YORUM | MAHMUT AKPINAR
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde adalet kelimesi, “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, herkese hakkı olanı verme, doğruluk” olarak tanımlanmış.
İdeoloji ideadan gelir, düşüncelerin sistematik forma sokulmuş halidir. Politik nitelik kazanması Fransız İhtilali sonrasına rastlar. Hegel’in diyalektik yaklaşımının ideolojilere etkisi büyüktür. Hegel’in devlete yüklediği anlam pek çok düşünürü problemlerin devletle çözülebileceği fikrine sevk etmiştir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk yarısı ideolojiler asrı olmuş, Marxizmden, faşizme kadar çeşit çeşit devlet-toplum düzeni öneren ideolojiler türemiştir. İdeolojiler insanları şekillendirmek, toplumlara tahakküm etmek ister. Zira kendilerince “harika” reçeteleri vardır.
İdeolojilerden bazıları uygulama alanı bulup devletleşmiştir. Ama gerçeklerle yüzleşince idealize ettikleri görüşleri revize etmişlerdir. Nasyonal sosyalizm (faşizm) ve komünizm gibi ideolojilerin insanlığa ağır maliyeti olmuştur. Hitler Alman ırkının üstünlüğüne dayalı ideolojisi ile Almanlara ve dünyaya yıkım yaşatmıştır. Komünizm emeği koruyan, herkesin eşit olduğu bir yönetim kuramamış, aksine yeni imtiyazlı gruplar oluşturmuştur. Teşebbüs kabiliyetini, üretme arzusunu öldürmüş ve 70 yıl içinde çökmüştür.
İdeolojik devletlerin hukuk devleti olması imkansızdır. Zira ideoloji ve hukuk birbiriyle çelişen iki kavramdır. İdeoloji öne çıktıkça devletler hukuktan, adaletten uzaklaşır. Polis devleti hukuk devletinin karşıtı gibi görünse de, daha ziyade baskıcı, güvenlik esaslı uygulamaları ifade eder. Çaha’ya göre felsefi anlamda hukuk devletinin zıddı, ideolojik devlettir.
İdeolojiler ve ideolojik devletler genellemecidir (totolojik). Toplum mühendisliğine yönelik genelleyici illüzyonlar üretirler. Bu nedenle totaliterdir, baskıcıdır. Kendi doğrularını, yaklaşımını bütüne uygulayarak sonuç almaya çalışır. Farklı değişkenleri dikkate almaz, karmaşık olayları basite indirger. Devrimci davranışlar gösterir, mevcudu değersizleştirir ve değiştirmek ister. İdeologlar genelde hayalperesttir, mevcut durumu değil, olması gerekeni dikkate alırlar. Takipçiler ideologları mesiyanik kurtarıcı gibi görür. İdeolojiler mutlaka bir “öteki”, “düşman” üretmek ve kendisini öteki üzerinden meşrulaştırmak zorundadır. Bu nedenle fanatizm ve öfke üretirler.
Bir devlet meşruiyetini hukuk yerine ideolojiden alıyorsa ideolojik devlettir. Artık nesnelliğini, tarafsızlığını, adil olma potansiyelini kaybeder. Devlet erkini ele geçiren ideolojiler toplumu dönüştürmek ister. Bunu eğitimi, okulları, medyayı ve kamu kurumlarını kullanarak yapar. Dönüştürmede zor ve baskı kullanır. Oysa devletin görevi insanları dönüştürmek değil, onların güvenliğini, huzurunu sağlamaktır. Hizmet etmektir, adaleti tesis etmektir. İdeolojik devletler yasalarla hareket eder, ama hukuki değildir. Çünkü hukuka aykırı pek çok yasaya sahiptirler.
