Zafer Kıraç*
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda Gara’da 13 yurttaşın öldürülmesiyle ilgili yaptığı konuşmada İnsan Hakları Derneği’ni (İHD) hedef aldı. “1984’ten bugüne kadar terör örgütü 6 bin 21 sivil katliam gerçekleştirdi. O İnsan Hakları Derneği denilen canı çıkasıca dernek bir tanesi için bir laf söyledi mi?” dedi.
İHD ve çalışanlarına büyük haksızlık bu.
Doğal olarak Soylu’nun suçlamalarına yanıt veren İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, “Kendisi istese diyalog kurardı, alırdı. Musul’da nasıl yaptılarsa, denizcilerde ne yaptılarsa, aynısını yapması gerekirdi. ‘Terörle muhatap olmayız’ diyenler neden başka teröristle muhatap oluyor? Başkalarını suçlayarak sorumluluğundan kurtulmaya çalışıyor” dedi.
Bakan Soylu’yu İHD’nin “canını çıkartma” değerlendirmesine getiren husus, sayısını ilk defa açıkladığını söylediği sivil katliamlarla ilgili olarak İHD’nin sessiz kaldığı iddiasıdır. Bu iddianın yanlış olduğunu anlamak için internet sayfalarına bakmak ve yaptıkları açıklamaları okumak yeterli olacaktır. (1)
İHD, bir insan hakları örgütüdür, 1986 tarihinde 98 kişinin imzasıyla kuruldu. Yani tam 35 yıldır var. Kurucular arasında mahpus yakınları, yazarlar, gazeteciler, yayıncılar, akademisyenler, avukatlar, hekimler, mimar ve mühendisler, öğretmenler vardı. 12 Eylül 1980 sonrası, yani pis ve kanlı bir darbenin sonrasında kuruldu. Temel amaçlarından biri insan yaşamının korunmasıdır. Bu amaçlarını gerçekleştirmeye çalışırken elbette en çok mücadele ettiği ve karşı karşıya kaldığı kesim iktidarlardır. O iktidarlar ki; hem darbeyi eleştirip hem de o darbenin insan haklarına düşman yasalarıyla tam 40 yıldır utanmadan yaşıyorlar.
Oysa İnsan Hakları Derneği yoluna kuruluş ilkelerinden ödün vermeden devam ediyor.
Soruyorum; insanlarının güvenliğinden birinci derecede sorumlu bir bakan nasıl olur da yurttaşlarının bir bölümünün emeği ile oluşturulmuş bir yapıya ‘canı çıkasıca’ bir dernek diyebilir? En hafifi ile bu hedef göstermektir ve çok tehlikeli bir yaklaşımdır.
Terör, bu yapıların ve bu yapıları kuran insanların canı çıkarsa ortadan mı kalkacaktır? Peki yoksulluk, açlık mı bitecektir? İşkence kötü muamele son mu bulacaktır? Neyi yapmanıza engel oluyor bu kurumlar ve insanlar, yani neyi düzelteceksiniz canları çıkarsa?
İnsan hakları alanında çalışmak zordur. Bütün yaşamınızı içine alır, yaşam biçimine dönüşür hak savunuculuğu. Zordur bütün önyargılarınızdan uzaklaşıp insana insan olduğu ve hakları olduğu gerçeğiyle yaklaşmak. İnsan hakları alanında çalışanlar çok güçlüdürler, bu güçlerini insanlık tarihinin evrensel değerlerinden alır. Olabildiğince cesur ve ahlaklı olmaya çalışır, ancak bu şekilde başa çıkılabilir karşılaşılan zorluklarla.
Bütün bilgi birikimler yazılı hale gelir, uluslararası sözleşmelere dönüşür ve iktidarların önüne uygulanmaları için gelir. İktidarlara düşen, bu evrensel insan hakları değerlerini ve kurallarını hiçbir ayrım yapmadan uygulamaktır. Bütün yurttaşlarına karşı eşit ve adil olmaktır. Yani sayın bakanın işi budur.
Ülke olarak insan hakları alanında dernek ve üye sayıları açısından hiç de iyi bir yerde değiliz aslında. Yani bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar insan hakları derneklerin var, onların da canı çıksın öyle mi?
