Yeni yayınlanan “Oluklar Çift” kitabımın tanıtımı adına Youtube üzerinden yayın yapan bazı kanallarda konuştum. Bu programlardan biri olan TR724 kanalında Zeynep Kaya Hanım, Hizmet mensuplarına zulüm yapan kişilerin affı ile alakalı bir soru sordu. 8 Aralık 2011 ve 17 Nisan 2016 tarihlerinde yayınlanmış ve Hocaefendi’nin özür dileme, af, helalleşme kelimelerini ön plana çıkartabileceğim iki sohbetini aktardığım o iki yazımda dile getirdiğim yorumlarıma atfen benim ne düşündüğümü sordu.
Ben önce tarihlere de vurgu yaparak Hocaefendi’nin şimdi böyle düşünmüyor olabileceğini ifade ettikten sonra kendi düşüncelerimi söyledim. Hocaefendi’nin niye böyle düşünmüyor olabileceğini sorusunun cevabı açık: Ayyuka çıkan zulümler. Kendisinin bu konuşmaları yaptığı dönemlerde devletin, AKP hükümeti ve iktidar bileşenlerinin ve tabii ki Erdoğan’ın kundaktaki bebeği bile hapsedecek kadar ileri gideceklerini, bununla birlikte yıllardan beri kendilerine hizmet götüren bir kitleye karşı yapılan zulümlere Anadolu insanının bu kadar suskun kalacağını tahmin etmediğini söyledim. Kaldı ki 15 Temmuz sonrası muhabbetlerinde bunları değişik zamanlarda defalarca ifade etti kendisi.
Gelelim bana: Ben gerek o sohbetleri aktardığım yazıların önsözünde gerekse o programda af ve ile helallik kavramlarının birbirinden ayrı ele alınması gerektiğini, affın dünyaya helalleşmenin ise ahirete baktığını ifade ettim ve bunun hakkında bir yazı kaleme alacağımı söyledim. Aynı sözü seri halinde yazdığım sıkıntı, kader ve zulüm konuları işlediğim “İçimizdeki Sıkıntılar” başlıklı yazılarda da ifade etmiştim. Şimdi okumakta olduğunuz yazı, işte benim iki yerde söz verdiğim yazıdır. Bir köşe yazısı için oldukça uzun sayılacak girişe bir şey daha ilave edeyim, okumakta olduğunuzu yazının Erdoğan’ın son günlerde yaptığı bir konuşmada esnaftan ve çalışandan helallik istemesi ile bir alakası yok.
Haberlerde, filmlerde çok sık görürüz, haksızlığa, adaletsizliğe, zulme uğrayan bir kişi veya bir aile ise tam anlamıyla bir drama ya da trajedi dili kullanılarak mesele anlatılır. Fakat bir kişi ya da bir aile değil de onlarca, yüzlerce, binlerce insanı içine alan veya bir topluluğu, bir toplumu hatta koca bir milleti içine alan bir hadiseyse sadece rakamlardan bahsedilir. Halbuki yaşanan zulümler açısından baktığınızda ikisi arasında değişen tek şey facianın boyutlarının büyümesi, kapsamının genişlemesidir. Bu o dilin daha da sertleşmesini zaruri kılmaz mı? Halbuki tam tersidir. Rakamlar söylenir ve geçilir.
17/25 sonrası Paralel Devlet Yapılanması, 15 Temmuz sonrası da terör örgütü olarak ilan edilen ve kundaktaki bebeğine varıncaya kadar zulme maruz bırakılan Hizmet Hareketi mensupları için de aynısı geçerlidir. 8 yıldan beri kesintisiz devam eden orantısız zulümler haber değeri bile olmayan, olsa bile Türkiye insanı tarafından kanıksanan dolayısıyla sadece rakamlar üzerinden bakılıp değerlendirilen bir mesele haline geldi. Şöyle deniyor: “15 Temmuz’dan bu yana OHAL/KHK rejimi döneminde 800 bin soruşturma, 300 bin gözaltı, 100 bin tutuklu, 130 bin kamudan ihraç, 100’den fazla intihar, işkence, tedavi eksikliği vb sebeplerle cezaevlerinde 681 ölüm.” Halbuki bu rakamlarda yerini alan insanların her biri bir can, her biri birer canan.
