Suç örgütü lideri Sedat Peker’in açıklamaları ve bu açıklamalara tepkiler gündemi domine etmiş durumda.
Günlerdir YouTube’da Sedat Peker videoları izleniyor, sosyal medyada Peker’in açıklamaları konuşuluyor.
Sedat Peker’in ‘kariyerini’ ve anlattıklarını düşününce konuşuluyor olması son derece normal.
Hatta az bile.
Zira Peker’in şu ana kadar anlattıkları ve anlatacağını söylediği konular hukukun işlediği normal bir ülkede iktidarı düşürür, ordudan yargıya oradan medyaya şiddetli artçı sarsıntıları olurdu.
Ancak Türkiye’de ‘yaprak kıpırdamıyor’ daha doğrusu iktidar, bürokrasi, yargı ve medya üç maymunu oynuyor.
Düşünsenize: ‘Hırsız Var’ ya da ‘128 Milyar Nerede?’ diye tweet atsan sabahın köründe polis kapınızı kırar, mahkeme “Erdoğan’a hakaret” suçlamasıyla tutuklar ama Peker genç bir gazetecinin öldürülmesinden tonlarca kokaine kadar “deve dişi gibi” suçları anlatıyor ama ‘tık’ yok.
Televizyonların alt yazısına bile karışan, gazetenin bilmem kaçıncı sayfasındaki fotoğraf altına müdahale eden Cumhurbaşkanı Erdoğan günlerdir sessiz. Dahası olayın doğrudan muhatabı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dut yemiş bülbül gibi.
Peki Erdoğan ve AKP cenahındaki suskunluk neyin nesi? Peker’in ifşaatları Erdoğan rejiminde nereye oturuyor ve bu resim bize ne söylüyor?
Gelin aşama aşama analiz edelim.
SUSURLUK İLE KIYASLANAMAZ
Peker’in açıklamalarından hareketle rezaleti Susurluk Skandalı’na benzetip bu olayı da AKP’nin Susurluk’u olarak tanımlayanlar oldu.
Peşinen söyleyeyim, yanlış bir tanımlama. Çünkü şu an yaşananlar Susurluk’la kıyaslanamayacak kadar derin ve sistematik bir kriz.
Çünkü Susurluk Skandalı’nda devletin içinde nüfuz etmiş suç örgütleri, siyaset ve bürokrasi üçgeni vardı.
Bir bakıma mafya vardı ama devletleşmemişti.
Medya şimdiki gazete ve televizyonlarla kıyaslanamayacak kadar güçlüydü. TBMM’de araştırma komisyonu kurulup olayın üzerine gidilebiliyordu. Yargı harekete geçip soruşturuyor, kirli ilişkiler ağına neşter atılabiliyordu.
İdeal değildi ama en azından kırık dökük de olsa işleyen bir ‘devlet mekaniği’ vardı.
Şimdi öyle bir durum yok.
Çünkü Erdoğan rejiminde mafya devletleşti. 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalı sonrası kendi iktidarının geleceği için tüm kirli organizmalarla işbirliğine giden Erdoğan bu karanlık yapılanmalara can suyu oldu.
Hırsızı katili yakalayan polisler savcılar hapse doldurulurken eli kanlı katiller serbest bırakıldı, Erdoğan tarafından sırtları sıvazlandı, Saray’da ağırlandılar.
Hani CHP ve az sayıdaki muhalif kesimler “Sedat Peker’in ifşaatları üzerine soruşturma açacak namuslu bir savcı yok mu?” diye soruyor ya, işte o savcılar 7 yıldır Silivri zindanlarında çürüyor.
Yazının konusu bu değil ama Erdoğan’ı suçüstü yapmış polisleri ve savcıları yedi yıldır görmezden gelip şimdi “Nerede bu savcılar?” derseniz ciddi bir samimiyetsizlik örneği sergilemiş olursunuz.
Maalesef muhalefet yıllardır 17 Aralık’ın rantını yiyeyim ama ‘fe.ö türküsünü’ de söyleyeyim iki yüzlüğünü sergilediği için bugün kendi kendine konuşuyor.
Esasa geri dönersek.
Erdoğan yönetimi altında mafya artık devletleşti. Aynı zamanda devlet de mafyalaştı.
Artık bağımsız medya yok. Yargı 15 Temmuz kumpası sonrası tamamen Saray’a bağlandı. Yargı artık sadece hükümetin değil mafyanın da hizmetinde.
TBMM tamamen işlevsizleştirildi.
Hal böyle olunca bugün yaşananları Susurluk ile kıyaslamak anlamsız.
Bir yönüyle “Türkiye 90’lara mı dönüyor?” tartışmaları da yersiz çünkü şu an gelinen nokta yeni bir durum.
Hatta “hiç yaşanmamış bir dönem” denebilir.
