Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) açıkladığı 2020-2021 öğretim yılı yüksek öğretim istatistiklerine göre, Türkiye’deki üniversitelerde kayıtlı toplam öğrenci sayısı 8 milyon 240 bin 997. Toplam nüfusu 83 milyon 614 bin civarında olan Türkiye’de her 100 kişiden 9,85’i üniversite öğrencisi. Veriler, üniversite öğrencisi sayısının her geçen yıl arttığını gösteriyor. 2019-2020 öğretim yılında üniversite öğrencisi sayısı yaklaşık 7 milyon 940 bin idi. 2018-2019 öğretim yılında ise bu sayı 7 milyon 740 bin civarındaydı.
Öğrencilerin yaklaşık yüzde 92’si (7 milyon 595 bin 918 kişi) devlet üniversitelerinde, yaklaşık yüzde 8’i de (645 bin 79 kişi) vakıf üniversiteleriyle vakıf meslek yüksek okullarında okuyor. Üniversite öğrencilerinin yarıdan fazlası (4 milyon 359 bin 34 kişi) açık öğretim öğrencisi.
YÖK verilerine göre, Türkiye’de 3’ü pasif olmak üzere toplam 203 üniversite var. Bunların 129’u devlet üniversitesi, 74’ü vakıf üniversitesi. Ayrıca 4 tane de vakıf meslek yüksek okulu bulunuyor. Bu üniversitelerdeki öğretim elemanlarının toplam sayısı ise 179 bin 685. Bunların 30 bin 562’si profesör, 17 bin 778’i doçent, 41 bin 508’i doktor öğretim üyesi, 38 bin 289’u öğretim görevlisi, 51 bin 548’i araştırma görevlisi.
Üniversitelerin kalite sorunu
Yüksek öğretim istatistiklerini VOA Türkçe’ye değerlendiren MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Erkut, Türkiye’nin nüfusa oranla üniversite öğrencisi sayısında OECD ülkeleri arasında ilk sırada olduğunu söyledi. Bu oranın Amerika’da yüzde 6, Almanya’da yüzde 3,7 olduğunu belirten Erkut, Türkiye’deki üniversitelerin kalitesinin sorgulanması gerektiğini söyledi: “Son YÖK raporuna göre 21 tane ‘üniversitede’ hiç uluslararası etkinlik düzenlenmemiş. Yine 21 tane üniversitede hiçbir sosyal sorumluluk projesi yapılmamış. 65 tane üniversitede öğrenciler hiç endüstriyel proje yönetmemiş. 6 üniversitede öğrenci başına düşen kitap sayısı, kütüphanede, birin altında. Kitaptan çok öğrenci var. 22 üniversitede öğrenci başına düşen e-yayın sayısı birin altında. 88 üniversitenin olumlu sonuçlanan patent, faydalı model ve tasarım sayısı koskoca bir sıfır. 28 üniversite TÜBİTAK’ın araştırma burslarından hiç faydalanmamış. 32 tane üniversitenin uluslararası ve ulusal kuruluşlar tarafından desteklenen AR-GE projesi sayısı sıfır. 160 üniversitenin laboratuvarlarında AR-GE, inovasyon ve ürün geliştirme kapsamında sunulan hizmet sayısı sıfır.”
“Plansız programsız büyüme”
“Her İle Bir Üniversite: Türkiye’de Yüksek Öğretim Sisteminin Çöküşü” kitabının yazarı ve Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar da yüksek öğretimdeki büyümenin plansız ve programsız olduğunu vurguladı. “Sizin 2001’de 1,5 milyon öğrenciniz varken 2020’de bir anda 8 milyona çıkıyorsa, 2001’de 71 tane üniversiteniz varken 2020’de bir anda 204’e çıkıyorsa bu, büyüme trendleri sorunudur. Ne yazık ki bu olağan dışı büyümeyi, plansız, programsız büyümeyi tıpkı kanserli hücrenin büyümesine benzetebiliriz.”
