Dağlık Karabağ’da silahlar sustu ancak Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan altı haftalık çatışmanın ardından hala büyük bir dağınıklık ve belirsizlik var. Rusya’nın arabuluculuğuyla ateşkes sağlanana kadar beş binden fazla asker ve sivilin hayatını kaybettiği savaşın sonunda Ermenistan 1992-94 yılları arasında ele geçirdiği Azerbaycan’a ait yedi bölgeden çekilmeyi kabul ederken, Dağlık Karabağ’ın önemli bir kısmını da kaybetti.
Konuyla ilgili olarak Carnegie Avrupa’nın internet sitesinde bir makale kaleme alan Carnegie Avrupa’nın Doğu Avrupa ve Kafkasya uzmanı İngiliz gazeteci Thomas de Waal, ateşkesin 1994’e kadar yerlerinden edilen yüzbinlerce Azeri’nin tekrar evlerine dönmesini vaadettiğini ancak, yeniden yerleşim başlamadan önce kapsamlı bir yeniden inşa programına ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.
Bunun çok ihtiyaç duyulan bir ateşkes olduğunu ama bir barış anlaşması olmadığını aktaran de Waal, bu kez Ermeni tarafında çok acılar yaşandığını, son savaşın Dağlık Karabağ’da yaşayan binlerce Ermeni’yi evlerinden ettiğini ve bunların belirsiz bir gelecekle karşı karşıya olduklarının altını çiziyor.
1988’deki çatışmayı tetikleyen Dağlık Karabağ’ın statüsü meselesi çözülmediği sürece Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin tam olarak normalleşmesinin mümkün olmadığına da işaret eden İngiliz gazeteci Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in, 10 Kasım’da yaptığı zafer konuşmasında daha önce dile getirdiği “Karabağ’a dünyanın en yüksek statüsünü” verme taahhüdünden vazgeçerek Ermeni mevkidaşına “O statü cehenneme gitti, başarısız oldu; paramparça oldu. O statü olmada ve olmayacak. Başkan olduğum sürece o statü olmayacak” dediğini aktarıyor.
Bölgeye konuşlandırılan bin 960 barış gücü askeriyle Rusya’nın şu anda sürecin tam ortasında durduğuna vurgu yapan de Waal, “Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, iki önemli komşusu Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ilişkileri yeniden tesis edecek tam bir barış anlaşması için baskı yapabilir. Ancak yine yapmayabilir de: İki taraf arasında askıya alınmış bir düşmanlık durumu varsa, bu Rus barış güçlerinin kalması için iyi bir neden. Rusya’nın gündemi muhtemelen Güney Kafkasya’da uzun vadeli bir barış tesis etmekten çok kendi gücünü ve ticaret yollarını projelendirmekle ilgili olacaktır” diyor.
“Çatışmanın bir sonucu çok açık: Batılı ülkeler dışarı itildi ve kendilerini yeniden ilgili hale getirmek için çok çalışmaları gerekecek” ifadelerini kullanan de Waal, Rusya ile birlikte AGİT Minsk Grubu’nda yer alan diğer iki eş başkanın Fransa ve ABD’nin ateşkese aracılık etme girişimlerinin başarısız olduğunu ifade ediyor.
Washington, DC’deki başarısız toplantının ardından, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Bakü ve Erivan’a uğramadan 17-18 Kasım’da Tiflis’i ziyaret ederek başarısız performansının reklamını yaptığını da aktaran de Waal, çatışmanın sadece Moskova’nın müdahalesi ile – Putin’in yoğun kişisel telefon arabuluculuğu ile – durduğunu belirtiyor.
“Aksi halde olabilir miydi?” sorusunu soran de Waal şunları aktarıyor:
“Bu çatışmaya Avrupa’nın katılımı, AGİT’in kurulduğu 1990’larda oldukça güçlüydü. ABD ve Fransa, 1999–2001 yıllarında müzakerelere aracılık etmek için birlikte girişimde bulundu. Ancak 2008’den itibaren Moskova ana arabulucu haline geldi. Büyük toplantılarda, Fransız ve ABD eş başkanları ana görüşmelerin yapıldığı salondan çıkarıldılar, brifingler için dışarıda beklediler.
Bu son çatışmalar başladığında Washington ve diğer Avrupa başkentleri ortalıklarda yoktu. Çatışmalar sırasında Ermeniler ve Azeriler nezdinde kamuoyunda itibar kaybettiler. Sosyal medyada, özellikle de Ermeni tarafında, sivillerin ölümüyle ilgili Avrupa’nın “kaygı” ve insan hakları ihlallerine ilişkin açıklamalarıyla alay edildi.
Bu kritik anda, Fransa da talihsiz bir arabuluculuk girişiminde bulundu. Fransa’nın büyük Ermeni diasporası ve Türkiye ile derin düşmanlığı göz önüne alındığında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Azerbaycan üzerinde neredeyse hiçbir etkisi yoktu.“
Fransa’nın eş başkanlık görevini başka bir Avrupa ülkesi veya AB çapında bir pozisyona bırakmayı ciddi olarak düşünmesi gerektiğini de vurgulayan Thomas de Waal, “Bu pozisyonu yirmi üç yıldır elinde tutuyor. Ancak Almanya veya İsveç gibi – Ermenistan ve Azerbaycan ile daha dengeli ilişkileri olan ülkeler – kesinlikle daha fazlasını yapabilir. Yeni gerçeklere ve geride kalan zorluklara vurgu yapan yeni bir BM Güvenlik Konseyi kararı da çok yardımcı olacaktır” diyor.
Doğudaki iki partner arasında yaşanan silahlı çatışmanın, AB’nin Güney Kafkasya’da stratejik bir rol alma arzusunun aleyhine olduğuna da işaret eden de Waal, AB’nin bu krizle başa çıkacak kurumsal araçlardan yoksun olduğunun altını çiziyor.
Rusya’nın Güney Kafkasya’daki yeni, iddialı rolü konusunda son derece temkinli olan Gürcistan’ın kendisi açısından bir sonuç çıkardığını, Gürcü muhalif siyasetçilerin Karabağ’daki Rus barış güçlerine yanıt olarak Pompeo’dan “Gürcistan’a ABD askeri konuşlandırılması” çağrısında bulunduğunu yazan de Waal, “Savaşı kaybeden Avrupalılar ve Amerikalılar bir barışın şekillenmesine yardım edebilir mi?” sorusuna da şu şekilde cevap veriyor:
“Hem Dağlık Karabağ’da hem de daha önce işgal altında olan yedi bölgede, Avrupa uzmanlığı BM kurumları ile ortaklaşa, yeniden inşa ve mayın temizlemeden yeniden yerleşimi kolaylaştırmaya kadar çok şey yapabilir.
Kültürel mirasın korunması ve Ermenilerin şu anda Azerbaycan kontrolü altında bulunan ibadethanelerine erişiminin sağlanması gibi önemli ve tartışmalı meseleler uluslararası desteği gerektiriyor.
Avrupalı STK’lar, savaşla ayrılmış, ancak şimdi bir kez daha komşu olarak yaşamaya mahkum olan topluluklar arasındaki diyalog girişimlerini kolaylaştırmada iyi bir deneyime sahiptir.”