Yani bu derneklerde yıllardır kendi hayatlarını zorlaştırma pahasına insan hakları sorunlarını ortaya çıkarmaya, belgelemeye ve savunuculuk yapmaya çalışan bir avuç insanın canı çıksın öyle mi?
Zaten sürekli iktidarın ve çeşitli güç odaklarının tehditleri altında çalışarak ve bunu insanlık adına bir görev sorumluluğu ile yaparak insanlara haklarını arama bilinci oluşturan insanların canı çıksın öyle mi?
İstenen nedir peki, yurttaş değil kul olmak mıdır istenen? Yurttaş hakkını arar, bunun için insan hakları alanında çalışanlar yardımcı olur. Örgütlenilir, bir güç oluşturularak haksızlığa, hukuksuzluğa karşı gelinir.
Bugün olan tam da budur. İnsan hakları örgütleri zaten bu amaçla vardır. İnsan Hakları Derneği 35 yıldır tam da bunu yapmaktadır.
İstenen nedir söyleyeyim, insan hakları çalışanları ve örgütleri olmasın, sadaka, yardım mantığı ve ilişkisiyle kölelik devam etsin. Budur istenen. Bu iktidarın uzun süredir sivil toplum çalışmalarından anladığı budur. Eksiklerinin, yanlışlarının hatta suçlarının görmezden gelinmesidir.
İnsan Hakları Derneği son yaşanan olayla ilgili oldukça detaylı bir paylaşımda bulundu;
“İHD, açıklamalarını uluslararası insan hakları hukuku, insancıl hukuk ve evrensel insani değerler üzerine yapar. İHD için devlet dışı aktörlerin hukuki ve ahlaki sorumluluğunu belirleyen ölçütler de sayın Bakanın siyasi beklenti ve hedefleri değil bu uluslararası kural ve ilkelerdir. Şüphesiz bir insan hakları örgütünün doğru veya yanlış davrandığının ölçütü bir siyasi kişinin şahsi tercihleri değil, uluslararası insan hakları kuralları olacaktır.
Bunun dışında İHD’nin yıllık olarak hazırladığı İnsan Hakları İhlal Raporu ve bilançosunda “saldırıya uğrayanlar” ve “yasadışı örgüt saldırıları” bölümü bulunmaktadır. Bu bölümlerde özellikle yasadışı silahlı örgütlerin gerçekleştirdiği saldırılarda yaşamını yitiren ve yaralanan insanlara yer verilmektedir.
İçişleri Bakanı, bu ülkede yaşayan herkes gibi İHD’nin ve üyelerinin de can ve mal güvenliğinin sağlanmasıyla mükelleftir. Oysa Bakan Soylu, Meclis kürsüsünde konuşma yaparken, konu Derneğimiz de değilken, kasıtlı ve kötü niyetli bir şekilde kendi sorumluluğunu örtmek için Derneğimizi hedef almış, Dernek yönetici ve çalışanlarının can ve mal güvenliğini tehlikeye atmıştır. Bakanın kullandığı dil ve üslupla, kendi hatalarını kapatmak için, insan hakları savunucularını hedef göstermesi asla kabul edilemez. Nitekim bu konuşmadan sonra derneğimize e posta ve sosyal medya yolu ile tehdit mesajları gönderilmeye başlamıştır. Bakanın Derneğimize yönelik bu üslubunun ne kadar tehlikeli olduğu ve can güvenliğimizi riske ettiği hususu, Türkiye ve Dünya’daki insan hakları savunucularını koruma mekanizmalarına da acilen bildirilecektir.
İçişleri Bakanı şayet randevu taleplerimizi kabul etseydi bütün bu hususları kendisi ile yüz yüze konuşup birbirimizi daha iyi anlayabilirdik. Şimdi bu vesileyle, Bakan Soylu’yu İHD’den özür dilemeye ve diyalog kapılarını açmaya davet ediyoruz.” (2)
Bu arada çok değil sadece 3 ay önce, İnsan Hakları Derneği heyeti 2 Aralık 2020 tarihinde Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ile bir değerlendirme görüşmesi yapmış. Heyet İHD’nin “İnsan Hakları Eylem Planı” ile “Adalet Reformu Strateji Belgesi” hakkındaki daha önceden bakanlığa ilettiği görüşleri tekrardan hatırlatma fırsatı bulmuş. İnfaz kanunu değişikliği ve hapishanelerdeki hak ihlalleri, insan hakları savunucularına yönelik soruşturma ve davalar ile diğer insan hakları konuları da toplantıda görüşülmüş. Tarafların diyaloğun devam etmesine vurgu yaptığı görüşme sırasında İHD tarafından hazırlanan ve görüşmede ele alınan konularını içeren dosya da bakanlığa sunulmuş. (3)
Yani Adalet Bakanının muhatap alıp görüşme yaptığı dernek üç ay bile geçmeden canı çıkasıca bir dernek olarak ilan edilmiş. Bakanlıklar arası bilgi alışverişi yok mu, ortak bir insan hakları politikanız yok mu?
