İskoçya Özerk Yönetimi Başbakanı Nicola Sturgeon ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın üzerinde anlaşabildiği tek bir şey var: İskoçya’da bağımsızlık referandumuna gitme oylaması yapmak için doğru zaman değil.
İngiltere’nin tartışmasız en önemli bu iki siyasi isminin üzerinde anlaşabileceği başka bir konu da pek yok.
Bunun ötesinde, Sturgeon yeni bir referandum için çok geçmeden baskı yapmaya kararlı. Johnson ise ‘hayır’ demeye…
Aslında bu iki ismin önemli bir ortak yanı var. Her ikisi de, şahsi karizmalarıyla destek topluyor, siyasi geleneklere karşı çıkıyor ve 10 yılı aşkın bir süredir iktidarda olan partilerinin seçim kazanmaya devam etmesini sağlıyor.
Ancak aralarında Birleşik Krallık’ın geleceği konusundaki anlaşmazlık çözüme kavuşursa, bu, bu iki isimden yalnızca birinin kazandığı, diğerinin kaybettiği bir durum ortaya çıkaracak.
Nicola Sturgeon bugünden itibaren söylemini sertleştirmeye hazırlanıyor. Boris Johnson’ın demokrasiye inanmadığını ve ikinci bir referandum talep ettiğini söyleyen İskoçya halkının isteklerine kulak tıkadığını öne sürüyor.
Sturgeon’ı destekleyenler ve hatta Johnson’a yakınlığıyla bilinen bazı isimler, ikinci referandum talebinin kestirilip atılmasının İskoçya’daki Birleşik Krallık’tan ayrılma arzusunu daha da körükleyebileceğini düşünüyor.
Sturgeon’ın lideri olduğu İskoç Ulusal Partisi (SNP), seçimlerden birinci çıktı ancak parlamentoda çoğunluğu bir sandalyeyle kaybetti. SNP’nin Yeşiller Partisi ile koalisyon kurması bekleniyor.
Yapılan son seçimlerde İskoçya parlamentosunda çoğunluk bağımsızlık yanlılarının eline geçmiş durumda.
İş mahkemeye mi gider?
Johnson’ın elindeki en önemli kozu, İskoçya’da özerk bir yönetim kurulmasını öngören 1998 tarihli kanunun yönetim biçimiyle ilgili düzenlemeleri oluşturuyor.
Bu kanunda, anayasanın “koruma altında tutulan bir mesele” olduğu belirtiliyor.
Bu da İskoçya’nın nasıl yönetildiği ve iktidarda kimin olacağına dair kararların, Birleşik Krallık’ın her bölgesinden gelen, Londra’daki parlamentoda alınması gerektiği anlamına geliyor.
Bununla birlikte hukuk uzmanları, bir şekilde konunun beklendiği gibi yargıya taşınması halinde bu hükmün yargı tarafından nasıl yorumlanacağının belli olmadığını söylüyor.
Bazıları için korkutucu, bazıları için memnuniyet verici
Sturgeon’ın arkasında bağımsızlık yanlıların çoğunlukta olduğu İskoç parlamentosu var. Johnson’ın yanında ise iktidarın gücü ve hukuk var.
Ancak her ikisinin de önünde başka sıkıntılar bulunuyor.
Sturgeon, İskoçya Parlamentosu’nun bağımsızlık yanlılarının elinde olduğunu söylese de halkın bu konuda bölünmüş bir halde olduğunu biliyor.
Siyaset uzmanı Prof. Dr. John Curtice, “SNP ve Yeşiller, seçim bölgelerindeki oyun yüzde 49’unu, Alba’yı da yanlarına aldıklarında yüzde 51’ini almış gibi görünüyor. İşin gerçeği ise bu seçim sonuçlarından yapabileceğimiz tek güvenilir çıkarımın İskoçya’nın bu konuda tam ortadan ikiye bölünmüş olduğudur” dedi.