Kaynar, 1980’lerin ortalarından bu yana her ile bir üniversite açma düşüncesinin eğitimin değil, ekonominin ihtiyaçlarından kaynaklandığını ifade etti: “Bir üniversitenin açılması demek, o ile daha fazla yatırım yapılması demek. Orta, üst gelir seviyesine sahip birtakım hocaların oraya gelmesi demek. Belli sayıdaki gencin o ile gelmesi, çay içmesi, kahve içmesi, kola içmesi, alışveriş etmesi, pantolon alması, kazak alması, sinemaya gitmesi, kiraları arttırması demek.”
“Gelecekte ihtiyacımız olmayan alanlarda yüksek kontenjan koyuyoruz”
MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı da her ile üniversite açılmasının popülist bir politika olduğunu belirterek “Bu, halkı memnun etme, işsizliği erteleme ve küçük şehirlerin ekonomisini canlandırma projesidir” dedi. Erkut, yükseköğretimin herkes için bir hak olmadığının altını çizerek, “Üniversitenin amacı herkese eğitim vermek değil. Geleceğin liderlerine çok kaliteli eğitim vermek ve onların lokomotif olmasını sağlamak. Elinizdeki kısıtlı kaynakları ülkeyi ileriye götürecek, ülkede her alanda liderlik yapacak insanlar için kullanmak zorundasınız, Açık öğretim herkese açık. Orada sorun yok. Ama örgün öğretimde 3 milyon 700 bin, 4 milyon üniversite öğrencisine şu anda Türkiye’nin kesinlikle ihtiyacı yok” diye konuştu.
Üniversitelerde fakülte ve bölümlerin kontenjanlarının da sorunlu olduğunu vurgulayan Erkut, yaklaşık 440 bin öğretmen adayı atama beklerken, 40 bini üzerinde kontenjana sahip 90 eğitim fakültesi olmasını buna örnek gösterdi. Türkiye’deki en popüler bölümlerin İlahiyat, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler ile Tarih bölümlerin olduğuna dikkat çeken MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı, “Gelecekte ihtiyacın çok yüksek olduğunu bildiğimiz alanlarda kısa kalıyoruz. Gelecekte ihtiyacımız olmadığını bildiğimiz alanlarda yüksek kontenjan koyuyoruz” dedi.
Peki diplomalı işsizliğin giderek arttığı bir dönemde, iş bulma ihtimali düşük olan bölümlere niye böylesine bir talep var? Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar’a göre bunun en önemli nedeni sosyal statü: “Üniversiteli olmak, nerede okuduğunuzdan, hangi üniversitenin hangi bölümünü bitirdiğinizden bağımsız olarak, kadın ya da erkek gençlere bir statü atlatıyor. Açılan üniversiteler de bunun farkında. Üniversiteli kimliği, hayali, titri veriyor. Gelenler de aslında bunun böyle olduğunu biliyorlar. Biraz belli üniversite havası koklamak için belli üniversitelere gidiliyor. Belli bir mesleki eğitim almak için ya da entelektüel gelişim sağlamak için değil. Tabii bu, her üniversite için geçerli değil.”
Üniversitelerde liyakat sorunu
Prof. Dr. Erhan Erkut’a göre, toplam sayısı 180 bine yaklaşan öğretim elemanları da hem nicelik hem nitelik olarak yetersiz: “Son 30 yılda üniversite kapasitemizi 20 misline çıkardık. Böyle devasa bir büyümeyi kaldırabilecek bir akademisyen yetiştirme kapasitemiz yok ki bizim. Öğretim görevlileri ve araştırma görevlilerini saymazsanız, çünkü öğretim üyesi diye bakılır bu oranlara dünyada, öğrenci başına düşen öğretim üyesi diye baktığınızda 41,5’teyiz şu anda. Avrupa’daki standart 20. Amerika’nın en iyi üniversitelerinde bu 8’e, 9’a kadar düşebiliyor.”
Erkut, YÖK raporuna göre uluslararası hakemli dergilerde öğretim elemanı başına düşen yayın sayısının yılda 0,36 olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Vasıflı öğretim üyesi sayısı çok düşük. Erhan Karadağ hocanın araştırmasına göre Türkiye’deki 68 rektörün Web of Science veri tabanına kayıtlı bir tane bile makalesi yok. Bu rektörlerin hiç birisi yurtdışında hiçbir üniversitede yardımcı doçent bile olamazlar, öğretim üyesi olamazlar.”