İHD’nin çalışmaları kamuoyuna açık, görülüyor ki alıkonulan asker ve polislerin serbest bırakılması konusunda bugüne kadar defalarca çağrı yapılmış. Yaptıkları girişimler sonuçsuz kalmış. İHD her zaman sivillere yönelik saldırıları kim yaparsa yapsın kınamış ve karşı çıkmıştır. Alıkonulanların serbest bırakılması konusunda İHD’nin geçmiş yıllardaki tecrübesi ve bugüne kadar sağ salim kurtardığı insanların durumu konusunda kamuoyunu her zaman bilgilendirmiştir. Bu bilgilere ulaşmak için, iyi niyetle biraz çaba göstermek yeterli olacaktır.
İçişleri Bakanı, bu ülkede yaşayan herkes gibi İHD’nin ve üyelerinin de can ve mal güvenliğinin sağlanmasından sorumludur. Bakan Süleyman Soylu’yu İnsan Hakları Derneği ve tüm insan hakları emekçilerinden özür dilemeye davet ediyorum. Türkiye ancak bu şekilde yoluna devam edebilir. İnsan hakları çalışanlarını yok sayan bir zihniyet ülkeyi aydınlık günlere götürmez aksine ülkeyi kapatır, karanlığa hapseder.
İnsan Hakları Derneği kuruluşundan bugüne yaptıklarıyla yoluna devam ediyor. Elbette eleştirilecek yanları da olacaktır ama övgüyü fazlasıyla hak ediyor. Bu övgüyü iktidarlardan alması gerekmiyor, Cumartesi Annelerinden, Roboski, Suruç ve Ankara katliamlarına karşı duruşundan, insan hakları sorunu yaşayan kadınlardan, erkeklerden, çocuklardan alıyor. Türklerden, Kürtlerden, Ermenilerden alıyor. Gücünü ezilenlerin haklarını savunuyor olmaktan alıyor. İHD iyi ki var. İHD‘yi var edenler iyi ki varsınız.
İnsan hakları örgütleri bir kere daha tehdit edilmiştir. İnsan hakları savunucuları cumhurbaşkanından, bakanlarına ve iktidar ortaklarının parti sözcülerine kadar hep bir ağızdan hedefe konulmaktadırlar. İktidarın hedef tahtasında sadece İHD yok, hak temelli çalışan sivil toplum örgütleri, hak ve hukuk peşinde koşan milletvekilleri sendikalar, akademisyenler, öğrenciler.
Adil ve eşit bir Türkiye’nin yaratılmasında en büyük engel bu hastalıklı yapıdır. Engel insan hakları örgütleri değildir. Zaten biliriz, insan hakları çalışanları iktidarlar tarafından sevilmez, çünkü derin yanlışlıkları ortaya koyarlar.
Yazık oluyor bu ülkeye. Çok yazık.
25 yıldır insan hakları alanda çalışan birisi olarak, elbette boyun eğmeyeceğiz ve bu ülkenin aydınlık yarınlarını kurmak için çaba göstermeye devam edeceğiz. İnsan hakları çalışanları bilirler ki eninde sonunda barış kazanacaktır.
Barış kazanacak.
1) https://www.ihd.org.tr/alikonulan-kisilerin-yasamini-yitirmesi-cok-uzgunuz/
2) https://www.ihd.org.tr/icisleri-bakani-suleyman-soylunun-ihdyi-hedef-gosteren-aciklamalarina-karsi-zorunlu-cevap/
3) https://www.ihd.org.tr/ihd-heyeti-adalet-bakani-sayin-gul-ile-gorustu/
*İnsan hakları çalışanı