HABER MERKEZİ – Milliyetçi cephenin Kürtlerin nefes almaması için her yola başvurduğunu, fakat bu siyasetin ömrünün çok uzun olmadığını söyleyen Kürt siyasetçi Ahmet Türk, Mesut Barzani’ye “Kürtler artık kardeşlerine asla silah çekmeyecek” sözünü hatırlattı.
Türkiye’yi 18 yıldır yöneten AKP’nin dayandığı iktidar zemini ile bugüne dek açık ve örtük biçimde izlenen politikaların kısmi dökümü bir süredir Sedat Peker’in ifşaatlarıyla ortaya serildi. Bu ifşaatlar karşısında kendi tabanını bile artık ikna edemeyip, başta ekonomi olmak üzere her alanda yaşanan kriz nedeniyle çıkmaza giren AKP, bu halini bile ittifak kurduğu MHP ile birlikte Kürt sorununa yönelik çözümsüzlük politikalarıyla perdelemek istiyor. Bu amaçla HDP’nin kapatılmasına ve sınır ötesine uzanan askeri operasyonlara başvuruluyor. Milliyetçi söylemler etrafında çalınan savaş tamtamları arasında KCK’ye heyetler gönderildiği yönünde yansıyan bilgiler ise, AKP’nin izlediği politikanın bir diğer yüzü.
Hem içte hem dışta sıkışan AKP iktidarı, Libya’dan Doğu Akdeniz’e, Suriye’den Mısır’a birçok konuda geri adım atarken, hepsinde de “Kürt kartını” ileri sürdü. “Kürtler konusunda ses etmeyin, ne isterseniz yaparız” noktasına gelen AKP iktidarı, tarihten bu yana birçok kez devreye konulan “Kürdü Kürde kırdırtma” politikalarına sarıldı. Federe Kürdistan Bölgesi hükümetinde belirleyici olan Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP), sınır ötesi operasyonda Türkiye ile işbirliği içerisinde olduğu yönünde verdiği görüntü ve bu yönlü attığı bazı askeri adımlar gerilimi daha da tırmandırdı.
AKP’nin siyaset anlayışı, yürüttüğü politikalar, HDP’nin kapatılmak istenmesi, sınır ötesi operasyon, KDP’nin tutumu ve Kürtler arasında baş gösteren tehlikeye ilişkin düşüncelerini öğrenmek üzere deneyimli Kürt siyasetçi Ahmet Türk’ün kapısını çaldık.
1973 yılından bu yana aktif siyasetin içerisinde yer alan bir isimsiniz. 50 yıla yaklaşan bir tanıklık bu. Ülkenin en gerilimli süreçlerini kapsayan bu yıllarda Türkiye’de siyaset nasıl bir seyir izledi?
Türkiye tarihine baktığımızda özellikle Kürt inkarı üzerinde oluşturulmuş bir tarih var ve cumhuriyetten günümüze kadar Kürtleri susturmaya, sindirmeye yönelik bir anlayışın egemen olduğunu görüyoruz. Bu anlayışlar zamanın ruhuna uygun olarak bazen biraz geri çekiliyor ama Kürtlerin talepleri yoğunlaştıkça veya kazanımlar elde edildiği zaman bunların yeniden devreye girdiğini görüyoruz. 1994’leri hepimiz biliyoruz, 12 Eylül dönemini biliyoruz. Kürtleri sindirmeye, susturmaya yönelik çok ağır baskılar yaşandı. Faili meçhul cinayetler, köy yakmalar… Bütün bunlar yaşandı. Kürtler demokratik bir gelecekle ilgili bir şey istediği zaman, bir hamle yaptığı zaman bunu bitirmeye, sindirmeye yönelik hemen bir eylem planı ortaya konulduğunu görüyoruz. Peki, bunu kimler yapıyor? Elbette ki bugün ayyuka çıkmış durumda. Geçmişten beri bildiğimiz şeyler bugün yavaş yavaş Türkiye gündeminde tartışılmaya başlandı. Bakın 1993-94 yıllarında faili meçhul cinayetler çete-mafya-devlet ilişkilerini ortaya koyan birçok çalışma yaptık. Hatta bunları belgeledik.
Hatırlıyorum, o dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ile bir gün görüşme yaptığımızda şöyle bir şey demişti: ‘Kurtla kuzu bir arada yaşayacak.’ Tabii bunu faili meçhul cinayetlerle ilgili tartışmaları açtığımızda, faili meçhul cinayetler yaşanıyor dediğimizde çok sinirlendi ve ayağa kalktı. Dedi ki; ‘Asker benim cebimde değil ki onu kontrol edeyim.’ Tabii ki çeteler-kontrgerilla eliyle özellikle Kürdistan coğrafyasında birçok faili meçhul, faili belli cinayetler ve Kürtler üzerinde yoğunlaşan sindirme politikaları yoğunlaştırıldı. Bunlar bir aradaydı.
