HDP İzmir İl Başkanlığı’na saldırı 23 yıl öncesini, dönemin İHD Genel Başkanı Akın Birdal’ın ofisinde kurşun yağmuruna tutulmasını hatırlattı. Peki, o günden bugüne neler değişti? Akın Birdal, DW Türkçe’ye değerlendirdi.
İzmir’de HDP İl Başkanlığı binasına 17 Haziran Perşembe günü silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıyı düzenleyen ve binada bulunan Deniz Poyraz’ın ölümüne neden olan Onur Gencer ise çıkarıldığı nöbetçi sulh ceza hakimliğince tutuklandı.
Onur Gencer, emniyette verdiği ilk ifadede, binada kaç kişi bulunursa bulunsun öldürme niyetiyle içeriye girdiğini söyledi. DW Türkçe’nin ulaştığı emniyetteki ilk ifadesinde Gencer’in, “Buraya PKK’lıların geldiğini düşündüğümden herhangi bir ayrım yapmıyorum. Başka kişiler de olsaydı onlara da ateş edecektim” dediği öğrenildi.
HDP’ye yönelik saldırı daha önce muhaliflere yönelik saldırıları hatırlattı. Onlardan biri de 1998’de, dönemin İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı olan Akın Birdal’a yönelik saldırıydı… Akın Birdal, bundan tam 23 yıl önce ofisine gelen iki kişi tarafından kurşun yağmuruna tutulmuştu. Ağır yaralı olarak kurtulan Birdal’a yönelik saldırının yaşandığı dönemdeki hedef gösteren söylem ile bugün gündeme ve siyasete hakim olan söylem arasında benzerlik kuruluyor.
DW Türkçe’ye değerlendirmeler yapan Akın Birdal, “O gün bizim saldırının failleri ve azmettirilenleri açığa çıkarılıp, yargılanıp, mahkûm edilmiş olsaydı sonradan Hrant’a, Tahir’e uzanmayacaktı bu cinayetler-saldırılar” dedi.
Muhaliflere ve muhalefet partilerine yönelik saldırıların sonuncusu HDP’ye yönelik oldu. Siz bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, bence Cumhuriyet tarihinin hem siyasal hem ekonomik hem toplumsal hem de kültürel olarak en ağır dönemini yaşıyor. Demokrasiden, insan haklarından, adaletten bu denli uzaklaşılmamıştı. Ve rejim insan hakları, adalet ve demokrasi açısından alarm veriyor. O nedenle hukuk dışılık cesaretlendiriliyor, ödüllendiriliyor ve cezasız bırakılıyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bugünün, yine başka örnekleri var, siyasi iktidarlar içine düştükleri krizi aşabilmek için bazen kendi yapamadıklarını hukuk dışı yapılara yaptırıyorlar. İşte devlet-mafya-siyaset, devlet-mafya-medya… Bunun örnekleri var. O günden bugüne de bir yüzleşme olmadığı için o yapılar korunuyor. Son dönemde ayrıştırıcı, çatıştırıcı dil, nefret dili bu tür bir saldırıyla, suikastla karşı karşıya kalınacağını gösteriyordu. Bunun işaretleri vardı. Ne yazık ki İzmir il örgütünde böyle büyük bir acı yaşandı ve Deniz Poyraz umutlarıyla beraber yok edildi. Ama onun ardında tabii umut daha da kabarıyor, daha da yükseliyor. Her saldırı sonrası yapılan açıklamaların bir benzeri artık olmamalı. Bu süreçte bu saldırının mesajı daha farklı. Bu mesajı iyi okumak gerekiyor. Demokrasiye, Cumhuriyete, huzura kurşun deniliyor. Hangi demokrasi kaldı, hangi huzur kaldı bu ülkede, hangi adalet kaldı? “Ben yaptım oldu” diyen bir anlayışla karşı karşıyayız ve dünkü saldırı ırkçı, faşist bir saldırıdır. Bunun ardının geleceği de görülmelidir.
Bu saldırıyla bir zemin mi hazırlanmak isteniyor?
Kuşkusuz. Örneğin bu saldırının olduğu günlerde 21 Haziran’da HDP’nin kapatılmasıAnayasa Mahkemesi’nde ele alınacak, Kobani davası sürüyor ve savunma-adil yargılanma hakkı açısından ne yazık ki bu hak yerle bir ediliyor. Bence bütün toplumsal muhalefete de hem siyasal hem toplumsal muhalefete de bir gözdağı… Siyasi iktidar bu sıkışmışlıktan toplumu kutuplaştırarak, bir çatışma ortamı yaratarak çıkacağını sanıyor. O nedenle bence bütün toplumsal ve siyasal muhalefet “Ne yapmak gerekir?” sorusuna cesaretle ve kararlılıkla yanıt aramalı ve bir yol haritası çıkarılmalı. Aksi takdirde bu tür organize cinayetlerle ve saldırılarla karşılaşmamız sürpriz olmayacak. Provokasyon diyorlar, bu provokasyonu yapan yine o provokasyon alanını yaratan bu saldırıyı yapanlar ve onlara bu zemini hazırlayanlardır.
Muhalefete yönelik gözdağından bahsettiniz. Bunu açabilir misiniz?
