HABER ANALİZ | HASAN CÜCÜK
Anne-Mette Harder, 30 yıllık bir hemşire. Annesini uzun bir hastalık döneminden sonra kaybeden Harder’i meslektaşlarından ayıran özelliği, ölümü bekleyen hastaların son saatlerinde yanlarında olması, ellerinden tutup dualar etmesi, İncil okuması, ilahiler söylemesi. Tabii belli bir ücret karşılığında…
Danimarka’daki hastanelerde ölümü bekleyenlerin büyük bölümü, son saatlerini evinde geçirmek istiyor. Fakat bu istekleri genellikle gerçekleşmiyor. Sebebi ise bakacak kimselerinin olmaması. Ülkedeki bu potansiyeli fark eden Anne-Mette Harder de “kiralık refakatçi”lik üzerine kurduğu firmasıyla, son saatlerini evinde geçirmek isteyenlere yardımcı oluyor. Bir saatlik hizmetin bedeli 500 kron (65 Euro). Yakınlarını ölüm anında yanında bulamayan Danimarkalılar, kiralık refakatçi sayesinde son nefeslerini ‘huzurlu’ bir şekilde veriyor.
Danimarka’da yılda ortalama 8 bin yaşlı, hayata ‘yalnız ölümle’ veda ediyor. Bu ölümleri trajik hâle getiren ise bazı yaşlıların öldüğünden günler, haftalar, hatta aylar sonra haberdar olunması. Kapısını çalacak bir yakını bulunmayan yaşlıların evine belediye tarafından bakıcı gönderilmiyorsa, bu kişilerin öldüğü ancak tesadüfen fark ediliyor. Ya posta kutusunun günler sonra mektupla dolmasıyla ya da evde beslenen kedi veya köpeklerin açlıktan çıkardıkları seslerle…
Yalnız ölümlerin önüne geçmek için “kiralık refakatçi” firmasını kuran Anne-Mette Harder, hastanelerde ölümü bekleyenlerin en az yüzde 30’unun son saatlerini evinde geçirmeyi arzuladığını söylüyor. Sorunun ciddi olduğunu belirten Harder, “Özellikle kanser hastaları, uzun tedavilerden sonra yolun sonuna geldiğini gördüğünde hastaneden ziyade evinde ölmek istiyor. Bunun önündeki en büyük engel ise evinde kendisine bakacak birinin olmaması. Devlet, 24 saat evde bakıcılık sistemini kabul etmediği için bu insanlar çaresiz bir şekilde hastane odasında ölümü bekliyor. Kurduğumuz firma ile bu isteğe cevap vermek istiyoruz,” diyor.
“Hayatının son saatlerini yaşayan birinin yanında olmak nasıl bir duygu?” sorusuna Anne-Mette Harder, mekanik bir cevap veriyor: “İşimin bir parçası.” Hayatının büyük bölümü ölümcül hastaların yanında geçtiği için ölüm sıradanlaşıyor muydu Harder’in gözünde? Ya ölümü bekleyen insanların ruh hâli nasıldı? Sorular peş peşe gelince, samimi açıklamalara geçiyor: “Öncelikle ölümü bekleyen birinin yanında bulunmaktan korkmuyorum. Ölüm geldiğinde ne yapmanız gerektiğini önceden planlıyorsunuz. En büyük problem, yalnız yaşayanlarda oluyor. Ölüm gerçekleşmesi hâlinde kimlere haber vermeniz gerektiğini, önceden hastadan öğrenmeniz gerekiyor. Bazılarında mutlaka bir yakını oluyor ama yakını olmayanlarda büyük sorun yaşıyoruz. Yalnız yaşayıp yalnız ölüme gidiyorlar.”
Kendisini ‘inançlı’ olarak tanımlayıp ahirete inandığını ifade eden Anne-Mette Harder’in bir tespiti de ölüm geldiğinde tek çarenin inanca sarılmak olduğu: “Özellikle uzun süren hastalık dönemi geçirmiş ve tüm tedavilere rağmen iyileşmemiş insanlar, geri dönüşü olmayan yola girdiklerini anlıyorlar. Bu noktada tek çareleri inanca sarılmak oluyor. Hastanın yanında İncil okuyoruz, ilahiler söylüyoruz. Şunu gördüm ki ölenlerin tamamına yakını öbür tarafa inançlı olarak gidiyor. Zaten başka teselli bulacak bir şey de o noktada söz konusu olmuyor.”
Son saatlerini yaşayan birinin en büyük arzusunun tutacağı bir sıcak el olduğunu vurgulayan Harder, “Ölümü bekleyenleri teselli edecek konuşmalar yapıp huzurlu bir son için çalışıyoruz,” diyor. Harder, kiralık refakatçilik sistemini sadece yalnız yaşayanların tercih etmediğini, geceleri hasta bakımını yapmak istemeyen ya da yapamayanların da tercih ettiğini söylüyor.
Bir de madalyonun diğer yüzü var; biz müslümanlara bakan. Yanı başımızda yalnız yaşayıp, yalnız ölen insanlar var. Komşuluk ilişkileri ve insanlık adına kapısını çalıp, bu insanların yalnızlığını gidermek insani bir sorumluluk.
Kaynak: Tr724