Vedat Aydın olayında Mesut Yılmaz o dönem başbakandı, bu görüşmeyi yaptığımızda. Bu olayla ilgili ‘Ben bilgi istedim bana bilgi vermediler’ diyordu. Tabii ki devletin içinde kendisini devletin sahibi gören bir çete yapılanması var. Bir mafya, kontrgerilla ve milliyetçi kesimlerin oluşturduğu gruplar her zaman Türkiye’de Kürtlere karşı bir eylemi veyahut bir siyaseti geliştirmişler. Bugün yavaş yavaş bunlar tartışılıyor. Türkiye’de Kürtler kazanımları elde ettiği zaman veyahut demokratik mücadelesinde başarılı olduğu zaman bunun önünü kesmeye yönelik hemen bir hamle yapılır ve bu kazanımları ortaya adam kaldırmaya yönelik bir baskının ortaya çıktığını görüyoruz.
Kürtler bunları biliyor ama Türkiye halkının bir kısmı gerçekten yaşadıklarımızı, Kürtlerin yaşadıklarını, burada yaşanan sancılı, acı dolu dönemleri çok iyi bilmeyenler de var. Ama yavaş yavaş bugün Türkiye’de bir değişim ve dönüşüm oluyor. Düne kadar Kürtleri yalnızlaştıran politikalar yerine bugün gerçekten Kürtlerin dostları da olmuştur. Farklı halklardan bir destek gelmiştir. Kürtlerin haklı mücadelesini ne kadar haklı olduğunu görmeye başladılar. Ama toplumu değiştirip, dönüştürmeye yönelik bir projenin ortaya konulması lazım.
Geçmişle yüzleştirecek bazı çalışmaları gerçekleştirmek gerek. Çünkü geçmişini bilmeyen bir toplumun içinde yaşıyoruz. Yaşanan olayları bilmeyen belli kesimler var. Kürtlere düşmanlık yapan ırkçı-milliyetçi bir kesim var. Ama toplumun bir kesimi de apolitik ve bu apolitik kesimi elinde tutmaya yönelik bir siyaset işliyor. Kürtleri potansiyel tehlike göstererek, Kürtleri bölücü göstererek apolitik kesimi, milliyetçi kesimi elinde tutmaya çalışan bir anlayış var. Bir de Kürtlerin kazanımlarını asla kabul etmeyen, Kürtlerin haklarını, kimliksel ve dilsel haklarını kabullenmeyen ve içselleştirmeyen bir anlayışla karşı karşıyayız.
Bu yıllarda siyaset yürütmek nasıldı? Kişisel tarihinizde ne gibi izler bıraktı geçen yıllar, neleri biriktirdiniz?
Bugünkü dünyamızda artık diyalogla, ortaklaşarak, demokratik bir toplum yaratarak sorunları çözebiliriz. Bunun ötesinde bir çözüm yolu yok. Bütün olumsuzluklara rağmen bugün eğer bir halk ayaktaysa bir inancı var, bir talebi var; halkın meşru bir talebi var. Haklı, meşru talebiniz olduğu zaman asla kaybetmezsiniz, asla yılmazsınız.
Hak ve özgürlükler mücadelesi, çok uzun soluklu bir mücadele oldu. Bu mücadelenin tüm olumsuzluklara rağmen baskıcı anlayışa rağmen başarıya ulaşacağına inanıyoruz. Ama tabii ki yaşadığımız süreçler baktığımızda gerçekten zor süreçler oldu. Çok iyi biliyorsunuz HEP kapandı, Demokratik Parti kuruldu, arkasından Özgür Parti kuruldu, arkasından HADEP, DEHAP, Demokratik Toplum Partisi… Bütün bunlar tek tek Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kapatılmış oldu. Şimdi o döneme baktığımızda aldığımız oy oranı yüzde 5-6 ama gittikçe demokrasiye inananlar ve Kürtler daha başarılı bir çalışma yaparak en son 7 Haziran’da yüzde 13’lere çıktı. Bütün baskılara rağmen bunun ters teptiğini artık bunların görmesi lazım. Parti kapatmakla sonuç alınmayacağı ortada ama halen bu yöntemlere başvuruyorlar. Biz geçmişteki deneyimimizden yola çıkarak diyoruz ki parti kapatmanın bir anlamı yok. Kürtlere baskı kurmanın da Türkiye halklarına ve Kürtlere bir faydası yok. Yürütülen zulüm politikasının aslında ters tepeceğini görmeleri lazım.
Bugünkü dünyamızda artık diyalogla, ortaklaşarak, demokratik bir toplum yaratarak sorunları çözebiliriz. Bunun ötesinde bir çözüm yolu yok. Baskıcı, sindirme politikalarıyla bu meseleler çözülmüyor artık. Geçmişte yaşadıklarımız ve bugüne geldiğimizde bütün bu olumsuzluklara rağmen bugün eğer bir halk ayaktaysa bir inancı var, bir talebi var; halkın meşru bir talebi var. Haklı, meşru talebiniz olduğu zaman asla kaybetmezsiniz, asla yılmazsınız.