Suikastlar sadece o kişinin yaşamına son vermiyor. Ya da sadece onun üzerinde bir caydırıcılık rolünden çok bulunduğu kuruma, çevresine, yol arkadaşlarına ve bütün topluma gözdağı vermek istiyor. Zaten sorunumuz insan hakları açısından, “korkudan ve yoksulluktan kurtulma özgürlüğü” diye insan hakları terminolojisinde önemli bir bildiri var. İşte bu korkuya ve yoksulluğa teslim olmamak gerekiyor. Şimdi korkuyu egemen kılmak ve Türkiye’nin üzerinin sisle örtülmesi isteniyor. Sisle örtüldüğü zaman gerçekler görülmeyecek sanılıyor. Burada en önemlisi hukukun güvenliğinin ve güvencesinin insanların üzerinden kalkmış olması. Bir ülkede hukukun üstünlüğü ve herkes için hukukun güvencesi ortadan kalkmışsa bu tür mafyatik çeteleşme, her türlü saldırılarla karşı karşıya kalınır. O nedenle gerçekleri araştırma ya da hakikat adı altında, Meclis’te değilse bile dışarıda bir yüzleşme komisyonu oluşturulmalı. Bütün bu olup bitenler yargılanmalı. Unutmaya karşı bir bellek oluşturmak gerekiyor. Diğer saldırıların sonucu gibi bu da unutturulup, üstü kapatılmamalı. Bakın, benzeri şeyler var. Kapıda güvenlik olduğu halde seyirci kalıyor. Siyasileri ve muhalefeti hedef gösteren mesajlar ve ayrıştırıcı nefret dili kullanılıyor. Organize suç örgütlerinin ortaya koyduğu bütün hukuk dışılık sergileniyor. Medya tetikçilik yapıyor, hedef gösteriyor. Bu işe bulaşan insanlarda da salıverileceği güvencesi var. Geçmişteki birçok saldırının failleri dışarıda. Bu failler ve azmettiricileri açığa çıkarılmadığı için diğer tetikçiler ve bu tür faşist güruh her zaman bu tür alçakça saldırılarda bulunabilecekler. Türkiye bence ne yazık ki raydan çıktı, dray yaptı. Tekrar rayların üzerine oturtacak çok örgütlü, organize toplumsal muhalefetin gücü ve kararlılığı gerekiyor.
Hedef gösterilmekten bahsettiniz. Siz de 1998’deki saldırıdan önce hedef gösterilmiştiniz. O dönemlerde de derin devletten, hedef gösterilmeden, faili meçhullerden bahsediliyordu. O günle bugünkü atmosferi karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Bugün daha kötü. O gün bu tür saldırıları, faillerini açığa çıkarabilecek Cumhuriyet Savcıları vardı. Bir şeylerin izinden gidilebiliyordu. Ama bugün halkın savcıları, halkın yargısı, adaletin gücü nerede? O günlerle yüzleşilmiş olsaydı… Örneğin kontrgerilla, Gladyo, JİTEM ve benzeri şeyler… Bizim saldırının ardından da Türk İntikam Tugayı diye bir imza bıraktılar. 13 kişi açığa çıktı, tutuklandı. Ne oldu? 9 ile 19 yıl arasında hüküm giydiler ve iki buçuk yıl sonra da şartlı salıverilmeyle cezaevinden çıktılar. Sonra onların adı birçok yerde yine geçiyor. Birkaç gün önce Sezgin Baran Korkmaz’ın çok yakını ve bu alışverişleri onun adına yapan, benim de suikastta adı geçen Zakip Selvi… Bunların hepsi dışarıda… Yani Türkiye’de bütün suç örgütleri ve suçluların doğrudan birbirleriyle ilişkileri var. Aslında o yumağın ucunu tutup çekecek kararlı bir irade, cesaret ve örgütlü bir güce gereksinim var. Aksi takdirde bu balçık daha da yoğunlaşıyor. Türkiye tarihinde bu tür kara sayfalar aşılmıştır, çok çevrilmiştir ve mutlaka yeni bir sayfa açılacaktır.
Bizim saldırının failleri ve azmettiricileri açığa çıkarılıp, yargılanıp mahkûm edilmiş olsaydı sonradan Hrant’a, Tahir’e uzanmayacaktı bu cinayetler, saldırılar… Deniz Poyraz’a yapılan bu saldırıyı herkes kendisine yapılmış olarak kabul etmeli ve ortak bir refleks gösterilmeli. Bu ülke kimsenin babasının çiftliği değil. O nedenle yeniden demokrasiyi inşa edecek ve gerçekten o yargıya tekrar Cumhuriyeti ekletecek bir irade ortaya koymak gerekir. Muhalefetin de burada kendisini sorgulaması gerekiyor. Ve hayata dair, temiz bir topluma dair, demokratikleşmeye dair, ekosistemin iyileşmesine dair mecliste her verilen araştırma önergesinin reddedilmesini değerlendirmek durumundadırlar. ‘Bu günler iyi günler, bu günleri de arayacaksınız’ denildi bir siyasi parti liderine, biz bunu hepimize yapılmış bir tehdit olarak algıladık. O nedenle oradaki muhalefet de Kürtlere yapılan bu saldırıyı kendilerine yapılmış olarak algılamalı, kabul etmeli. Kürt sorununda kafalarını, zihinlerini özgürleştirmelidirler. Bu ülkede Kürt halkı olmadan barış olmaz. Kürtlersiz demokrasi olmaz. Demokrasi olmazsa ekmek de iş de olmaz. O nedenle bu saldırıya topyekûn bir direnme bloku oluşturmak zorundayız. Bugün yapılabilecekler yarın yapılamayabilir.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – ADNAN AĞAÇ