YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Bugün kötü bir rejim var, evet doğrudur. Bir gün biter mi? Neden bitmesin, biter elbet! Fakat bitince yerine nasıl bir düzen kurulur? Türkiye’nin önündeki opsiyonlar nelerdir diye hiç düşündünüz mü, bugün itibarıyla? Nereye gidiyor ülke? Siyaset neler vaat ediyor Anadolu’nun insanlarına?
Bir tarafta Osmanlı İmparatorluğu gibi güçlü, geniş bir alana yayılmış kocaman yeni bir imparatorluk hayali var. Tabi bunu savunanlar sınırları genişleteceklerini söylemiyor. Etki alanı diyor. Bu etki alanına bir tutam Türk-üstünlükçülük, biraz İslami boş-retoriksel adalet jargonu, az biraz geçmişte yaşanan zaferlerin 1970’lerde ve 1980’lerde beyazperdeye aktarıldığı ucuz ama gazı bol Kanije Kalesi nevi, ucundan da hafif başarısız geç emperyalizm mağlubiyetinin üzerine eklemlenen İslamcı antiemperyalizm sosu. Daha neler var, neler. Maydanozlu köfteler. “Alalım düşmandan eski yerleri”, “kaybedilen topraklar”, “cihannüma devlet”, “dünyaya verilen nizam” özlemi!
Öte yanda İslam liderliği var. Çürümüş ve yolsuzluğa batmış bir ümmetin yeniden doğuşu ve elde kılıç Avrupa’ya, “diyar-ı küffara”, Mağrip ve Maşrık’a, Kafkas ve Hicaz’a, karada ve denizde büyük güç olma rüyasıdır bu! “Son Hilafet”! Dünyayı titreten, “mukaddes” devlet! Bunun da sosu Osmanlı olsun. İhtişamlı günlere duyulan özlem!
Diğer tarafta Türk ve Turan dünyası hayalleri var. “Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan. Vatan müebbet ve ulu bir ülkedir: Turan”. Bu rüyaların ayrılmaz bir parçası, güçlenmek ve büyümek. Aynı zamanda Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman olmak. Bolca Türk’e Türk propagandası anlayacağınız. Üzerine sağlam bir Kürt fobisi ve bir o kadar da azınlık nefreti. Sosu yine bir yerlerden tanıdık: Her şeye araç yapılan İslam. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası”, “Türk birliği”, “Kızıl Elma” özlemi!
Tablonun ayrılmaz parçası, Altı Ok’un devrimci Kemalizm’i. Tek ülke ve tek millet konseptinin seküler versiyonu. İlerlemeci-laik ilk Ortadoğu kalkınma modeli 1930’ların şartlarına yerel bir yanıt da olsa, ona inananlar için son din olan, Türk devletinin kurucu ideolojisi. “Çılgın Türkler”, “denize dökülen Yunanlılar”, “emperyalizme direnen halk”, demokrat olan ama demokrasinin getireceği kaçınılmaz iktidar kaybından çekinen tek partici, devrimci modernistler. “Hepimiz Türküz!”, “ne mutlu Türküm diyene”. Medeni kıyafetlerimizi sırtımıza çektik. Okulların önünde her sabah varlığımızı varlığına armağan ettik. Yedi düveli dize getirdik. “Ezilen halklara umut ışığı olduk”. Tek bir coğrafyada üniter bir ulus devlet kuruldu. İç ve dış düşmanlar bunu hazmedemediler. Yeniden fabrika ayarlarına dönüşün özlemi!
Bunların elbette karma versiyonları da mümkün. Ortaya karışık ideolojiler duruma ve koşullara göre biçimlendirilebilir ve şekillendirilebilir, şekillendiriliyor da. Eskimeyen, yıllanmış şarap nevi bir tanesi, Türk-İslam Sentezi’dir mesela. Diğer bir potansiyel hibrit, Ulusalcı-Ülkücü nasyonalizmdir. Osmanlıcılık ise hem Ülkücülerini hem İslamcıların birleşebilecekleri bir diğer ideolojik tondur. Kemalizm de farklı soslar kullanır; gün olur İslam’dır, gün olur Ülkücülerdir. Hepsinin ta orta yerinde devlet vardır. Başköşe hep onundur. Her şey onun etrafında döner.