Bütün baskılara rağmen şimdi bakın 8-10 tane partimiz kapatıldı, birçok yöneticimiz cezaevine girdi ve bugün de hala devam ediyor. Bugün on binlerce Kürt siyasetçi içeride. Eğer bugün iktidar partisine bile bu kadar operasyon yapılsaydı, bu kadar baskı yapılsaydı AKP diye bir parti kalmazdı veya Cumhuriyet Halk Partisi diye bir parti kalmazdı. Ama bugün bu baskılara rağmen bu mücadele devam ediyorsa, bir inancın sonucudur, haklı bir mücadelenin sonucudur, özgürlük talebinin sonucudur.
Türkiye’deki demokrasiye inananlar, Türkiye’de hak ve özgürlükten yana olan insanların bugün Kürt siyaseti üzerinde yürütülen baskıya karşı çıkmaları gerekir. Bunun yanlış olduğunu anlatmaları gerekir. Toplumun gerçekleriyle yüzleşmesi için bazı çalışmalar ortaya koyması gerekiyor. Eğer toplum geçmişiyle yüzleşecek bir noktaya gelmemişse gelecekle ilgili doğru projeleri ortaya koymaya imkan kalmıyor. Bütün mesele burada.
Siyaset yaşamınız boyunca hata yaptığınız, eksik kaldığınızı düşündüğünüz ya da içinizde uhde olarak kalan bir şey oldu mu? Şayet geriye dönme fırsatınız olsaydı neyi değiştirmek isterdiniz?
Tabii ki hata her insanın kabullenmesi gereken bir şeydir. Bir söz vardır; hatasız kul olmaz, mümkün değil. Ama olabildiğince bir halk adına yola çıktığımız için az hata yapma gibi bir sorumluluğumuz vardı. Biz bu konuda her zaman çok duyarlı davrandık. Bu toplumun, halkın kazanımları konusunda sade ve gerçekçi politikalar yürütmeye çalıştık. Sadece şahsımla ilgili değil, bütün partililerimiz. Türkiye’de tabii ki Kürtlerin beklentileri var. Kürtlerin o beklentileri bizim için önemliydi, bir gündem maddemizdi. Ama bizim siyasetimiz sadece Kürtlere hitap eden bir siyaset değildi. Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini gören bir siyaset. Türkiye halkının demokratik geleceği için çaba gösteren bir mücadele yürüttük. Geçmişte biraz bu konuda Türkiye’deki emekçilerle, sosyalist gruplarla olabildiğince yoğun ilişki kurmaya çalıştık. Orada çok başarılı olamadık ama son zamanlarda görüyoruz ki gerçekten bugün demokrasiye inanan emekçiler, sosyalistler, aydınlar, demokratlar yavaş yavaş partimizle bütünleşmeye başladı. Bir güç olarak ortaya çıkmaya başladı.
Belki geçmişte yapamadığımızın bugün faturasını ödüyoruz. Biz daha Türkiye’ye hitap edebilecek, Türkiye demokrasi güçlerine hitap edebilecek bir siyaseti gerçekleştirebilseydik, belki daha geniş olurdu. Ama bugün bile bakıyorsunuz bütün halklar bu siyaset içerisinde var. Süryaniler var, Ermeniler var, emekçiler var, sosyalistler var, Kürtler var ama buna rağmen baskılar azalmadı. Tam tersine arttı. Demek ki ne yaparsak yapalım Kürt kimliğini savunduğumuz için, Kürtlerin haklarını ve hukukunu savunduğumuz için bir baskıyla karşı karşıya kalıyoruz. Hatayı sadece kendimizde aramamak lazım. Eğer devlet, ülkeyi yönetenler bir halkın kazanımlarını, bir halkın varlığını içselleştirmemişlerse bunun mücadelesinin kolay olmayacağını görüyoruz. Zor oluyor ama bütün zorluklara rağmen bugün geldiğimiz nokta Türkiye gündeminde önemli yeri olan bir siyasi harekettir. Bu siyasi hareketi susturmaya çalışan bir mantıkla karşı karşıyayız.
Ülkeye, siyasete baktığınızda demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler konusunda Türkiye geçen bu zaman zarfında ne kadar yol alabildi?
Milliyetçi cephenin oluşturulmasından sonra artık Kürtlerin nefes almaması için her türlü şey yapılıyor. Fakat bu siyasetin ömrünün çok uzun olacağını sanmıyorum. Türkiye bu yükü kaldıramaz. Kürtleri ötekileştiren, düşman gören bir anlayış asla ayakta durma şansına sahip olamaz. Hesap vermek zorunda kalacaklar.
