Seda TAŞKIN
ARTI GERÇEK– Konya’da Mevlevi bir dervişin dönerken görüldüğü “Worship” (İbadet) adlı eseriyle National Geographic yılın en iyi fotoğrafları, insan kategorisinde birincilik ödülüne layık görülen F. Dilek Uyar ile fotoğraf hakkındaki deneyimlerini konuştuk. Uyar yarışmada ödüle layık görülen ilk Türkiyeli kadın olma özelliğini de taşıyor.
Uyar 1976’da Çanakkale’de doğdu. Lisansını Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisansüstü eğitimini de yine Galatasaray Üniversitesi’nde İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku alanında yaptı. 2000 yılından beri Ankara Barosu’na kayıtlı olarak avukatlık yapmakta. Evli ve iki çocuk annesi.
Uyar, ulusal ve uluslararası pek çok derecesinin yanında 2017 Sony Dünya Fotoğraf ödüllerinde Övgüye Değer Sanatçı seçildi ve yine 2017 National Geographic yılın seyahat fotoğrafı yarışmasında dünya birincisi olarak bu dereceyi ülkemize kazandıran ikinci Türkiyeli ve ilk Türkiyeli kadın fotoğrafçı oldu. Fotoğrafçı Dilek Uyar ile fotoğrafçılık üzerine konuştuk.
Her fotoğrafçının fotoğraf makinası ile tanışma öyküsü vardır. Sizin fotoğraf makinası ile tanışmanız nasıl oldu?
Asıl mesleğim avukatlık ve fotoğrafçılık ile alakam olmayan bir kadındım. Kapitalist düzen içinde büyüdüm. Herkes bir şeyler yapıyordu ve bende bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm. İstanbul’da bir duruşma beklerken bir anda fotoğraf makinası almaya karar verdim. Benim birçok fotoğrafçı gibi çocukluğumdan gelen fotoğraf aşkım, hevesim yoktu. Aileden gelen bir sanat üzerine de uğraş yoktu. Bu anlamda pek çok fotoğrafçı için de iyi bir örnek olduğumu düşünüyorum. Çünkü illa geçmişten gelen bir hevesin olması da gerekmiyor. Demek ki bir şeyi sevip onun üzerine eğilince başaramayacağımız şey yok. Her şey ufak ufak başladı. Önce sadece adliyenin kara kara duvarları içinde sıkışmışlıktan kendimi kurtaracak bir hobi olarak başladı. Kendimi mutlu etmek ve kendimi bulmak için yolda bir aracıydı.
Ödül sonrasında nasıl tepkiler aldınız?
Elbette olumlu tepkilerde aldım ama diğer yandan dünyanın en tatlı kadını olduğumu söyleyen insanlar bana düşman olmaya başladılar. Maalesef meyve veren ağacı taşlayan da çok olur. Benim açımdan buna verilecek en iyi cevap daha çok çalışmak oldu. Nietzsche , “Başarı için kendinize büyük hedefler belirlemeyin, küçük hedefleriniz olsun. Onları başardıkça çıtanızı yükseltirsiniz” diyor. Benim de biraz böyle oldu. Ama her sene bir tık üstünü çıkma kaygısı ile çalıştım. Bu süreçte pek çok ödüle layık görüldüm. Yakında açıklayacağım ödüllerimde olacak.
Fotoğrafa sıfırdan başladınız. Süreç sizin için nasıl ilerledi?
Her zaman söylerim az bilen küstahtır. Az bilen bilmemenin cüreti ve cehaletinden gelir. Az bildiğim için de ilk başlarda kendimi çok şey biliyor zannediyordum. İyi bir fotoğraf makinanız varsa iyi fotoğraf çekersiniz zannediyordum. Bu büyük bir hatadır. Oğlumun mezuniyet töreninden çektiğim fotoğraflar flu çıkınca neden böyle sorusu ile yola çıktım. Ve bir kursa gitmeye karar verdim. Hala küçümsüyordum. Çünkü fotoğrafın ne olduğunu bilmiyordum. Fotoğrafın ne olduğunu da süreç içinde öğrendim. İyi bir yerde elinizde iyi bir makine varsa iyi bir kare çıkmayacağını da zaman içinde öğrendim. Çektiğiniz kareye bir farklılık katabiliyorsanız iyi bir fotoğraf olduğunu öğrendim. Süreç böyle başladı. Sonrasında fotoğrafa kurs esnasında ilgi duymaya başladım. Ve böylece profesyonel şekilde fotoğrafı öğrenmeye başladım.
Hayatınızı National Geographic öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırıyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
National Geographic herkesin bildiği en önemli fotoğraf ajansılarından bir tanesi. O dönem fotoğrafın Oscar’ı tabirinde bulunmuştum. Oscar’ın niteliği tartışılır ama Oscar’ı bugün yoldan geçen herkes bilir. Tabirdeki benzetme oradan kaynaklandı. National Geographic ödülünü kazanmak hele ki o süreç göz önüne alındığında bir kadın olarak bunu başarmak büyük ses getirdi. Benim için bir dönüm noktası oldu ve benim için çıta çok yükselmişti. Kendimi daha çok çalışmaya adadım.
Hayatınızın 2 yılını inziva süreci ile geçirdiniz. Bu süreçte avukatlık mesleğinize de ara verdiniz? Böyle bir sürecin size nasıl katkısı oldu?
