YORUM | YAVUZ ALTUN
Sedat Peker’i asıl konuşturanın “aldatılmışlık hissi” olduğunu düşünmeye başladım. Dün yayınladığı Reşat Hacıfazlıoğlu ile telefon konuşması kaydında Soylu ailesinden bahsederek, “30 sene hizmet ettiğini” vurguluyordu mesela. Benzer şekilde Mehmet Ağar ve Korkut Eken’e “hizmetlerini” de kardeşi Atilla Peker üzerinden ifşa etti. Kardeş Peker, Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’yı infaz “ihalesini” nasıl Korkut Eken’den aldığını, Kıbrıs’a gidip orada dönemin kurmay albayı, geleceğin Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi’yle tanıştığını, detaylarıyla kayda geçirdi.
Daha önceki videolarında Mehmet Ağar’ın Uğur Mumcu cinayetiyle bağını, 1990’ların meşhur “Kürt işadamı cinayetleri” konusunda MGK’yı nasıl ikna ettiğini de anlatmıştı. Korkut Eken’in aynı yıllarda Güneydoğu’da aşiretleri silahlandırıp PKK’yla topyekûn savaş stratejisi yürüttüğünü, bölgede adeta bir iç savaş ortamı yarattığını da çeşitli kaynaklardan okuyabilirsiniz. Eken’in yürütücülerinden olduğu bu projenin arkasında yasal (silah ve mühimmat satışı, çeşitli askerî ihaleler) ve yasadışı (Ağar örneğinde görüldüğü üzere uyuşturucu ticareti ve muhtemelen petrol kaçakçılığı) para akışından kimlerin nasiplendiğini etraflıca bilemiyoruz maalesef.
Galip Mendi’nin Jandarma Genel Komutanlığı sırasında, 2015-2016 yıllarında Güneydoğu’daki “yıkım operasyonlarını” yürüten “savaş kabinesinin” unsurlarından olmasının, bu yakınlıkla bir ilişkisi var mı bilemem. Ama Mendi’nin dün OdaTV’ye yaptığı açıklamada, Peker’in ifadelerini doğrulamasının yanı sıra, Korkut Eken’den “saygı duyduğum bir büyüğüm” diye bahsetmesini not etmek lazım. O dönem Kocaeli Garnizon Komutanı ve Korgeneral rütbesinde olan Galip Mendi, 2008 yılında da, Ergenekon hikâyesi henüz dallanıp budaklanmadan önce, Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’u ziyaret edip, “Kırmızı çizgi çektik” demişti. (Mendi Paşa’dan övgüyle bahsederken deşifre işlevi gören şu yazıyı da meraklıları için buraya bırakayım.)
Bu arada unutmadan, Ergenekon sürecinde bir gizli tanığın beyanıyla Veli Küçük ile Sedat Peker ilişkisini de kayda geçirmiş olalım: “Gizli tanık, Sedat Peker’in yaşının genç, gözü kara ve atak olmasının Veli Küçük’ün dikkatini çektiğini belirterek, ‘Veli Küçük tam aradığını bulmuştu. Sedat Peker gibi birini bulduğu için havalara uçuyordu. Küçük önce, Hadi Özcan’a, ardından da Kürşat Yılmaz’a babalar üstü baba olmayı teklif etti. Onlar kabul etmeyince de Sedat Peker’e teklif etti. Bundan sonra Sedat Peker’in etrafına Veli Küçük’ün itirafçıları yerleştirildi’ diye konuştu.”
O dönem Ergenekon’un tutuklu sanıklarından emekli polis Adil Serdar Saçan da, Peker’le Veli Küçük arasındaki ilişkiye dair şunları söylemişti mahkemede: “Sedat Peker’i bu alemde Veli Küçük adam yaptı. Biz bu bağlantıyı 1998’den beri araştırdık, bulamadık. Telefon dinleme o dönemde çok zayıftı. Dinleme kararı alıyorduk, ertesi gün Sedat Peker telefon numarasını değiştiriyordu. Söylenti var, ama biz adli polisiz, söylenti üzerine bir şey yapılamaz. Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan da ‘Bir çalışma grubu kuracağım’ dedi. Eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Niyazi Palabıyık başkanlığında, Peker ve Küçük ile ilgili çalışma başlattık. Peker’in bütün şirketleri incelendi. Elimden gelen her şeyi yaptım, bir bağlantı bulamadık.”