12 Eylül dönemlerini de yaşadık. 12 Eylül’de çok kaba bir şiddet vardı. O dönem cezaevinde, cezaevi dışında yürütülen şiddet gerçekten anlatılması bile çok zor. Bir günlük cezaevi yaşamını belki bir kitaba sığdırabilirsiniz. Hukuksuzluğun, o işkencenin, her şeyin… Ama bugün baktığınız zaman devletin bütün kurumları bugünkü kadar kontrol altına alınmamıştı. Evet, bugün bütün kurumların daha fazla kontrol altına alındığını ve kurumların devletin ve iktidarın yürüttüğü siyasete uygun hareket ettiğini görüyoruz. 12 Eylül mahkemelerinde baskı vardı, işkence vardı ama kararlara baktığımızda o günkü yargı daha bağımsızdı; bana göre, öyle görüyorum. Bugün tamamen her şeyi kontrol altına alan, bütün her şeyin tekçi anlayışa geldiğini, tek bir kişinin ifadesi üzerine herkesin görevini yaptığını veyahut görevi ona göre yaptığını görüyoruz.
Dünden bugüne geldiğimizde Türkiye’de demokraside bir gelişme yok. Gittikçe daralan bir demokrasi anlayışı var. Geçmişte sadece Türkiye’deki Kürtlere baskı ve zulüm vardı ama bugün Kürt hangi coğrafyada, hangi parçada yaşıyorsa onu hedef haline getiren bir anlayışla karşı karşıyayız. Bugün baskının daha sistemli olduğunu, hukuksuzluğun daha belirgin bir şekilde ortaya çıktığı bir dönemi yaşıyoruz.
Devletin algısı ve bu yönlü pratiklerini ifade ettiğiniz Kürt sorununun kökü Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar uzanıyor. Bugüne değin izlenen yok sayma, çözümsüzlük politikaları bu sorunu hangi noktaya taşıdı?
Kürt sorunu her zaman Türkiye’nin gündeminde olmuştur. Bugün de olacak yarın da olacak ama ifade ettiğim gibi baskıyla, sindirmeyle, Kürt siyasetini yok etmeye yönelik bir anlayışla bugün Kürt meselesinin üzerine geliniyor. Özellikle bu milliyetçi cephenin oluşturulmasından sonra artık Kürtlerin nefes almaması için her türlü şey yapılıyor. Fakat bu siyasetin ömrünün çok uzun olacağını sanmıyorum. Türkiye bu yükü kaldıramaz. Kürtleri ötekileştiren, düşman gören bir anlayış asla ayakta durma şansına sahip olamaz. Kucaklayıcı bir anlayış, toplumu barıştıran bir anlayışla sorunlar çözülmeli. Öyle bir dönemin geleceğine yürekten inanıyorum. Çünkü biraz önce söylediğim, Kürtlerin taleplerinin haklı ve meşru olduğunu kabul eden çok farklı kesimler de var. Bizimle beraber veyahut bunu içselleştiren insanlar siyaset yapıyor. Siyasetin içinde bir kesim oluşturdular. Bu nedenle bu baskılar son baskılar olarak Türkiye gündeminde kalacak ve bu yapılanların hesabı gelecekte sorulacak. Hesap vermek zorunda kalacaklar.
Bunun ömrünün ne kadar uzun olacağını kestirmek zor. Bu toplumun değişim ve dönüşümüyle ilgili olan bir durumdur. Eğer toplum değişim ve dönüşümü gerçekleştirebilirse, ortak demokratik değerler etrafında halkların buluşması talebi güncelleştirirse, güçlenirse bence bu siyasetin ömrü çok uzun olmaz.
Yıllardır süren savaş koşulları içerisinde masanın diğer tarafından yer alan iktidarın kendisi tarafından bugün unutturulmaya çalışılan bir süreç yaşandı 2013-2015 yıllarında. Kürt sorunu bugünkü iktidar için ne ifade ediyor? Dün nasıl yaklaşıldı, bugün nasıl yaklaşılıyor?
(Müzakere süreci) Böyle bir proje ile Kürtleri kazanacağını zannettiler ama tam tersi oldu. Kürtler karlı çıktı. Yüzde 10’lardan yüzde 13’lere çıktı. Bu projenin kendilerine yaramadığını görünce masayı devirmiş oldu. Mesele bu kadar basit. Yoksa çözüm konusunda çok ciddi bir şey göremedim.