Bu ideolojilerin ortak özelliği, dünyadan kopuk olmaları, yenilginin ve sıradanlığın komplekslerini yansıtmaları. Sakın çarpıtılmış tarihi unutmayın. Her birinin oluşturduğu ve sık ilmeklerle işleyerek ördüğü bir tarih yazımı da cabası. Yine, bu tarih yazımın da ortak noktası, merkezinden Türklerin olduğu bir dünya tarihi! Adı değişebilir. İdealize edilen farklı olabilir. Yöntemler değişebilir. Hedefler çelişebilir. Fakat varılan sonuç, yeniden büyük ve etkili bir devlet olmaktır. Dikkat edin, bu hedefler arasında siz yoksunuz. Yeni imparatorluk kuruldu diyelim. İslam’ın lideri olundu ya da. Diyelim Türkleri aynı devlet çatısı altında birleştirdiler. Hatta diyelim ki yeniden cumhuriyeti fabrika ayarlarına, ta 1930’lara döndürmeyi başardılar. Siz neredesiniz? Ya da şöyle sorayım: Sizin çocuklarınıza yararı nedir bunun?
Osmanlıcılık, İslamcılık, (sol ve sağ) Türkçülük! Son yüz yıldır üç tarz-ı siyasetin arasına sıkıştı bu toplum. Her birinin tek hedefi, güçlü bir devlettir. Çünkü Osmanlı’nın çöküşünü devletin yıkılışı olarak gördüler. Devlet toprak kaybettikçe kaybetti, küçüldükçe küçüldü. Orduları yenildikçe yenildiler. Güç azaldıkça azaldı; tükenesiye kadar! Bu devleti nasıl kurtarmalıydı? Nesillerin sorusu buydu. Devletin kurtuluşu mümkün olmayınca, yenisini kurmaya odaklanıldı. Ve yenisinin kuruluşu mümkün olduğunda, toprak kaybetmesin, küçülmesin, yenilmesin, gücü azalmasın diye uğraşıldı. Devlet yıkılırken de, kurulurken de, kurulduktan sonra da akıllara insanlar hiç gelmedi. Bedene bakmadan pantolon dikildi, pantolon haliyle bedene uymayınca da bedeni değiştirmeye kalkıldı. Çünkü merkezde hep devlet vardı. Devlet-ebet-müddet! Her görüşün kutsalı!
Umut nedir? Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden doğuşu mu? Yoksa yeniden İslam’ın kılıcı olmak, Müslümanlığın bayraktarı olmak mı? Kızıl Elma’nın peşinden gidip Turan’ı kurmak mı? Kemalist cumhuriyetin yeniden kuruluşu mu? Hangisi?
Dünyanın gidişatı ise farklı bir istikamete doğru: Özgürlüklerin ve ekonomik gelişmişliğin standartları belli! Temel haklar ve özgürlükler, hukuk devleti, şeffaflık ve bunların beraberinde getirdiği refah! Her yıl yüz binlerce Türkiye vatandaşı bu standartların olduğu ülkelere gidiyor. Gidemeyenler, gidemedikleri için kalıyor. Gitmek istemedikleri için değil! Osmanlı İmparatorluğu’nu küllerinden de var etseniz, İslam kılıcı bir ülke de yaratsanız, Avrasya’nın en geniş sınırlarına sahip bir Turan ülkesi de kursanız, 1930’ların devrimci Kemalizm’ini devletin hâkim ideolojisi de yapsanız, bu insanlar yine medeni ülkelere gitmek isteyecek!
Öyleyse umut ne olmalı? Daha doğrusu, sıradan insan neyi umut eder? Önce insan gibi varoluşunu sağlayacak koşulları! Devletinizin ihtişamı, sınırlarının genişliği, öncelediği din, değer verdiği etnik grup, geçmiş bir dönemki koşullara verilmiş olan yerli bir modernleşme ve ulus devlet kurma projesi, sizin yaşamınızda kayda değer bir iyileşme sağlar mı? Sormanız gereken soru budur. Dahası, size dayatılan devlet merkeziyetçi modeli, kimlik, tarih gibi sizi tanımlayan özellikler, huzurunuza, kişisel gelişiminize, iş olanaklarınıza ve hayat şartlarınıza, ailenizin refahına falan bir artı getiriyor mu? Malınız mülkünüz garanti altında mı? İstediğiniz gibi inanma veya inanmama hakkına sahip misiniz? Eşit misiniz? Can güvenliğiniz var mı? Aldığınız sosyal hizmetler, sağlık hizmetleri, eğitim yeterli mi? İşiniz var mı? Aşınız var mı? Özgür müsünüz? Çocuklarınızın geleceğinden emin misiniz? Soluk aldığınız havadan içtiğiniz suya kadar, iyi bir çevrede mi yaşıyorsunuz? Gece başınızı yastığa koyunca uyku tutuyor mu? Mutlu musunuz?
Yaşamayı umut ettiğiniz, olmasını istediğiniz Türkiye nasıl bir yer? Arzu ettiğiniz Türkiye’yi size vaat eden bir parti var mı? Çocuklarınız nasıl bir ülkede büyüsün isterdiniz? Bu Türkiye’nin sizin ya da çocuklarınızın yaşam süresi içinde kurulabileceği dair umudunuz var mı?
Kaynak: Tr724