Şu soru bile Türkiye’de nasıl her şeyin altüst olduğunu, Türkiye’nin nasıl bir ülke haline geldiğini, yalnızca bir şeylerin değil, birçok şeyin nasıl ters gittiğini göstermeye yeter sanırım: Biyo-mühendislik uzmanı akademisyen Doç. Dr. Mustafa Çamaş’ın üzerine, halatı kopan vinç kolunun düşmesi ve ölümü nasıl oldu?
Olayı ben de sosyal medyadan öğrendim. Eh işte, verdikleri kadar zaten! Her yerde standart bir haber olarak geçmişler. Türkiye denen yerde yadırganmayan, kanıksanan bir durum bu, farkındayım! Bu noktaya nasıl geldi bu ülke? Bir mühendis, onu bırakın, doktoralı bir mühendis kaç yılda yetişir? Hangi ülkede yetişirse yetişsin, böyle bir beyne toplum değer verir, onu el üstünde tutar. Türkiye hariç! Yetişmiş insan öğüten acımasız bir taş değirmen oldu Türkiye. Eğitimsiz bir insana olsa da üzülürüm, o ayrı mesele. Fakat beş yıl ilkokul, üç yıl ortaokul, üç ya da dört yıl lise, ardından dört yıl üniversite, sonra yüksek lisans ve doktora ve peşinden uzun yıllar doçent olana kadar araştırmalar, yayınlar! En az 25 yıllık bir eğitim, gelişim, olgunlaşma ve üretim. Bu formatta birinin üzerine şantiyede işçilik yaparken vinç düşerek ölümü, hangi ülkede olursa olsun hayatın olağan akışına aykırıdır. Sadece hayatın değil, ölümün de olağan akışına aykırıdır!
Yazıya başlamadan internetten taradım: Tabii araştırmacı gazeteciliği ve doğru haber yapmasıyla ünlü (!) Türk basını, haberde Mustafa Çamaş’ın akademisyen olduğunu yazmamış. Nasıl yazsın? Mustafa Hoca bir KHK’lı. Benim gibi, binlerce başka akademisyen gibi, o da görevinden bir gecede, kanunsuzca, hatta anayasaya aykırı olarak atılmış. Hain demişler, terörist demişler, yani damgalamışlar. İsmini ilkel devletlerinin resmi paçavrasında yayınlamış, sözde dünya âleme onu afişe etmişler. Şimdi de alçak medyaları, Mustafa Hoca’nın doçent olduğunu, doktor olduğunu, bilim insanı olduğunu, öğretim üyesi olduğunu falan örtbas ediyor. Kimse tabi “Nasıl oluyor da, akademisyen, doktoralı, üniversite hocası biri, halatı kopan vinç altında kalıp hayatını kaybetmiş?” diye merak edip sormuyor. Oysa Mustafa Hoca’nın Research Gate’te ve Google Scholar’da araştırmaları, yayınları, akademik geçmişi duruyor. Herkesin gözleri önünde!
Biyo-mühendislik uzmanı akademisyen Doç. Dr. Mustafa Çamaş’ın üzerine, halatı kopan vinç kolunun düşmesi ve ölümü nasıl oldu? Nasıl bir ülkedir bunun olduğu yer? Toplumunun ilk 100’üne giren bir bilim insanı mühendis, neden inşaat işçisi olarak çalışır? Onu buna zorlayan nedenler nedir? Basit bir kaza deyip geçemeyiz bu olaya. Elbette mesele bir insanın işçi olması değil. Dürüstçe, alın teriyle olduktan sonra, her iş kutsaldır, onurludur. Mustafa Hoca elbette ki şerefiyle, dürüstçe ekmeğinin peşindeydi o inşaatta. Belli ki ailesine bakıyordu. Hırsızlık yapmadı. Yolsuzluğa karışmadı. Onun bunun yalakalığını yapmadı. Kimsenin kanına girmedi. Basit bir insan, iyi bir insan, dürüst bir insan olarak, yaşadığı haksızlığı sineye çekti. Kalem tutan ellerine iş eldivenlerini giydi, onca eğitime karşın komplekse kapılmadan bileğinin hakkıyla yevmiyesini çıkardı. Daha dört buçuk yıl önce Tunceli Üniversitesi’nde doçentti. Dün üzerine vinç düştü.