Tabii o günler çok önemli zamanlardı, bunu görmek lazım. Şunu başından beri hep savundum; Kürtlerin hak ve hukukunu, özgürlüğünü içselleştirmezseniz, o problemi çözemezsiniz. Çünkü bu ülkede ‘Evet Kürtler bir halktır. Kürtlerin bir kimliği var. Kürtlerin bir dili var ama birlikte yaşamaya kararlı. Bunu kabullendiği gün sorunlar çözülecek’ diyecek birileri hep çıkacak. Bunları içselleştirmeden, kabul etmeden bu sorunların çözülmesi zor. Şimdi geçmişte Kürt sorununun çözümü konusunda bazı adımlar atıldı ama hiçbir zaman bu görüşmelerde talepler gündeme gelirken açık bir şekilde bu taleplerin yerine getirilmesi konusunda bir açıklama yapılmadı. Şimdi başında söylediğim gibi eğer bir meseleyi çok açık bir şekilde toplumla, halkla paylaşmaz, neler yapılacağını ifade etmezseniz bundan vazgeçersiniz. Tabii böyle bir şey oldu ve seçim döneminden önceydi. İşte böyle bir projeyle Kürtleri kazanacağını zannettiler ama tam tersi oldu. Kürtler karlı çıktı. Yüzde 10’lardan yüzde 13’lere çıktı. Bu projenin kendilerine yaramadığını görünce masayı devirmiş oldu. Mesele bu kadar basit. Bu kadar basit bakmak gerekiyor. Yoksa çözüm konusunda çok ciddi bir şey göremedim. Açıkçası Kürt sorununun çözümü konusunda çok ciddi bazı gelişmelerin olacağını tahmin etmiyordum. Bu işin sonucunun alınmasının kolay olmadığını, zor olacağını ama tabii ki buna rağmen biz sürece olumlu yaklaştık.
Güvensizliğiniz hep mi vardı mevcut iktidara karşı?
Vardı. Sadece benim değil, herkesin vardı ama sonuçta bir adımdır. Bazı şeylerin tartışılması bizim açımızdan önemliydi. Bunun Türkiye gündemine gelmesi önemliydi. Bunun sonuç vermeyeceği ihtimali üzerinde de tartışıyorduk. Başında söylediğim gibi bir şeyi çözmek için ona inanmak lazım. Kürtlerin hak ve özgürlüklere sahip olmaları gerektiği inancının olması gerekiyor. Bunun çözümünü talep edenlerin, bu konuda siyaset yürütenlerin, Kürtlerin bir halk olduğunu bu halkın bazı hakları olduğunu kabullenmesi gerekiyor ama bu konuda çok ciddi bir şey yoktu. Bu nedenle bunun çok sonuç alıcı olmayacağını biraz tahmin ediyorduk.
Kürt halkı sorununun çözümü konusunda ana muhatap olarak işaret ettiği isim PKK Lideri Abdullah Öcalan. Dün devlet heyetlerinin İmralı’ya gidip görüşmeler gerçekleştirdiği Öcalan, bugün ne avukatı ne de ailesiyle görüştürülüyor. Bu tecridin amacı ne?
Kürtleri sindirmeye, Kürt siyasetini yok etmeye, Kürtleri soruşturmaya yönelik bir süreç başlatıldı. Sayın Öcalan’ın bütün mesajlarında ülkede barışın kalıcı hale gelmesi için mesajlar vereceğini biliyorlardı. Bu nedenle baskının oluştuğu bu süreçte Öcalan’ın avukatlarıyla, ailesiyle görüşmesini engellediler. Çünkü Öcalan’ın mesajları açıktı. Kendim de görüştüm. Bu ülkede artık demokratik siyaset belli bir mesafe almıştır. Bu sorunun barışçıl yöntemlerle, diyalogla görüşmelerle çözülmesinin gerektiği inancını ortaya koymuştur. Halen de o inançta. Ama bu mesajların topluma ulaşması yürüttükleri siyasete ters. Bu nedenle böyle bir tecridi yürütmektedirler.
Türkiye’deki mevcut çeşitliliğe rağmen bugün “tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan” söylemleriyle ifadesini bulan statükonun ülkeyi sürüklediği yer neresi? Bu siyasetin başarı şansı var mı?
Kürtleri baskı politikalarıyla sindirmeye çalışıyorlar. Ama bu politikayı ne kadar sürdürebilirler. Bir yıl-iki yıl sürdürebilirsiniz. Ne yapacaksınız ondan sonra? Bütün dünyayı işgale mi gideceksiniz? Kürtlerin yaşadığı bütün parçaları işgal edip de orada mı kalabileceksiniz? Hayır. Mutlaka bir gün geriye dönüş olacak.
Dünyadaki tek anlayışların muvaffak olmadığını görüyoruz. Dünyaya baktığımızda tekçiliği, tek kişinin yürüttüğü siyasetin sonuçlarının vahim olduğunu görüyoruz. İşte geçmişte Almanya’da, İspanya’da, diğer ülkelerdeki tekçi zihniyetler… Sonuçta bunlar yıkıldı. Tekçi anlayışların bu ülkede de çok uzun sürmeyeceğine inanıyorum. Bu nedenle bu son dönem daha çok baskıyla karşı karşıya olduğumuz bir dönem. Hani tavuğun yumurtlayacağı dönem zor olur diyorlar. Bu dönem de artık baskının arttığı bir dönem. Kürtleri baskı politikalarıyla sindirmeye çalışıyorlar. Ama bu politikayı ne kadar sürdürebilirler? Bir yıl-iki yıl sürdürebilirsiniz. Ne yapacaksınız ondan sonra? Bütün dünyayı işgale mi gideceksiniz? Kürtlerin yaşadığı bütün parçaları işgal edip de orada mı kalabileceksiniz? Hayır. Mutlaka bir gün geriye dönüş olacak ve farklı bir siyaset kendiliğinden gündeme gelecek. Yürütülen siyasetin yanlış olduğu toplum tarafından görülecek, gerçek ortaya çıktığı zaman o siyasetten vazgeçilecek.