Sürekli çalışan para kazanan ve evden işe gidip gelen bir pozisyondaydım. Daha sonra kendime zaman ayırmaya karar verdim. Bu süreçte fotoğraf üzerine yoğunlaşacaktım ve çekimlere çıkacaktım. Bu durumu gerçekleştirmemde eşimin maddi durumunun iyi olması da elbette benim için avantajdı. Daha sonra çocuklarımın küçük olmasından kaynaklı bu pek mümkün olmadı. Bende bu iki yıllık süreçte kedimi kitap okumaya ve film izlemeye verdim. Bu süreçte kıtlıktan çıkmışçasına okumaya ve izlemeye başladım. Benim için çok verimli bir süreç oldu. Elbette bu süreç fotoğrafı geliştirmem açısından da büyük katkı sağlamıştı.
Bir fotoğrafınızda Torino Atından etkilendiğinizi söylemişsiniz…
Bir fotoğrafı sadece fotoğraf makinası ile çekmezsiniz. Aynı zamanda o güne kadar okuduğunuz kitaplar, filmler, müzikleri de katarsınız. Hepimiz o izlediklerimizden etkileniyorsunuz. Ben bir film izliyorum ve benzer kareyi gördüğümde çok etkileniyorum.
Türkiye de beğendiniz fotoğrafçılar var mı?
Özellikle sokak fotoğrafçılığında İlker Karaman’a bayılıyorum. İlker Karaman sokak fotoğrafçılığını çok iyi yapan isimlerden bir tanesidir. Sami Uçar’ı çok seviyorum. Yine Emre Çakmak yeni nesil fotoğrafçılardan çok iyi. Yine Suzan Pektaş’ı çok beğeniyorum. Bu isimler kendi alanlarında çok iyi işler yapıyorlar. Ben de kendi alanımda bir şeyleri yapıp diğerlerinin elde ettiği aşamaya gelmek için çabalıyorum.
Peki, sizce iyi bir fotoğrafçı olmak için hangi özellikler gerekiyor? Sadece teknik açıdan iyi olmak yeterli mi?
Öncelikle fotoğrafçı bir kaşif değildir. Böyle bir yanılgı da var. İnsanlar yine mi yılkı atları yine mi yağlı güreşler gibi küstahça söylemler içine giriyorlar. Yanlış söylemler çünkü fotoğrafçı kâşif değildir. Keşfedilmedik çok bir yer kalmadı. Kuzey ışıkları vb. ama şu önemli oraya gittiğinizde oraya giden herkesin çekebileceği ortalama standart fotoğrafın dışında fotoğraf üretiyorsanız siz gerçekten iyi bir fotoğrafçı olabilirsiniz. Ya da iyi bir fotoğrafçısınızdır. Bu ayrım önemli bir ayrımdır. Örneğin benim çektiğim covid-19 fotoğrafları… Türkiye’den hastanelere çok sayıda fotoğrafçı girdi. Ama hepsi aynı başarıyı elde edemedi. Biz fotoğrafçılar tarihi değiştiremeyiz ama görüntüleriz. Fotoğrafçı şahittir. Oturduğumuz odalarda dünyanın her yerinde olamayız. Ama bu fotoğraflar sayesinde dünyada neler olduğunu görebiliriz. Ne oluyor yoğun bakımda? Buna göz olmam gerekiyordu. Bunu yapmak için çok uğraştım. 44 yılda hayatımda reddedilmediğim kadar reddedildim. Ama inatçı bir kadınım çok uğraştım. Sitemlerim sonrasında Gazi Üniversitesi Hastanesine girmeyi başardım. Bu süreçte çektiğim fotoğraflarda dünya basınına, ajansılarına yansıdı.
Fotoğraflarla hikaye anlatmak ne demek?
Tek kare ile ya da birden çok kare ile foto hikaye anlatabilirsiniz. Seri ile yapmakta çok keyifli. Filmler nasıl 3 dakikada ya da uzun metrajlı da oluyorsa fotoğraf da böyledir. Asıl soru onu nasıl sunacağınızdır. Ne çekeceğiz sorusu önemli? Bir hikaye anlatıyorsanız maksimim 10 fotoğraf karesine izin veriyorlar. Bu on karede anlatacağınız konuyu anlatabilmelisiniz. Öykü de olduğu gibi aşırı dallandırıp budaklandırmak sizi konunuzdan uzaklaştırır. Olabildiğince sade ve fazlalıkları atmalısınız. Bir başlangıç ve bir son olması gerekiyor. Giriş çok önemlidir. Bir hikaye, film ya da fotoğrafta giriş çarpıcı değilse sonrasını merak etmezsiniz. Seri fotoğrafta giriş fotoğraf çok önemlidir. Yine son da aynı şekilde çok önemlidir. Sonucu izleyicinin suratına tokat gibi çarpmanız lazım.
Projelerinizden bahseder misiniz? Hangi çalışmalar ile ilgileniyorsunuz?
Kafamda 3 tane proje var. Bir tanesi iki kız kardeşin hikâyesi. Daha erken başlayacaktım çalışmalara ancak Covid-19 sürecinden kaynaklı ertelemek durumunda kalmıştım. Yine benzer şekilde birkaç çalışmam daha olacak. Sosyal sorumluluk projeleri üzerine de çalışmak istiyorum. Covid üzerine çalışmalarım devam edecek. İlgili yerlere anlattım ve izin bekliyorum. Ben gezmeyi ve Anadolu’da ki insanları çekmeyi seviyorum. Bu tür çalışmalarım devam edecek.