Yani Peker aslında tam da “icraatın içinden” konuşan bir aktör. Kardeşini savcıya göndermesinden ve detaylı ifade verdirmesinden, hatta videolarda suç unsuru olacak ayrıntıları savcılara “not aldırmasından” da anlıyoruz ki, bugünleri görerek kendine cephane de yapmış. “Devlet” ile yapmakta olduğu pazarlığın gidişatına göre, bir dönem hizmet ettiği ve fakat şimdi ona sırtını dönen aktörlere dair daha fazla hikâye anlatabilir. “Yahu bunları biliyorduk zaten” diyenlerin aslında haklı olduğu nokta da burası. Evet, Peker “omerta”yı bozan ilk aktör değil. Hüseyin Baybaşin’den Ayhan Çarkın’a kadar, “devlet”in yasa dışı ya da yasal kılıfa uydurulmuş karanlık işlerini anlatan onlarca “itirafçı” çıktı geçmişte. Bunlar kayda da geçti, dosyalar da açıldı. Gelgelelim, aktörler arası “güç savaşları” arasında birçoğu kaybolup gitti.
Bugün Peker’in ifşaatlarının pat diye bir sonuç doğurmamasının sebebi de bu. İktidar oyunundaki “amansız denge”. Forbes dergisi buna harika bir tespitle “Meksika açmazı” (Mexican standoff) adını vermiş. İki elinde de silah tutan ve bu silahları diğer iki kişiye doğrultan üç kişilik bir açmaz. Peker, Berat Albayrak’la Süleyman Soylu arasındaki güç savaşına meze yapılmaktan mustarip. Erdoğan, Albayrak’ı pasifize ederken Soylu’nun elini güçlendirdiğine pişman. Soylu, es kaza koltuğundan olursa düşeceği çukurun dipsiz olma ihtimalinden endişeli. Ama daha fenası, Erdoğan’ın 17-25 Aralık 2013 sonrası kurduğu sistemin herhangi bir “exit planının” olmaması. “Mafyada emeklilik yoktur,” derler. Sebebi belli.
Peker’in anlatımlarından bir kez daha anlıyoruz ki, “derin devlet” ya da “devlet aklı” gibi tabirler çok önemli bir meseleyi perdeliyor. Ortada “insan üstü” bir ideoloji ya da inanç sistemi yok. İhtiraslı aktörler ve onların ilişkileri var sadece. Yasal ya da yasa dışı bir iş için bir araya gelmiş insanlar, ne gibi bir “felsefeye” sahip olurlarsa olsunlar, ortaya çıkardıkları “iş” kendi kapasiteleri (hırsları, emelleri, öfkeleri, kırgınlıklar vs.) kadar. İşte görüyorsunuz, Marx’ın fikirlerini Avrupalılar okuyup sosyal devlet inşa ediyorlar. Kamboçya’da ise Kızıl Kmerler okuyup ülkedeki gözlüklüleri kurşuna dizdiriyor. Kutsal kitaplar kimilerinin elinde ebedî merhametin dünyevî izdüşümüne dönüşebiliyor, kimilerinin elinde vahşice insan öldürmenin bahanesine.
Bu sebeple en “sembolik” konuşan insanlar çoğunlukla en büyük kabahatleri işleyenler oluyor. Vatan, millet, namus, bayrak, “terörle mücadele”, devletin bekası, dava gibi kavramların üzerinde tepinenler, Süleyman Demirel’in tabiriyle en çok “rutin dışına çıkanlar”. Çünkü bu soyutlama ve kutsallaştırma, maddî dünyadaki yasaları, kuralları, mevzuatları aşmanın da bir yolu onlar için. Elbette bu “kısa yollar” zamanla derin yolsuzluklara, yasa dışı yapılarla temaslara, “işini bilen” bürokratlarla iş tutmaya, en ufak bir faaliyeti bile usulsüz yapmaya götürür. Hatta bazen iyi niyetle bile hareket edilse, kendini savunurken kullanılan sembolik ve soyut anlatılar, zamanla insanın gözünü karartır, önündeki düz yolu dâhi göremez hâle getirir. O yüzden Türkiye’de ideolojik kamplaşmalardan ziyade, “adamların” ne haltlar karıştırdığına odaklanmak her zaman daha aydınlatıcıdır. Çünkü suç çoğu zaman o ideolojilerde değil, rutin dışına çıkan “fırsatçılarda”dır.
Kaynak: Tr724