Sturgeon, Parlamento’dan bir referandum kararı çıkartmak için yeterli bir çoğunluğa sahip olmasına karşın halk nezdinde bu çoğunluğun olmadığı düşünülüyor.
İkinci bir referandum ihtimali bazı seçmenler tarafından büyük bir sevinçle karşılanıyor. Ancak bazıları için bu ürkütücü bir ihtimal olarak görülüyor.
Dahası bu süreçte Sturgeon’ın karşısına 2014 yılında, kendisinin ve bağımsızlık yanlısı diğer başka önemli isimlerin söylediği, referandumun “hayatta bir kere yapılacak” bir şey olduğuna dair sözlerinin de tekrar gündeme getirileceği tahmin ediliyor.
Diğer yandan, Johnson’ın İskoçya Parlamentosu’ndan gelecek bir referandum talebini hemen kestirip atması, SNP’nin de Birleşik Krallık hükümetinin kendilerini dinlemediği yönündeki savını güçlendirebilir. Bu algı, bağımsızlık taleplerinin de daha yüksek sesle dile getirilmesine neden oluyor.
İngiltere hükümeti, ikinci bir referandumun önünü açmak istemediğinden çok emin. Ancak ülkenin birlik ve bütünlüğüne verilen desteği nasıl artırabileceğini ise pek bilmiyor.
Bu konu son yıllarda sıkça gündeme geldi. Yeni bir yaklaşım benimsenmesi, finansal kaynakların artırılması ve yeni bir odak noktasının belirlenmesi vaatleri yapılıyor.
Ancak Muhafazakar Parti çevrelerinde birliğin korunması için “bir şeyler yapılması gerektiği” konusunda görüş birliği olmasına karşın bunun tam olarak ne olduğu ise belirsizliğini koruyor.
Ne Sturgeon ne de Johnson şu aşamada bu konuyla ilgili kavgaya tutuşmak istiyor. Ancak bu kavganın ertelenmiş olması ortadan kaybolduğu anlamına gelmiyor.
Kendilerini rahatsız edici bir statükonun içinde bulan ve bunun değişmesini isteyen bu iki başarılı liderden birinin istediğini elde etmesi diğerinin kaybedeceğini gösteriyor.
Kazanan siyasetçilerin ortak özelliği
Son not: Seçimlerden çıkan bu karmaşık sonuçların ortak bir tarafı var. O da, kendi alanlarındaki konulara sahip çıkan ve bunları savunan siyasetçilerin kazanmış olması.
Bu isimler arasında tüm bu süreçte ön planda yer alan ve ‘İskoçya halkları’ için çalıştığını söyleyen Sturgeon’ın yanı sıra Manchester’da Andy Burnham, Galler’de Mark Drakeford, Tees Valley’de Ben Houchen ve West Midlands’ta Andy Street de var.
Belki de meselenin özü seçmenlerin pandemi boyunca kendilerine sahip çıkan liderlere destek vermiş olmaları.
İçinden geçtiğimiz bu olağanüstü dönem, özerk bölgelerin liderlerin üstlendikleri sorumluluğu ve bunu nasıl kullandıklarını hiç olmadığı kadar çok gözler önüne serdi.
Tamamen siyasi bir açıdan bakarsak, bu dönem bu liderlere bir platform sağladı.
Ancak belki de burada başka bir şey daha var. Partilerden ve pandemi döneminden bağımsız olarak, kendilerini Westminister’daki Birleşik Krallık yönetimine karşı konumlandıran ve popülerliğini artırmak için zaman ve çaba sarf eden isimlerin bunun karşılığını aldığı görülüyor.
Göz önünde olmak, çağrıldığı yere gitmek ve daha ufak siyasi ortamlarda sesini yükseltmek, ülke çapında büyük bir siyasi kazanım sağlıyor.
Westminister’daki siyasetçiler, bu liderlere gıpta ediyor. Bu konu önümüzdeki dönemde de karşımıza çıkmaya devam edecek!
KAYNAK: BBC TÜRKÇE