Ceza hukukunun cezalandırılmasını öngördüğü suçlar açısından dosyaları bomboş olduğu halde kolektif cezalandırılmaya maruz bırakılan ve bu nedenle işini, huzurunu, sağlığını, hayatını, vatanını, özgürlüğünü kaybetmişlerin tutumu adına en çok konuşulan kavramlardır af ve helalleşme veya helallik alma. Benim temel düşüncem şu: Yukarıda bir cümleyle işaret ettiğim gibi, af, ortada bir suç ve suçlunun olması kaydıyla hemen bütün hukuk sistemlerinde yerini alan bir kavram olarak dünya hayatı için geçerlidir. Ya hak sahibi hakkından vazgeçerek ya hâkim içtihat yetkisini kullanarak ya da kamu otoritesi belli sebeplerle binaen belli şartlar eşliğinde af eder suçluyu. Helalleşme ise İslam inancına göre kul hakkı kapsamında değerlendirilen bir husustur ve dünya değil ahiret hayatına yöneliktir.
Tekrar edeyim, helalleşme Allah’ın yegâne hakim olduğu mizanda beşeri ilişkilerimiz sorgulanırken ortaya konacak olan bir konudur. Zira Allah orada adaleti ile muamelede bulunacak ve her hak sahibine hakkını verecektir. Bunun tek istisnası hak sahibinin hakkından vazgeçmesi, muhatabını af etmesidir. İşte o hesaplaşma esnasında muhatabımızın bizden bir hak talebinde bulunmaması için dünyada söz alma muamelesinin adıdır helalleşme. Böyle bir inanca sahip olmayan başka din ve kültürlerde helalleşme diye bir uygulama olmadığı gibi böyle bir kelime ve kavram dahi yoktur.
Şimdi affa geleyim: Negatif bir enerji yüklememek için yaşananları tekrar etmiyorum. Herkes biliyor Cemaat mensuplarının neler yaşadığını. “Siyasetin köpeği olan yargıya” yolu uğramayan hiç kimse neredeyse yok. Maddi kazanımları gitmiş, manevi olarak yıpranmış, sosyal bir soykırıma maruz kalmış bu insanlar, bu duruma haksız bir şekilde düşmelerine neden olan kişileri af etsin sözüyle, hukuki olarak hiçbir takibatta bulunmasın, haklarını aramasın kastediliyorsa, ben buna katılmıyorum. Aksine iç hukuk tükendiğinde dış hukuka müracaat etmeyi de ihmal etmeden sonuna kadar yılmadan, usanmadan hukuki yollarla hak arayışını sürdürmek lazım. Muhatap ister siyasiler ister siyasetin emireri hükmünde işlem yapan adliye mensupları isterse zamanın ruhuna uyarak yalan ve iftiralarla şikayette bulunan şahıslar olsun, hiç fark etmez, her kimse bu kişiler, onlarla mücadele edilmeli, yaptıkları yanlışlarla yüzleşmesi, hesaplaşması ve bedel ödemesi sağlanmalıdır. Bu, anlık bir öfkenin etkisiyle yapılan intikam çağrısı değildir. Aksine aynı şeylerin bu ülkede bir daha yaşanmaması için yapılması zaruri olan bir davranış modelidir. Zira yüzleşme, hesaplaşma ve bedel ödeme olmadan insanımızın insanca yaşam için mesafe alması imkansızdır. Çıkarttığımız bu ders sürecin en büyük faydalarından biridir.
Evet, bilerek, göz göre göre, insafsızca ve vicdansızca yapılan zulümler ya da yanlışlar “kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla halının altına süpürülür ve yaşananlar birden bire unutulursa gelecekte aynı zulümleri, aynı yanlışları bizim çocuklarımız ve torunlarımız da yapar. Hayır, adil mahkemeler, tarafsız hakimler, herkese söz hakkı veren yargılama usulleri eşliğinde hak arayışı sürdürülmelidir.
Eğer af etmekten kasıt, korkunun esiri olup, “evim, işim, aşım, eşim, ticaretim, hayatım” deyip kafasını toprağa gömen, “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” felsefesiyle hareket edip dün yediği içtiği ayrı gitmediği insanlara bugün sırtını dönen, hatta AKP rejiminin hakim söylemine alkış tutarak onlarla birlikte Hizmet mensuplarına terörist diyen insanlarsa, o konuda herkesi aklı, kalbi ve vicdanı ile başbaşa bırakmak gerektiği kanaatindeyim. Düşünceniz ne ise söyler, bu istikamette tavsiyenizi de yapar ama nihai kararı yukarıda söylediğim yüzleşme gerçeğini de hatırlatarak onlara bırakırsınız.
