YORUM | CEMİL TOKPINAR
“Gönül bir dost ister” başlıklı yazımızda işlemeye başladığımız “dostluk” konusunu bugün de sürdüreceğiz.
Dostluğun olmazsa olmaz şartı “paylaşım”dır. İnancı, ideali, hizmeti, ibadeti, duayı, sevgiyi, zamanı, imkânı, mekânı, derdini, sevincini, malını, canını; kısacası meşru olan her şeyi paylaşmanın adıdır dostluk. Hatta dost, paylaştığında büyük hisseyi dostuna verir. Çünkü kendinden çok dostunu düşünür. Karşılığında sadece Rabbin rızasını, dostun duasını bekler. Paylaşmaktan hoşlanmayan veya paylaşmayı bilmeyenler, yağmur adam misali yalnızlığı seçenler dostluk kuramaz, iyi bir dost olamazlar.
Dost, dostun gözü kulağı, eli ayağı, ruhu ve yüreği gibidir. Dostlar, iki bedende yaşayan bir ruha benzer. Dostların olaylara bakışı, değerlendirmesi birbirinin aynıdır. Gözler gibi iki bakar bir görürler. Dost dostunun, derdine, çilesine, sevincine, mutluluğuna, hastalığına, sağlığına, gözyaşına, tebessümüne, sırlarına ve açıkladıklarına şahit ve ortaktır. Bunun için de sıkı bir irtibat, güçlü bir iletişim, mükemmel bir sadakat ve vefa gereklidir.
Belki de bu yüzden Allah Resulü (s.a.v.), Kur’an’ın zaten kardeş yaptığı Ensar ve Muhaciri birbiriyle eşleştirerek tekrar “kardeş” yapmıştır. İkinci kardeşliğin anlamı, “dostluk”tur; birbirinin “her şeyi” olmaktır. Çünkü herkes herkesin her şeyi olamaz. Bu ancak bir veya birkaç kişi olabilir. Sahabeler öyle özenilecek bir dostluk yaşamışlardır ki, birbirlerine mallarını, canlarını, izzet ve şereflerini vermekten çekinmemişler, kendileri aç uyuyup akşam yemeklerini kardeşlerine ikram ederek Kur’an’ın şu övgüsüne mazhar olmuşlardır: “Kendileri muhtaç oldukları halde kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler.” (Haşr Sûresi: 9)
Hatta Yermuk Savaşından sonra yaralıların arasında gezen bir sahabe, ölüm anında, içeceği bir bardak suyu bile kardeşinin içmesini isteyecek kadar vefakâr üç sahabeye şahit olur. Şehadet şerbeti daha erken davranmış, o bir bardak suyu içememişler; ancak ebediyete kadar anılacak eşsiz bir dostluk örneğine imza atmışlardır. Bu ne yüce bir dostluk ki, ömrünün son saniyelerinde bile kardeşini tercihte bir an tereddüt etmiyor.
İşte gerçek dostluk, sahabe hayatını dünyamıza taşımaktır. Onların hayatlarını bir macera romanı gibi okuyup gözyaşı dökmek yetmez. Asıl hüner, bir Bilâl, bir Huzeyfe, bir Mus’ab, bir Cabir gibi davranış sergilemektir. Çünkü onları yücelten, yüce davranışlarıydı. Kimi zaman sahabe hayatına özenip, “Keşke onların yerinde olsaydık” diye iç geçirdiğimiz olur. Oysa bugün de nice kahramanlık, vefakârlık, diğerkâmlık, îsar, feragat örneklerini sergilemek mümkün. Kim sahabeye benzemek isterse, işte meydan buyursun, benzesin!
Aslında bizim dostluk gereği kabul ettiğimiz nice davranış, sahabelerin öğretmeni için sıradan sayılırdı. Zira dostluğun zirvesini yaşayan Peygamberimiz (s.a.v.), birine borç para vermek, bir ihtiyacını gidermek, bir işine yardım etmek, kendi yiyeceğini bağışlamak gibi güzellikleri, sadece yakın dostlarına değil, bütün müminlere uygulayacak kadar yücelerdeydi.