Eskiden devlette bir takım kirli kapaklı işler olur, mafya ve çetelerle iş tutan bürokratlara rastlanırdı. Şimdi bizzat devletin kendisi mafyalaştı. Asıl tehlikeli olan bu.
Düşünsenize, bugün suç örgütü lideri denilen kişi yakın zamana kadar iktidar adına mitingler yapıyor, muhalifleri “kanlarında duş almakla” tehdit ediyordu.
İktidar mafyayı Suriye’ye silah göndermek dahil kirli işlerinde kullanırken mafya da devleti ardına alarak suç imparatorluğu kurdu.
Bir nevi bir olma hali var.
Bugün Sedat Peker’in bile isyan ettiği işkence, kötü muamele, adam kaybetmelerle anılan “Mehmet Ağar polisliği” artık rejimin karakteri sayılır.
O yüzden dönülen yer 90’lar değil. Hatta kıyaslamak bile mümkün değil.
‘ZAMANIN RUHU’NA UYGUN BİR KOMUTAN!
Mafyanın devletleşmesi, devletin mafyalaşması diye özetlenebilecek bu sürecin örneklerini bürokrasinin her aşamasında görmek mümkün.
Mesela sadece İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Süleyman Soylu’nun fotoğraf çektirdiği kişileri toplasanız piyasada suç örgütü kalmayacak!
İçinde bulunduğumuz şartların 90’larla ya da Susurluk günleri ile kıyaslanamayacak kadar kötü olduğunun bir başka delili ise bizzat Jandarma Genel Komutanı Org. Arif Çetin.
Tıpkı İçişleri Bakanı Soylu gibi onun da mafya ve suç örgütleriyle fotoğraf albümü var.
Dahası, Sedat Peker gazeteci Yeldana Kaharman’ın ölümünde Mehmet Ağar’ın oğlu AKP Milletvekili Tolga Ağar’ın rolü olduğunu iddia ettikten hemen sonra Jandarma Genel Komutanı Arif Çetin bir açıklama yapıp “Tolga Ağar’ın rolü yok” dedi.
Peker’in, olayın üstünü örtmekle suçladığı Jandarma Genel Komutanı’nın açıklamasının Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan önce gelmesi şaşkınlık yaratmıştı.
Takip eden günlerde gördük ki Mehmet Ağar, Tolga Ağar ve Arif Çetin arasında sıradışı bir ilişki var. Çetin, Ağar’ların önünde el pençe divan duruyor.
Jandarma komutanı Çetin’in fotoğraf albümü Ağar’larla sınırlı değil.
Suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’nın sağ kolu olarak bilinen bir başka suç örgütü lideri Selahattin Yılmaz ile de fotoğrafları çıktı. Tolga Ağar karşısında elleri bağlı duran Çetin’in Metro Turizm’in kaçak sahibi Galip Öztürk ile gasp ve haraç çetesi lideri Selahattin Yılmaz’la da fotoğrafları ortalığa saçıldı
Rejimin karakteristiğini, bürokrasideki yansımasını daha iyi anlayabilmek için Arif Çetin’e daha yakından bakmakta fayda var.
Zira Arif Çetin, 15 Temmuz’da kurulan kumpasın kritik isimlerinden birisiydi. Özetle anlatacak olursak:
O dönem tümgeneral rütbesiyle Jandarma Harekat Başkanı’ydı. Emekliliği beklenirken 2015’te görev süresi bir yıl uzatıldı ama 2016 yazında emekliliğine kesin gözüyle bakılıyordu.
Dönemin Jandarma Genel Komutanı Org. Galip Mendi ile yıldızı barışmayan Çetin, sıradışı bir yol izleyerek (aslında 15 Temmuz aktörlerinin hepsi gibi) hükümetle yakın temasa geçti.
Ne tesadüf ki, 15 Temmuz akşamı tüm komutanlar düğüne gitmişken Tümgeneral Arif Çetin 200 bin kişilik Jandarma teşkilatının başında nöbetçi kalmıştı.
Yine nasıl bir tesadüf ise normal şartlarda 20:30 ya da 21:00 gibi mesaiyi terk eden Çetin o gün 18:30’da karargahtan ayrılıyor ve ortadan kayboluyor. Uzun bir sessizlik sonrası 02:30 civarında NTV’ye bağlanarak açıklama yapıyor.
Durumu daha da ilginç kılan ise Tümgeneral Arif Çetin’in karargaha gidip duruma el koymak yerine Hisarcıklıoğlu Camii’nin imamının evinden televizyonlara bağlanması oldu.
Arif Çetin’in yaptıkları ve televizyonlara verdiği demeçler 15 Temmuz kurgusundan haberdar olduğuna dair şüpheleri büyüten türdendi.