Ben şahsen beni benim kadar tanıdığı halde bu süreçte aksi istikamette tavır alanlara karşı mesafemi hep koruyacağım. Hakkımda yaptığı şikayetlerle, attığı iftiralarla, sağda soldaki konuşmalarıyla hakkımda dava açılmasına vesile oldu veya şahitliklerde bulundu ise hukuk önünde hesaplaşacağım. Böyle bir şeye alet olmadı, sadece selam sabahı kestiyse, bir kez olsun beni aramadıysa, aileme “geçmiş olsun, sizi tanıyoruz, siz terörist değilsiniz, bu da geçer” demediyse, bir ihtiyacınız var mı diye sormadıysa, verdiği selamı “Allah’ın selamı” olduğu için alacağım ama hepsi o kadar. Af etmeyeceğim ve bu tarz davranışından dolayı ahirete yönelik hakkım söz konusu ise o hakkımı da Hak huzurunda talep edecek ve helal etmeyeceğim.
İşin özeti şu: Haksız bir şekilde nice zulümlere maruz kaldığı halde bunlara sebebiyet verenleri dünya hayatında iken af edip haklarında karşıt davalar açmama, hukuk önünde onlarla hesaplaşmaya gitmeme, ahirete taalluk eden hakları helal etmeyi bir erdem olarak kabul edenler, böyle geniş bir yüreğe sahip olan insanları ayakta alkışlayanlar olabilir. Bugün ve yarın birbirlerinin yüzüne bakacak, aynı topraklarda aynı günü ve aynı geleceği birlikte yaşayacak insanların böylesi davranışları hem kendi iç huzurları hem de toplum hayatı için önemli bir rol oynar diyenler de bulunabilir. Ben tam aksini düşünüyorum, yüzleşme, hukuk önünde hesaplaşma ve bedel ödemelerini ancak bunları sağlayabilir diyorum. Bu düşünceme rağmen af edip dünyada hakkını aramayan, ahirete bakan veçhesiyle de hakkını helal edip “Hesaplaşacağımız bir şey yok Allah’ım!” diyen insanların kararlarına kabullenmesem de saygı duyarım.
Şimdi benim bu yazıda dile getirdiğim düşüncelere itiraz edenler çıkacaktır. “Hocaefendi böyle demiyor” diyeceklerdir. Bunun cevabını yazının başında verdim. Zulümlerin ayyuka çıktığı bir zeminde böyle düşündüğünü düşünmüyorum. Hayır, hala böyle düşünüyor ve konuşuyor diyorsanız, bir lider olarak kutuplaşmaların önünü almak istiyor olabilir. Kaldı ki bir liderin süreç bütün hızıyla devam ederken yaptığı af vurgusu oldukça önemlidir. En basitinden tahammülfersa zulümlere maruz kalan Cemaatin veya o bazı fertlerinin radikalleşmesine engel olur bu tür yorumlar ve tavsiyeler. Kaldı ki Hocaefendi, “Bu hususta illa böyle düşünecek ve böyle davranacaksın” diye kimseyi zorlamaz ki! Tavsiyesini yapar, düşüncesini söyler, gerekçelerini sıralar, muhatabı da kabul eder ya da etmez.
“Sen yaşadığın travmanın etkisiyle böyle söylüyorsun. Zira travmalar intikam duygusunu tetikler,” diyenleriniz olabilir. Hayır, travmanın etkisi altında değilim. İsterseniz yazıyı bir de bu gözle okuyun. Hukukun sınırları içinde kalmaktan söz ediyorum baştan sona. Sosyal ilişkiler noktasında da öfke, nefret, kin ve düşmanlıktan değil beni benden iyi bilen eski dostlarıma süreç içinde yaptıkları tercihe göre mukabelede bulunuyorum. Benim tercihim değildi kırk yıllık dostluğu bir kenara atmak, selam ve sabahı kesmek. Onların tercihiydi, karşılığı da budur.
“Her insan biriciktir. Herkesi kendin gibi olmasını isteyemezsin. Korkunun hâkim olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Empati yapıp biraz daha toleranslı davranmalısın,” diyebilirsiniz. Empati yapıyorum zaten. Kendimi onun yerine koyuyor ve ben onun yerine olsaydım, suçsuz bir şekilde hapse atılan arkadaşımın geride bıraktığı ailesine sahip çıkardım diyorum. Masum çocuklarının ihtiyaçları için elimden geleni yapardım. O biçare kadına ve çocuklara bir tekme de ben atmazdım. Dolayısıyla yaptığım empati benim af ve helalleşme konusundaki kararımı belirliyor.