Bunun için sahabeler onu canlarından bile fazla sever, savaşta ona gelen oklara kendilerini hedef ederlerdi. Günümüz insanının bir tane bulmakta zorlandığı candan dostların binlercesi onun etrafında pervaneydi. Çünkü o Yüce Nebi (s.a.v.), her şeyini dostlarıyla paylaşır, her yerde onları anar, gözyaşıyla dualar ederdi.
Demek iyi dostlara sahip olmak için önce “iyi bir dost” olmak gerekiyor. Kim çevresinden hakkıyla dostluk göremediğini söylüyorsa, önce kendi dostluğunu sorgulasın.
Şunu da rahatlıkla söyleyebiliriz: Kimin can dostu, candan dostu çok ise, o derece dostluğa lâyık bir ulu kişi demektir. Yoksa “Hep dostlarım için fedakâr oldum, hep çıkar için yanıma geldiler, her defasında aldanan ben oldum. Artık kimseye güvenim kalmadı” yakınmasından, hem bencillik, hem de beceriksizlik çıkmaktadır. Çünkü dostu seçmek de, dostluğu sürdürmek de bir sanattır, beceri ve gayret ister. Her tanıştığımız, her hoşlandığımız kişi, iyi bir dostluk kurmaya lâyık olmayabilir. Dostumuz olacak kişi, inancı, ahlâkı, paylaşımcılığıyla dikkat çekmeli, bizim mizacımız ve dünyamızla örtüşmelidir.
İyi bir dostluk, neyi, nerede, nasıl yapacağını bilmeyi gerektirir. Dostlarımızın hepsinin seviyesi aynı olmaz. Her dosta eşit derecede fedakârlık gösterilmez. Her dostun bir “başarı karnesi” bulunmalıdır. Bu karnede dostlukla ilgili belki yüz konuda dostunuza notlar vermelisiniz. Davranışlarınızı, toplam puana göre ayarlayın. Bazen bir derste zayıftır, o hususta ihtiyatlı olursunuz, ama başka bir konuda çok iyidir, o alanda rahat davranırsınız. Söz gelişi, sır saklamakta güvenemiyorsanız sırrınızı vermezsiniz, ama borcuna sadıksa sonuna kadar desteklersiniz. Tabiî bazen öyle bir iyi özelliği olur ki, hiçbir kusurunu görmez, onun hatırına birçok fedakârlığa katlanırsınız. Bilhassa şu vefasızlık deryasında arayıp soran ve yardımcı olan dostun vefası her türlü takdirin üzerindedir.
İşte bu inceliklere dikkat etmeyen kimseler, ya dost seçiminde hata yapar ya da bir hatasında dostlarını sildiği için hiç kimseye güvenmez. Oysa dostlarımıza hoşgörü, anlayış ve afla davranmak, onları “dostluk karnelerindeki toplam puana göre değerlendirmek” gerekir.
İYİ DOST KÖTÜ GÜNDE BELLİ OLUR
Dostluk her zaman lâzımdır. Ancak dostluk ihtiyacı en fazla sıkıntılı günlerde hissedilir. Şefkatli bir dostun tesellisine ve desteğine en çok ihtiyaç duyulan zamanlar, musibet anlarıdır. En yakınların ölümleri, kazalar, afetler ve hastalıkların acısı, ancak dostlarla hafifleşir. Acılı günlerinizde bir veya birkaç dostunuz vardır ki, gölgeniz gibi sizin yanınızdan ayrılmaz.