İdeolojik devletlerin çoğulcu olması mümkün değildir. Zira farklı düşünenleri kabullenmez, onları düzeltilmesi gereken kişiler/kesimler olarak görür. İdeolojiler insana beşeri malzeme olarak bakar. Bireyin hakları kolayca ideoloji için feda edilir. Mesela faşizm bir ırkı yüceltir, ama o ırkın fertlerini devlet için öldürmekten çekinmez. Hitler kadar Alman’ın ölümüne sebep olan başka kişi bulamazsınız. İdeolojik devletlerde “devlet için ölmek, öldürmek!” kutsanır. “Devlete ihanet etmek!” “devlete karşı gelmek!” gibi suçlar vardır. İdeolojik devletler kendisini topluma karşı sorumlu hissetmez.
İdeolojik devletlerde demokratik süreçler bazen işlese dahi, ideoloji demokrasinin, siyasetin üstündedir. Devlet, siyasetçilerin etkisine açık olacak kadar demokrat değildir. Değiştirilmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler vardır (Kemalizm). Siyasi elitler ideolojinin kutsal alanına giremez, onu eleştir(e)mez, ona dokun(a)maz. Devletin bir çekirdeği (core) vardır. Buna derin devlet, statüko da denebilir. Siyasetçiler, yargıçlar, yöneticiler bu sınırlar içinde kalmak zorundadır. İdeolojik devletlerde merasimlere, sembollere önem verilir. Hükümetler gelir, gider ama devletin niteliğine dokunamaz.
İnsanın doğal ve doğuştan gelen, devredilemez, niteliği değiştirilemez hakları vardır. Yaşam hakkı, düşünme, üretme, mülkiyet edinme, tercihte bulunma bunlardandır. İslam da canın, malın, aklın, neslin ve inançların korunmasını garanti altına almıştır. İnsanı dünya ve ahiret için sorumlu hale getiren iradesidir, tercihidir. Dolayısıyla insanların iradesi tahakküm altına alınamaz. Allah tarafından insana verilmiş özgür irade, otonomi korunması gereken emanettir. Özgürlüğü ve iradesi olmayanın hukuki ve dini sorumluluğu olmaz. Bu temel hakları kimse engelleyemez, gasp edemez. Onlar evrenseldir, vazgeçilmezdir, kamu hukukunun alanına girer. Ama akitler sonucu elde edilen haklar devredilebilir. Mesela mülkiyet edinme hakkı devredilemez, ama mülkiyet devredilebilir. Zira ilki ilahi, tabii haktır, diğeri edinilmiş hak. İnsan olmaktan kaynaklanan haklar lütuf olarak görülemez, sınırlanamaz. Devletin görevi her şeyden önce bu hakları korumaktır.
Hayek’e göre kanunlar insanlara özgürlüğünü kullanma ve kolaylaştırma imkanı sunmalı ve tarafsız olmalıdır. Liberal yaklaşımda hukuk bireyi devletten korumak ve yöneticilerin kurallara bağlı kalması için vardır. Hukuk devletinde keyfilik yoktur, herkes yasalar önünde eşittir. Devlet vatandaşları arasında tarafsızdır. Oysa ideolojik devletlerde “devlet düşmanları” ve “rejime sadık olanlar” ayrımı vardır. Hukuk devleti meşruiyetini hukuktan alırken, ideolojik rejimler ideolojiden alır.
İnsan devlet için değil, devlet insan içindir. Devlet insana hizmet için üretilmiş bir aygıttır, kutsal değildir. Devletin en temel görevi adaleti tesis etmektir. Ancak ideoloji baskın olduğunda adaleti tesis etmek, hukuku gözetmek mümkün olmaz. Zira ideolojik beklentiler, hedefler devreye girer ve kamu kurumlarının, kamu görevlilerinin tarafsızlığı, bağımsızlığı ortadan kalkar. İdeolojik yönetimler rejimi insanın, hukukun önüne koyar. Adaleti ideolojik gerekçelerle öteler, bazen yok eder. Çünkü insanın değil, rejimin yaşaması önceliklidir. Bu yaklaşım zaman içinde sistematik haksızlıklara, zulümlere dönüşür.