Onlarca uluslararası araştırması var Mustafa Hoca’nın. Yetiştirdiği binlerce de öğrencisi! Emeğiyle sonsuza kadar yaşayacak. Yayınlarına atıflar yapılacak, onun ördüğü bilim duvarının üzerine başka tuğlalar eklenecek. Yetiştirdiği öğrencileri onu sınıfta verdiği derslerden, yaptığı esprilerden hatırlayacak. Böyle gitmez ya, bir gün bu devran dönecek. Onun başına gelenleri herkes konuşacak. Belki çalıştığı fakülteye ya da üniversitesindeki bir araştırma laboratuvarına onun adını verecekler. Onu fişleyen alçaklar, belki hala o üniversitede çalışıyor olacak! O laboratuvarı ve kütüphaneyi kullanırken, her seferinde levhada yazılı olan isme bakacaklar. Az şereflilerse, utanacaklar. İnançlılarsa, ölmekten korkacaklar. Onun iki elini yakalarında hissedecekler.
Emin olun, alçakların üzerine düşen vinçten ağırdır. İftiracının, alçağın, fişçinin ruhuna düşen ağırlık gibisi yoktur. Çoğu onu fark etmese de, yarın karanlık bir odada geberirken, yaptıkları alçaklıklar, ölmeden önce akıllarına gelen son şeyler olacak. Öylece pörtlek gözlerini kapatacaklar. Mustafa Hoca yayınlarıyla, öğrencileriyle, namusuyla işçilik yapışıyla, direnciyle anılırken, o alçaklar haysiyetsizlikleri ve şerefsizlikleriyle hatırlanacak. Onların çocukları utanacak, Mustafa Hoca’nın çocukları babalarıyla gurur duyacak. Biliyorum, keşke o hayatta olsaydı da, çocukları Mustafa Hoca’yla öyle gurur duysaydı!
Ama hem Mustafa Hoca’nın, hem de çocuklarının en büyük talihsizlikleri, Türkiye’de doğmuş olmalarıydı. Başka ülkede el üstünde tutulacak binlerce akademisyen, bilim insanı, öğretmen, sanatçı, sporcu, yazar, gazeteci, doktor, hemşire, polis, asker, Türkiye’de doğmaktan sebep olumsuzluklarla karşılaştı. Çoğu damgalandı, kırıldı, hoyratça itilip kakıldı, derdini ailesine bile anlatamadı. İsmi bir KHK’da hain ve terörist olarak yazıldı. Ülkelerinden koptular. Toplumlarından koptular. Ailelerinden koptular. Dostlarından koptular. Mustafa Hoca, yaşamdan koptu. Onun gibi yüzlercesi yaşamdan koptular. Onun gibi binlerce yetişmiş, iyi eğitimli insan bugün yaşam savaşı veriyor. Aileleriyle beraber on binlerce, belki yüz binlercesi, sosyal soykırıma uğratıldı. Türkiye’de vatandaşlık haklarını yitirerek, memleketlerinde mülteciden daha aşağıda statüye mahkûm edildiler. Yine de sineye çekip, hayat kavgasına devam ettiler. En zor, bedensel, düşük ücretli, çoğu zaman kaçak olduğu için tehlikeli işlerde çalışmaktan gocunmadılar. Mustafa Hoca gibi, dimdik durdular.
Belki üzerine vinç düştü Doç. Dr. Mustafa Çamaş’ın. Ama ülkesinin üzerine düşen, utançtı.
Mehmet Efe Çaman / Tr 724