Çünkü televizyonlara bağlanmadan kendisini arayan isimlere ‘siber saldırı’ ya da ‘terör tehdidi’ açıklamaları yapan, birçok personelin karargaha çağrılmasına aracılık eden Çetin ilerleyen saatlerde jandarma karargahında yaşanacak can pazarının da zeminini hazırlamıştı.
Arif Çetin, Hisarcıklıoğlu Camii’nin imamını nereden tanıdığı, o gece nasıl onun evine gittiğini henüz açıklamadı. Ama imamın evinden televizyonlara bağlanırken karargahta ve duruma hakim olduğunu anlattı.
“Galip Mendi’nin emirlerini iletiyorum” dediği anda Mendi derdest vaziyetteydi.
Arif Çetin olayları bastırabilecekken polis özel harekatla jandarma karargahına operasyon yapıp teslim olmaya çıkan askerlerin keskin nişancı atışı ile ölümüne neden oldu.
Arif Çetin’in 15 Temmuz’da yaptıklarına dair bir başka önemli detay da şöyle:
Malum olduğu üzere dönemin Emniyet Terör Daire Başkanı Turgut Aslan koruması ve şoförüyle 15 Temmuz akşamı 22:16’da Jandarma Genel Komutanlığı’na gitti.
İçeriye girmesine izin verilmeyince Jandarma Harekat Başkanı Tümgeneral Arif Çetin’le görüşmeye geldiğini söyledi ve içeri alındı. Derdest edildi ve koruması şehit olurken kendisi de ağır yaralandı.
Aslan, Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verdiği 5 Aralık 2018 tarihli dilekçesinde özetle şöyle diyor:
“Darbe girişiminin başladığı gün, Jandarma Genel Komutanlığı yanında, emniyetin üst düzey isimleriyle gizli bir toplantı yaptık. fe.öcü askerleri gözaltına alma planlarının yapıldığı bir toplantıydı. Toplantıdan çıkarken yaşanan hareketlilik üzerine Tümgeneral Arif Çetin’i aradım. Arif Çetin olanlara henüz vakıf olmadığını ve siber saldırı olabileceğini söyledi. Arif Çetin ile Jandarma karargahında buluşmak üzere sözleştik. “
Aslan’ın ifadesi “Nasıl yani?” dedirtiyor.
Çünkü henüz darbe girişimi başlamadan gizli bir şekilde ‘FETÖcü askerlerin tutuklanmasına dair planlama toplantısı’ yapıyorlar.
Üstelik terör daire başkanının böyle bir olayda yetkisi de yok.
Tuhaflıklar burada da bitmiyor: TSK ya da TSK’da bir grup darbeye kalkışıyor ancak TEM daire başkanı yanında iki polisle darbenin merkezlerinden birine gidiyor.
Tıpkı Fidan’ın ‘darbe ihbarını’ aldıktan sonra Genelkurmay Karargahı’na gidişi gibi tuhaf bir durum. Ayrıca Tümgeneral Arif Çetin de karargahta değil. Hem toplantı hem de Aslan’ın Jandarma Genel Komutanlığı’na gidişi hayli şüpheli.
Arif Çetin, 15 Temmuz akşamı gösterdiği performansın sonucunda 2016’da Korgeneralliğe bir yıl sonra da Orgeneralliğe yükseltilerek Jandarma Genel Komutanlığı’na atandı.
Yazının konusu 15 Temmuz ve Arif Çetin olmadığı için bu paragrafa nokta koyup Sedat Peker’in açıklamalarına geri dönelim.
‘DEVLETİN SESSİZLİĞİ’ SUÇ ORTAKLIĞINDAN MI?
Sedat Peker şu ana kadar milyonlarca kez izlenen videolarında çok şey söyledi ama bildiklerinin çoğunu sustu. Bir bakıma sahnenin kenarında ısınıyor, henüz piste çıkmış değil.
Başta Suriye’ye gönderilen silahlar olmak üzere ‘esasa ilişkin’ konularda açıklama yapması muhtemel.
‘Muhtemel’ diyorum çünkü Peker şu ana kadar yaptığı açıklamalarla pazarlık yapmaya çalışıyor. Eğer Erdoğan ve ekibi ile uzlaşır, eski pozisyonuna dönebilirse videolar burada kesilir.
Yeni bir uyuşmazlığa kadar Peker sessizliğe gömülür, hatta yeniden Erdoğan için mitinglere başlar.
Bu noktada asıl sorulması gereken soru şu:
Erdoğan hesabını kitabını yapmadan, çıkarını netleştirmeden biriyle beş dakika bile oturmaz, bir araya gelmez.
Acaba Erdoğan rejimi ve bileşenleri Sedat Peker gibi bir suç örgütü lideriyle neyin pazarlığını-planını yaptı?
Ne tür işbirliklerine girdi ki, Peker’in bugünkü açıklamaları karşısında Erdoğan ve AKP kurmayları sessizliğe gömüldü?
Adem Yavuz Arslan / TR724