Dostlar olmazsa Fuzulî gibi şöyle demek kaçınılmazdır:
Ne yanar kimse bana, ateş-i dilden özge,
Ne açar kimse kapım, bâd-ı sabadan gayri
Aslında böyle durumlarda sadece dosta değil, bütün müminlere yardım etmek gerekir. Ancak söz konusu dost olunca yardım ve desteğin, günü, sınırı, zamanı yoktur. Âdeta o musibete siz uğramışçasına paylaşmak, omuzlamak, verici olmak şarttır. Söz gelişi, anne babası, eşi veya çocuğu vefat eden bir dostunuz için cenazeye katılmak, taziyede bulunmak yetmez. Onun yanından günlerce ayrılmamak veya sık sık ziyaret etmek, hatim ve dua programları yapmak, işiyle veya eviyle ilgili yapabileceğiniz görevler varsa yerine getirmek, geri almayı hiç düşünmeden maddî destekte bulunmak, onun acılarını azaltır, inşirah ve sekineye vesile olur. Dostun yüreğine düşen acı, sizin yüreğinizi de yakmalı, onu huzurlu ve mesut görmeden asla rahat ve sükûn bulmamalısınız.
Dost sadece dostun acısıyla değil, çevresinin bilhassa ailesinin derdiyle de dertlenmelidir. Zira “Bir göz için çok gözler sevilir.” Dostun dostu, sizin de dostunuzdur. Özellikle dostunuzun ölümü durumunda, gerideki ailesine ailenizle birlikte destek olmanız, tam bir vefa ve kadirşinaslık örneğidir.
KARZ-I HASEN KARNEMİZ GİTTİKÇE KÖTÜLEŞİYOR
Bugün dostlukla ilgili önemli bir imtihan, borç para alıp verirken görülmektedir. Dostuna borç vermekten asla çekinmeyen, ödeme günü geldiğinde hoşgörülü olan, hatta alacağından vazgeçenler olduğu gibi, dostu ihtiyaç içinde kıvranırken kışlığa yazlık ekleyen ya da lüks araba peşinde olanlar da var. Nice dostlar var ki, yardım isteyen arkadaşına karşı lüks harcamalarına para yetiştirememekten yakınıyor. Böylesi bir vefasızlığa uğrayanlar, “Öyle acındırdı ki, neredeyse ben ona yardım edecektim” diye acıklı bir espri yapmaktan kendilerini alamıyorlar.
Dostunuz aldığı borcu geciktirmiş olabilir. Belki defalarca ertelemesi de mümkündür. Borçlu sizseniz, sözünüzü yerine getirmek için çırpının. Ama dostunuzsa, hoşgörüyle onu anlamaya çalışın. Acaba maddî sıkıntısının boyutu, sandığınızdan daha mı büyük? Özellikle işsizlik, iflas, işlerin kesat gitmesi, işe son verilme, yeni yatırımların beklenen neticeyi vermemesi, yeni bir ev veya araba alması gibi durumlarda dostunuzun desteğe, daha çok desteğe ihtiyacı vardır. Hele bu hususta başkalarına dert yanmak, onu ayıplamak, gıybetini yapmak, kendi elimizle dostluk bahçesini yangına vermek gibidir.
Dostunuzun apaçık israfı mı var, hesapsız harcamalara mı girişmiş, hatta lüks masrafları mı bulunuyor? Demek ki sadece maddeten değil, istişare ve rehberlikle manen de yardım etmeniz gerekiyor. Peygamberimizin (s.a.v.), “Kim bir mümin kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birisini giderir” müjdesinin önemi böyle zamanlarda daha iyi anlaşılıyor. Belki dostlarınızın bir derdine çare bulmak için çok çırpındınız, belki sıkıntılara girdiniz. Olsun. Sizin niyetiniz halis. Ahiret sıkıntısını dünyada hafif bir sıkıntıyla atlatan, zararda değil, kârdadır.
Dostlarının sıkıntılı zamanlarında onların imdatlarına koşan, her şeyden önce Allah’ın rızasını kazanarak Cennetteki ebedî saadetine yatırım yapmaktadır. Ama doğrudan istemeseniz de bunların dünyaya bakan yönü de vardır. Çünkü kim dostları için seferber olursa, dostları da muhtaç olduğu bir gün onun yardımına koşar.
Bir sonraki yazımızda bu konuyu tamamlayalım inşallah.
Kaynak: Tr724