Prof. Dr. Kaynar da akademisyen olma kriterlerindeki değişikliklere ve cinsiyet eşitsizliğine vurgu yaptı: “Doçentliği kaldırıp doktor öğretim üyesi yapmayla, doçentlik sınavlarında sözlüyü kaldırmayla, yabancı dil barajını düşürmeyle ya da birleşik doktora programı açıp daha böyle motorize hızla akademik personel yetiştirmeye çalışmakla acaba doğru mu yapıyoruz? Bunlar sorgulanmalı. Türkiye’de toplam 30 bin 674 profesör var. Bunun sadece 9 bin 974’ü kadın. Ama araştırma görevlisi sayıları olarak baktığımızda, 51 bin 503 araştırma görevlisi var. Bunun 26 bin 395’i kadın. Kadın sayısı daha fazla. Bu da demektir ki yukarı doğru çıktıkça bir cam tavan ne yazık ki akademide bile işliyor. Bölüm başkanı, dekan, rektör, enstitü müdürü sayılarını aldığınızda bu konuda üniversitelerin tam anlamıyla dökülme durumunda olduğunu görürsünüz. Ne yazık ki rektörleri bir araya topladığınızda erkek yurdu gibi bir şey çıkıyor ortaya ki pek arzu edilir bir durum değil.
Üniversitelere ayrılan kaynak
Prof. Dr. Erhan Erkut, Boğaziçi Üniversitesi’nin yıllık 350 milyon dolar bütçesi olduğunu belirterek “Amerika’da 1 milyar doların altında bütçesi olan bir araştırma üniversitesi bulamazsınız. Mesela Michigan Üniversitesi’nin bütçesi 9, 10 milyar dolar seviyelerinde. YÖK, öğrenci başına cari gider rakamlarını açıklamaya başladı. Takke düştü, kel göründü. Öğrenci başına 10 bin 400 lira harcıyoruz. Bu ülkede anaokuluna 60 bin lira alıyorlar, en iyi vakıf üniversitelerine 100 bin liraya giriliyor. 187 tane üniversitemizin öğrencilere harcadığı cari giderlerin hepsinin toplamı 7,5 milyar dolar. Bir Amerikan üniversitesinin bütçesi ediyoruz” dedi.
“Üniversitenin özgürleşmesi gerekiyor”
Üniversitelerde kaliteyi artırmak için ne yapılması gerekir? Erkut bu soruya, “Kontenjanların rasyonalize edilmesi lazım. Üniversite sayısının da azaltılması lazım. Kaynakların da artırılması gerekiyor. Kaliteye önem vermemiz gerekiyor. Ama bunun için olmazsa olmaz iki tane şart var. Birincisi liyakat, ikincisi akademik özgürlükler. Akademik özgürlük olmadan akademi olmaz. İstediğin kadar para harca. Hiçbir yere gidemezsin. Eleştiri olmadan, eleştirel düşünme olmadan bilim ilerlemez. Bilim ilerlemeden teknoloji ilerlemez, inovasyon yapamazsın, endüstride gelişemezsin, ekonomin gelişmez. Bütün bunların birbirine bağlantılı olduğunu herkesin bir fark etmesi gerekiyor ve üniversitelere otonomi sağlanması gerekiyor. Üniversitenin özgürleştirilmesi gerekiyor” cevabını verdi.
Prof. Dr. Kaynar ise, üniversitelerin ekonomik ya da siyasi saiklerle değil, eğitim politikası etrafında organize edilmesi gerektiğini belirterek, “Üniversiteyi, düşünmesi, nefes alması için bir bırakın. Siyasetçilerin bu işlerden bir miktar olsun elini, ayağını çekmeleri gerekiyor. Çünkü sen iktisat politikası olarak üniversite açarsan, ben yaptım oldu diye üniversite açarsan, üniversitedeki rakamları yarış haline, övünme mevzuuna getirirsen üniversitenin kalitesini düşürüyorsun. Üniversiteyi, üniversite için düşünmek lazım. Bunun önünü açtığımız zaman elbette ki hocalar, uzmanlar, bürokratlar çok daha aklı selim kararlar alacaklardır” dedi.