Cemil Meriç’in ifadesiyle “ideolojiler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir”. İdeolojik aidiyetler düşünceyi bloke eder, aklı esir alır, vicdanları köreltir. Ayrıca ideolojiye ram olan insanlar özgür, esnek düşünemez. Şablonlar arasına sıkışmıştır. Yanlışları fark etmez, fark etse doğruya dönemez. İdeolojiler insanları gerçeklikten koparır, farazi dünyalara hapseder. Bu nedende ideolojinin olduğu ortamda adalet barınamaz. Yargıçlar, bürokratlar hukuku, insanı gözardı edip ideolojiyi koruyan militanlara dönüşürler. Hitler, Stalin, Pol Pot gibi liderler katliamlarının ideoloji ile meşrulaştırmıştır.
Semavi dinlerin varlık sebebi insanların dünyevi ve uhrevi huzurunu sağlamak, hakkı ikame etmektir. “Adil” Allah’ın büyük isimlerindendir. Adalet, tevhid, nübüvvet, haşirle birlikte Kur’an’ın 4 temel kavramı arasındadır ve daha ziyade sosyal hayata bakar. Allah: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun; bu, Allah korkusuna takvaya en çok yakışan davranıştır.” (Maide:8) buyuruyor. Her Cuma imamlar hutbede: “Muhakkak ki Allah size adaletli olmayı ve iyiliği emreder” (Nahl:90) ayetiyle uyarır. Nisa suresinde (58) ise “Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emrediyor” demektedir.
Kur’an’da mümin var, Müslüman var, ama “İslamcı” yok. İslam var, ama “İslamcılık” yok. İslamcılık (Islamism) izmler çağında coğrafyalarımızın işgaline reaksiyon olarak çıkmış, dinin ideolojileştirilmiş halidir. Devleti hedefleyen, toplumun devlet marifetiyle düzeleceğine, değişeceğine inanan bir ideolojidir. Diğer ideolojiler gibi baskıcıdır, totolojiktir, sloganiktir, ötekileşticidir, dönüştürücüdür. Bir mümin insanların dünya ve ahiret saadeti, selam (barış) için didinir, ama kimsenin iradesini yok etmeye çalışmaz, anlatmakla yetinir. İslamcı ise devleti ve gücü ele geçirip toplumu toptan değiştirmeyi hedefler. İslamcılık din soslu ideolojidir. Diğer ideolojilerden daha zararlıdır, çünkü içine inanç, adanmışlık, kutsallık da katılmıştır. Bu nedenle dini ideoloji haline getiren cihadist gruplar (IŞİD, El Kaide, Boko Haram vb) ibadet neşvesiyle katliamlar yapabilmekte, çok acımasız olabilmektedir. Zira bu militanlar öldürerek, zulmederek, insanların haklarını gasp ederek sevap işlediğini düşünmektedir.
Diğer ideolojiler gibi, ideolojileşmiş dini yaklaşımlar da adaleti koruyamaz, toplumlara huzur, güven, birlikte yaşam vaat edemez. Maalesef Türkiye’de ve dünyada siyasal İslam’ın yükselişi ile birlikte tarikatlar, cemaatler de siyasal İslam’dan etkilendiler. Yıllarca İslamcılara mesafe koyan pek çok dini grup, son dönemde AKP iktidarının arka bahçesi haline geldi. Kamil müminler, erdemli bireyler yetiştirmesi umulan pek çok tarikat-cemaat İslam’ı ideoloji gibi okumaya başladı. Gelinen noktada bu gruplar adaleti, insafı, vicdanı, merhameti kaybetti, sloganik, reaksiyoner militanlara dönüştüler. Oysa dünyanın ideoloji haline getirilmiş İslama veya fanatik Müslümanlara değil, temiz, duru müminlere ihtiyacı var. Cemaat, grup aidiyeti olan müminler inancını ideoloji haline getirip getirmediğini sorgulamalı. Bu aidiyet adil ve hakkaniyetli davranmaya engel oluyor mu diye muhasebe yapmalı.
Not: Ömer Çaha’nın “ideoloji ve hukuk arasında devlet” başlıklı akademik makalesinden yararlanılmıştır. https://silo.tips/download/deoloj-le-hukuk-arasinda-devlet
Kaynak: Tr724