“Af eden insanların ruh sağlığı, beden sağlığı daha iyi olur. Senden beklenen tam tersidir,” diyenleriniz de olabilir. Bunu, Meriç’in sularında çocuğunu kaybetmiş anneye söyleyin. Bunu, kocasını sapasağlam girdiği cezaevinde işkenceye maruz kalarak kaybeden kadına söyleyin. Bunu, çocuğunu 5 yıl boyunca hapishane duvarları arasında büyüten anneye, sütünü lavaboya sağmak zorunda kalan lohusalı kadına söyleyin. Sıralayayım mı daha nicelerini? Evet söyleyin bakalım bu ve benzeri nice zulümlere maruz kalmış insanlara, ne cevap alacaksınız? Yapmayın Allah aşkına! Gelin bu insanların yerine kendinizi koyun. Empatiyi burada yapın. Hayal dünyanızı genişletin. Bakalım ne kadar dayanabileceksiniz? Kaldı ki yapacağınız ve dayanacağınız gerçek değil, sadece hayal olacak.
“Türkiye’de Cemaat’e yönelik bir nefret zinciri var. 24 saat boyunca TV’lerden, gazetelerden aleyhte yayınlar yapılıyor. Bu propagandaya maruz kalan insanları anlamak zorundayız. Yapılanları doğru kabul etmeyelim. Eğitim ve bilgi düzeyi düşük, evine ekmek götürmekten başka derdi olmayan insanların böyle davranması normal,” diyenleriniz çıkabilir. Büyük resim adına söylediklerinizi doğru kabul edelim ama bence herkes küçük resme bakmalı. Ben beni benden iyi tanıyan insanlar için konuşuyorum. Kuzenimden, can ciğer arkadaşımdan, 40 yıldan beri elimden gelen her türlü maddi manevi fedakarlığı yaptığım dostumdan bahsediyorum. Biraz insaf!
“Barış önce insanın kendi içinde huzuru yakalamasıdır. Bunu yakalayamayan insanların dünyaya barış getireceğiz sözleri söylemden ibarettir,” diyenleriniz olabilir. Doğrudur. Zaten ben akıl-kalp birliği içinde olmayan af ile sözünü ettiğiniz barışın mümkün olmayacağına kani olduğum için böyle diyorum. Tarih şahittir ki affettim diyen niceleri daha sonra eski defterleri açabilmekte ve yeniden çatışmaya başlayabilmektedir muhatabı ile. Neden? Çünkü yapmış olduğu afta akıl ile kalp birlikteliği yoktur. Olmadığı için de ilk fırsatta öfke, nefret, kin yeniden devreye girer, intikam duygu ve düşünceleri hortlar. İşte bu çatışmalar olmasın diye o kişi yanlışlarından dolayı hukuk önünde hesap vermeli ve bedelini ödemeli diyorum. O bedel ödendiği takdirde ben akıl ve kalp birlikteliği içinde affedebilirim ancak. Çünkü ben onun sanki suçmuş gibi “Hocaefendi’nin talebesiydi” dediği için belki de ömrümün en verimli 7 yılını kalaklar içinde geçirdim. İşimi kaybettim. Sosyal çevremi yitirdim ve daha neler. Şimdi de onu hiçbir şey olmamış gibi nasıl affedeceğim, nasıl hakkımı helal edeceğim? Ya benim çektiğim bu sıkıntıların lafının bile edilmeyeceği insanlar nasıl affetsin? Hiçbir suçu olmadığı halde 6 yıldır tek başına hücrede ömür tüketenler? Çocuklarının geleceği çalınanlar? Yaşını başını almış yurt dışında eş ve çocuk hasretiyle hayata tutunmaya çalışanlar nasıl helal etsin? Ama ediyorlarsa da kendi kararlarıdır.
Tahmin ediyorum olumlu ve olumsuz düşüncelerle karşılık bulacaktır bu yazı. Olsun. Samimi inancım ve düşüncelerim bunlar. Bunlara rağmen bir şey yazamazdım. Allah her şeye nigehbân.
Ahmet Kurucan / TR724