İktidarları, devletin sistemini değiştirebilecek güç toplumun örgütlü gücüdür. Toplumun örgütlü gücü büyüdükçe farklı bir siyasetin gelişmesinin önü açılmış olacak. Öyle bakmak lazım. Şimdi bugün toplum yavaş yavaş bir örgütlenme özellikle kadın hareketleri çok güçlü bir hale gelmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden tutun kadın cinayetlerine karşı yürütülen politikalara, hukuksuzluklara bakın. Bir kadın örgütlenmesi var ama umut ediyorum ki bu örgütlenmeler sadece kadınlarla sınırlı kalmasın. Diğer kesimlerde de örgütlü bir yapının oluşması gerekir. Çünkü örgütlü yapılar, sonucu değiştiren yapılardır.
Bir eleştirim daha var. Zaman zaman açıklamalar yapmak, iktidarı eleştirmek yetmiyor. Halka ulaşmanın formüllerini oluşturmak lazım. Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 80’i yoksullukla karşı karşıya. Peki, bu yoksul toplumun bu iktidarı niçin desteklediğini halka doğru anlatmazsanız bunu değiştiremezsiniz. İçine gireceksiniz. Bu halkla birlikte siyaset yöneteceksiniz. İstanbul’dan inip, Anadolu’ya geçip siyaset yürüteceksiniz, halkı bilinçlendireceksiniz. Toplumu gerçeklerle yüzleştireceksiniz, projeler ortaya koyacaksınız. Bugün bu dönemin geldiğine inanıyorum, kısacası artık buna inanıyorum.
Bu eleştirileriniz doğrultusunda yöneltecek olursam, Türkiye’deki mevcut durumu değiştirme konusunda muhalefet umut veriyor mu?
Tabii ki eleştirilecek çok yan var. Sonuçta Kürtler bunun muhasebesini yapmak zorunda. Bugün Türkiye siyasetinin tamamında milliyetçi damar çok güçlü. Bunun değişmesi gerekiyor ama siyasi partiler de kendisini değiştirmek zorunda. Cumhuriyet Halk Partisi sol, sosyal demokrat parti olduğunu söylüyor ama bu sol ve sosyal demokrat projeleri ortaya koyacak bir noktada değil. Halen milliyetçilerin savurduğu tehditler karşısında eğilip, bükülen bir siyaset yürütmektedirler. Bu kendileri açısından hem puan getirmeyecek hem eleştirilecek bir siyaset olarak Türkiye gündeminde ve bizim gündemimizde duruyor.
Kimsenin şemsiyesi altında seçime girmek gibi bir talebimiz yok. Böyle bir anlayışımız da yok. Onu da çok açık söylüyoruz ama bunu suiistimal ediyorlar. Bizim ittifakımız demokrasi ittifakıdır. Bizim istediğimiz seçim ittifakı değildir. Biz demokrasi için varız.
Bakınız sonuçta demokrasi için bir yürüyüş yaptınız, gittik yolda karşıladık. Erdoğan, her gün ‘İşte bölücülerle kol kola’ diye eleştiriler yaptı, buna bile cevap vermedi. Bu eksiklikler var ama son dönemde yavaş yavaş bazı şeylere sahip çıktığını görüyoruz. İşte partinin kapatılmasıyla ilgili yaptığı açıklama. En azından öyle bir açıklama beklediğimizi tahmin etti ki böyle bir açıklama yaptı, iyi bir şey oldu. Siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili son dönemde yapılan açıklamalar fena değil. Burada demokrasi için ortaklaşmak lazım. Biz demokrasi için ortaklaşma deyince ‘Bölücüler’ diyorlar. Biz kimseyle yan yana gelmek için bir seçimde ittifak düşünmüyoruz. Biz demokrasi için bir ittifaka varız, diyoruz. Yoksa seçime gireriz. Kendi başımıza yüzde 10 barajını da aşıyoruz ama Türkiye’nin demokratik güç birliğini kurma ihtiyacı var. Türkiye’nin ortak demokratik değerler etrafında buluşması için projeler ortaya koymaya ihtiyacı var. Bizim söylediğimiz bu. Yoksa kimsenin şemsiyesi altında seçime girmek gibi bir talebimiz yok. Böyle bir anlayışımız da yok. Onu da çok açık söylüyoruz ama bunu suiistimal ediyorlar.
