler hemen Erdoğan rejiminin silah kaçakçılığına vurgu yapmaya başladılar.
Konuya manşete taşıyan Can Dündar’ı kahraman ilan ettiler.
Can Dündar böyle bir haberi manşete taşıdığı için övgüyü hak ediyor ama bu operasyonları yapan ve yaklaşık 7 yıldır hapislerde çürüyen polislerin, jandarmaların ve savcıların hakkını teslim etmek gerekmez miydi?
Ortada bir silah kaçakçılığı varsa, El Kaide uzantılı bir terör örgütüne silah transferi yapılıyorsa ve işin içindeki birisi çıkıp bunu itiraf ediyorsa yıllardır hücrede tutulan bir isimlerin tahliye edilmesi, dosyanın yeniden ele alınması gerekmez mi?
Asgari akıl, ahlak, hukuk bunu gerektirmez mi?
Ama yok!
Başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinde ve sözüm ona bağımsız-özgür gazetecilerde “17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının nimetlerinden yararlanayım, iktidarı yıpratayım ama operasyonları yapan polislere savcılara terörist demeye devam edeyim” iki yüzlülüğü var.
‘MİT Tırları’ denen olayda da aynısı var.
“Erdoğan ve iktidar bileşenlerini silah ticareti üzerinden vurayım ama cezaevinde çürümeyi göze alarak bu operasyonlara imza atan kamu görevlilerini görmezden gelmeye devam edeyim” yüzsüzlüğü tam gaz devam ediyor.
Oysa ki Zarrab’ın itiraflarından sonra ehli vicdan sahibi herkesin “Bu polisler neden hapiste?” demesi gerekirdi.
Aynı şekilde Sedat Peker’in itirafları sonrası “Bize vatan millet edebiyatı yaptığınız olay silah kaçakçılığıymış, görevini yapan askerler, savcılar neden hapiste?” demeleri gerekirdi ama yine yapmadılar.
“Cemaat temize çıkarsa korkusu” başlıklı yazımda anlattığım gibi.
Bu kesimlerin korkusu ‘Cemaatçi’ diye burun kıvırdıkları ‘terörist’ yaftası taktıkları kişilerin haklılığının ortaya çıkması. Yoksa operasyonlara konu olan iddiaların gerçek olduğunu onlar da biliyorlar.
Tam da bu noktada kritik bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Son anketlere göre halkın yüzde 75’i Sedat Peker’in anlattıklarının doğru olduğuna inanıyor.
Bu durumu Peker’in ‘içeriden birisi olarak’ konuşmasıyla açıklamak yetmez.
Zira halk iddialara konu olan olayların gerçeğini biliyor. Ya korkudan ya çıkardan ya da ‘neme lazımcılık’tan sesini çıkartmıyor.
Peker’in ifşa ve itiraflarına dair kritik bir noktaya daha geleceğim ama bu aşamada bir parantez açmam şart.
Her olayda ‘hakikati belirleme rolü’ olduğunu zanneden Ruşen Çakır başta olmak üzere sözüm ona bir grup bağımsız, eleştirel gazeteci sürgündeki bir avuç gazetecinin Youtube yayınlarına takmışlar.
Neden rahatsız olduklarını tahmin etmek zor değil.
Her türlü zorluğa rağmen benim de aralarında olduğum bir avuç gazetecinin hazırladığı dosyalar yüzbinlerce kez izleniyor.
Çünkü halk yalandan bıktı.
Bizim izleniyor olmamız hakikati söylüyor olmamızdan kaynaklanıyor.
Uyuşturucu kaçakçısından kirli devletin kiralık katillerine kadar herkesi ekrana çıkartarak reyting yapmaya çalışanlar bizlerin hakikatleri konuşarak yüzbinlere ulaşmamızdan çok rahatsız oluyorlar.
Onlar rahatsız olmaya devam etsinler çünkü biz gazetecilik yapmaya devam edeceğiz.
Gelelim Peker videolarındaki kritik bir noktaya.
Peker bu videoları etik ahlak kaygısıyla yapmıyor. Zaten kendisi de bunu açık açık söylüyor.
Bugüne kadar çok önemli itiraflarda bulundu. Ancak anlattıklarını alt alta yazdığınızda, iktidar cenahının çok sevdiği tabirle ‘büyük resme’ baktığınızda Peker’in itirafları kadar anlatmadıklarının da özenle seçildiğini görebiliyorsunuz.
Peker ince bir hesapla ‘kirli işleri belli kişilere adresleme’ yapıyor.
Mesela Mehmet Ağar ve ekibine havale ettiği işler, Binali Yıldırım ve ekibine havale ettiği işler, Berat Albayrak ve Pelikan’a havale ettiği işler…
Türkiye’deki pis işleri tek bir yere fatura ediyor ama gerçekte bu pis işlerin içinde olan temel yapıyı gözden kaçırıyor.
‘Derin devlet’ veya ‘Ergenekon’; adına ne derseniz deyin, Peker, bahsettiği kirli işlerin büyük bir kısmında imzası olan yapıyı özenle ayrı tutuyor.
Toplumu ve uluslararası arenayı ilmek ilmek işliyor. Bir bakıma ‘Erdoğan sonrası’ için sahayı temizliyor.
Peker’in kişiliğini, geçmişini, ilişkide olduğu (Veli Küçük gibi) isimleri düşünürseniz bu durum şaşırtıcı değil.
İtirafları, ifşaatları dinlerken bu noktayı gözden kaçırmayın derim.
Kaynak: Tr724