Bizim ittifakımız demokrasi ittifakıdır. Bizim istediğimiz seçim ittifakı değildir. Biz demokrasi için varız. Demokratik gelecek için kim olumlu adım atarsa onlarla beraber bu projenin gerçekleşmesi için çaba gösteririz destek veririz. Bizim anlayışımız budur.
Kürt sorunu bu noktada ne derece belirleyici? Eleştirdiğiniz CHP, iki yıldır bir Kürt raporunu dahi açıklamadı. Kürt sorunu mevcut muhalefet için ne anlam ifade ediyor?
Bu konuda çok partileri gündeme alıp, eleştirmeyi doğru bulmuyorum. Genel muhalefet Kürtlerin meşru ve makul talepleri karşısında gerçekten tutarsız. Güven verici bir politika izlenmiyor.
Biraz önce devletin değişme zamanı geldiğini söylediniz…
Toplum bunu değiştirecek, kendiliğinden değişmez.
Evet, ama “hangi devleti” sorusu çıkıyor ortaya. Nitekim bugün derin devlet olgusu gerçekliği çokça gündemde. 93 yıllarına atıfta bulundunuz. Turgut Özal’ın şüpheli ölümünden tutalım bu zamana dek yaşananlar, ortaya çıkan-çıkmaya devam eden bilgilere baktığınızda derin devlet Türkiye’de nasıl bir konumda yer aldı?
Gerçekleri topluma taşımak lazım. Bunun için ne yapacaksınız? 1994 yılında neler yaşanmış, 95’te neler yaşanmış? Kürtler hangi dönemde baskıyla karşı karşıya kalmış. Haksız ve hukuksuz uygulamalar nelerdir? Bunları toplayıp özellikle barolarımız, hukukçularımız bunları bir iddianame haline getirmeli. Türkiye toplumuna bunu taşıyacak, toplumun bu gerçeklerle yüzleşmesini sağlayacak. Siyasete biraz böyle bakmak lazım. Yoksa ‘efendim savcı dava açmış haksız bir dava.’ O savcı zaten devletin, iktidarın getirdiği bir şeydir, bağımsızlığı kalmamış. O zaman ne bekliyorsunuz? O zaman toplumun demokratik geleceğiyle ilgili projeleri yapmak lazım ve bunu paylaşmak lazım. Eğer bugün savcılar bir iddianame hazırlıyorsa; Can Dündar’ın dediği gibi bugün hukukçularımız da karşı bir iddianame hazırlayıp, devletin bütün suçlarını mafya-siyaset-devlet ilişkilerini ortaya koyacak bir çalışmayı yapması lazım. Bu yapıldığı zaman yavaş yavaş insanlar bunun üzerinde düşünmeye başlayacak.
Şimdi buna inanıyorum; Türkiye’de evet bir milliyetçi kesim var. Ama bunun üç katı kadar apolitik kesim var. Gerçekten dünyadan haberi olmayan yaşananlardan haberi olmayan özellikle Orta Anadolu’da böyle birçok apolitik kesim var. Bu apolitik kesimi Türkiye’deki yaşananlarla yüzleştirmek çok önemlidir. O zaman bu iktidarın ne kadar güç kaybettiğini göreceksiniz. Şimdi bu iktidarı ayakta tutan kimdir? Milliyetçi ve apolitik kesimdir. Bugün Kürtler üzerine gelerek, Kürtler üzerinde diğer partileri Kürtlerle temas kurduğunda eleştiren anlayış. O apolitik kesimi elinde tutmaya yönelik tek bir çalışma yapıyor. Ayrıca bir tarafta Kürtlerden rahatsız, bir taraftan da bizi öcü gibi gösterip, bu kesimi elinde tutan, tutmaya çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Terazinin iki kefesi var burada.
Siyasi soykırım operasyonları, kayyım atamaları ve milletvekili tutuklamalarıyla girişilen irade gaspı HDP’nin kapatılmak istenmesine kadar uzandı. 1993’tem HEP’in kapatılmasından bugüne bu politika sonuç vermediği halde neden hala bu adımda ısrar ediliyor o zaman?
Bize göre sonuç alıcı değil. Bu adımların ne Türkiye’ye ne devlete hiçbir insana yararı olmayan, sadece zarar veren eylemlerdir veyahut alınan kararlardır. Tabii ki devletin mantığı ve bu iktidarın mantığı farklı. Geçmişte devletin bir mantığı vardı. Hep sorunları baskıyla çözme anlayışı egemen olmuş. Geçmişte işte Dersim olaylarından tutalım bugüne kadar baktığımızda terbiye etme, cezalandırma mantığı egemen olmuş. Bizim söylediğimiz ise bu mantığın yanlış olduğu, bu mantığın kimseye bir yarar getirmeyeceğini söylüyoruz. Şimdi halkın iradesiyle seçilmiş yerel yönetimler, yerel iktidarlara sahip olmuş, toplumla bütünleşmiş bir sürece antidemokratik uygulamalar ile son veriyorsun. Halkın iradesine saygı göstermiyorsun. Halkın seçtiği belediye başkanlarının yerine kayyım atayarak, memurlar atayarak bu halkın iradesini yok etmeye çalışıyorsun. Bize göre yanlışın ötesinde; demokrasiye, toplumun geleceğine, Türkiye’nin geleceğine ve Kürt halkının geleceğine bir darbedir. Ama kendileri nasıl bir mantıkla bunu doğru buluyor onu da anlamış değiliz. Şaşkınlıkla karşılıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki dünyadaki bütün sorunlar diyalogla, birbirini anlayarak, uzlaşarak çözülmüş. Uzlaşı ve diyalog mantığının dışındaki tüm anlayışlar toplumun geleceğini hep zarar vermiştir ama bunu görmekten aciz bir yaklaşımla karşı karşıyayız.
İçte yürütülen bu siyasi baskıyla birlikte hem Kuzey ve Doğu Suriye hem de Federe Kürdistan Bölgesi’nde yönelik atılan askeri adımlar, sürdürülen operasyonlar var. Bu operasyonlarla Kürt sorununu ortadan kaldırmak mümkün mü?
Geçmişte Mesut Barzani’nin söylediği; ‘Kürtler artık kardeşlerine asla silah çekmeyecek’ sözü var. KDP’nin ve Sayın Barzani’nin bunu unutmaması gerekiyor. Bu sıkıntıların aşılması için bir ortak komisyon oluşturulması gerekiyor.
Mümkün değil. Bu 21’inci yüzyılda baskı kurarak, tehditle, sindirme, yok etme politikalarının sonuç almayacağı ortada. Günümüz dünyasında tekniğin, teknolojinin geliştiği, iletişimin geliştiği, dünyanın küçüldüğü bir dönemde güçleri yettiğince bir baskı kurarak yürütmeye çalışıyorlar. Ama bu nereye kadar devam eder. Bu politikaların bir sonucu olarak yarınımıza yürüyoruz. Öyle görüyorum. Bu kadar yoğun, Kürtlere saldırının bir son safhası olarak görüyorum. Bunun ötesinde nereye gidecekler? Bunun ötesinde daha fazla ne kadar bir baskı oluşturacaklar onu da bilemiyorum. Diyorlar ya; aydınlığa geçişin olduğu karanlık bir dönem yaşıyoruz. Karanlık dönem ne kadar sürer? Tabii ki bu biraz bizim örgütlülüğümüze, örgütlü yapınıza bağlı. Bu yürütülen siyaseti toplumu bilinçlendirerek, örgütleyerek bu dönemi uzatmama adına bizim de yapacağımız çok şeyler var. Örgütlü yapıyı daha güçlü bir hale getirmek lazım. Türkiye halkının bu konuda yaşanan gerçeklerle yüzleştirmek lazım ki, bunlar elbette ki bu karanlık dönemin kısa sürmesine vesile olur.
Öte taraftan Türkiye’nin operasyonlarına dair sergilediği tutum, AKP ile kurduğu ilişki nedeniyle KDP’ye yönelik eleştiriler var…
Bu konuda ulusal birlik, bir ulusal konferans etrafında Kürtlerin bir araya gelmesi konusunda epey çaba sarf ettik. Çalışmalar içerisinde ben de yer aldım ama maalesef gerçekleştiremedik ve bugün bir birliğini almamasından dolayı büyük acılar yaşandı. Eğer, bugün Kürt siyasetleri, bütün Kürt sivil toplum örgütleri veyahut Kürtler adına siyaset yapanlar ortak bir anlayışla bu sürecin karşısına dikilmiş olsaydı, belki bazıları rahat rahat böyle cirit atmazdı.
Kürt güçleri arasında çatışma riski söz konusu. Bu yönlü lokal örnekler de var. Bu durumun önüne geçmek için ne yapılması gerekiyor?
Dikkatle izliyoruz. Burada aslında geçmişte Mesut Barzani’nin söylediği; ‘Kürtler artık kardeşlerine asla silah çekmeyecek’ sözü var. KDP’nin ve Sayın Barzani’nin bunu unutmaması gerekiyor. Bu sıkıntıların aşılması için bir ortak komisyon oluşturulması gerekiyor. Olayların, bu son gelişmelerin nedenlerinin araştırılması gerekir ve gerekirse yanlışlık nerede ise bu yanlışlığı çok açık dile getirip, birbirimizden özür dilemeliyiz. Varsa bir yanlışlık, bunu izah etmek gibi bir sorumlulukla da karşı karşıyayız.
Bugüne kadarki siyaset sizde böylesi bir izlenimi uyandırdı mı?
Maalesef yok. Tabii ki bugün Kürt siyasetinin bir kesimi hala Türkiye devletinin farklı kesimlerin etkisi altında. Bağımsız bir politika yürütmekten adeta aciz bir durumda. Bu da sorunların çözümünü zorlaştırıyor maalesef.
Haber-Kamera: Ömer Çelik – Mehmet Erol / MA
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.