YORUM | Av. MEHMET TAHSİN
25 Ağustos 2004’te toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nun 481 sayılı kararı, Taraf Gazetesi’ne manşet oluncaya kadar bilinmiyordu. 28 Kasım 2013 tarihli Taraf’ın Mehmet Baransu imzalı manşet haberi gündeme bomba gibi düştü.
“Gülen’i bitirme planı 2004’te MGK’da alındı!”
MGK kararında Gülen cemaatine yakın kurumlar için “Ağır yaptırımlar getiren yasal düzenlemeler yapılmalıdır” denildikten sonra Cemaat’e ait öğrenci evlerinin takibinden tutun Cemaat’e bağış yapan iş adamlarının takibine kadar birçok düzenleme yapılması isteniyor.
Habere konu belgeye göre MGK’da hazırlanan Gülen’i bitirme planını, o zamanki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın yanı sıra Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Cemil Çiçek, Vecdi Gönül ve Abdülkadir Aksu da imzalamış.
***
Bu haber üzerine AKP cenahından art arda açıklamalar geldi. Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, twitter hesabından “2004’teki MGK kararı hükümet tarafından yok hükmünde kabul edilmiş, hiç bir bakanlar kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır” açıklamasını yaptı.
Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Böyle bir karar alınmış olsa bile bu sadece tavsiye niteliğinde olabilir. Hükümet kesinlikle bu yöndeki tavsiyelere uymamıştır.” dedi.
Bu açıklamalar üzerine 2 Aralık 2013 tarihinde bir yazı kaleme alan Mehmet Baransu, “MGK’da karar altına alınmış bir metin yok hükmünde sayılabilir mi?” diyerek şunları yazdı:
“Tavsiyeden ibarettir” dense de Türkiye’de “MGK Kararı” denen bir olgu var. “481 Sayılı MGK Kararı” imzalandığı an devletin mekanizmaları harekete geçer. Karara binaen Jandarma, MİT, Seferberlik Tetkik Kurulu, Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi (Psikolojik Harp Dairesi), Dışişleri, Emniyet, Valilikler, MEB Teşkilatları, Adalet ve İçişleri’ne bağlı kuruluşlar gibi “devlet birimleri” gereğini yaparlar. Nitekim yaptıkları da ortada. Özellikle Genelkurmay’a bağlı birimler, Jandarma, MİT ve Seferberlikçilerin; Nurculuk ve Gülen’e karşı 2004’ten sonra yaptıkları bütün faaliyetlerde bu karardaki iki sayfayı aşkın maddeler ve bağlı olarak oluşturulmuş eylem planlarının etkisi nettir. Başbakan “2004’ten beri dershanelerin kapatılması gündemimizde” dediğinde akla o MGK kararlarından başka bir şey gelmemektedir…”
Bu haberin yayınlanmasından kısa süre sonra patlayan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalı, Mehmet Baransu gibi gazetecileri AKP iktidarının hedefi haline getirdi. Yolsuzluk haberlerinin görmezden gelinmesi için medyaya korkunç baskı uygulanan AKP yönetimi bu baskıya direnen gazetecileri susturmak için her türlü yöntemi denedi.
Dönemin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’yu telefonla arayan Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, Baransu’nun gözaltına alınmasını emrediyor, “Mahkeme kararına gerek yok, kapısını kırın alın o adamı” ifadesini kullanıyor. Ayrıca gözaltı kararı emrine direnecek olursa “savcıyı da alın” diyor. O günlerde kör topal da olsa bir nebze hukuk olduğundan Efkan Ala’nın bu emri Vali Mutlu tarafından yerine getirilmedi. (Vali Mutlu o günlerde hukuka uygun hareket etmesinin bedelini 15 Temmuz sonrasında hapis yatarak ödedi.)
***
Yaklaşık 1 yıl sonra, iktidarın yargı ve polisi istediği kıvama getirmesiyle beraber, 2 Mart 2015 günü evi basılan Mehmet Baransu, “devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek” suçundan tutuklandı. Suçlama konusu, sonradan sahte olduğu iddiasıyla AKP yargısı tarafından aklanan Balyoz belgelerini temin etmek!
Savcı Gökalp Kökçü, Baransu’nun ifadesini dahi almadan, “örgüt kurmak” suçlamasıyla tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etti.
Tutuklanmasından birkaç gün sonra ziyaret ettiğim Metris Cezaevinde anlattıkları hala kulaklarımda. Kendisini tutuklayan hâkime diyor ki Baransu: “Madem bu belgeler sahte diyorsunuz, beni neden gizli belgeleri temin etmekten tutukluyorsunuz? Madem belgeler gerçek neden o zaman darbe planlarını görmezden geliyorsunuz?”
Elbette hâkimin buna vereceği bir cevabı yoktu. İhtimal ki tutuklamaya sevk eden savcının da bu sorulara verecek cevabı olmadığı için Baransu ile yüz yüze gelmeden doğrudan tutuklamaya sevk etmeyi tercih etti!
Baransu tutuklandıktan bir süre sonra Taraf’ta yayınlanan “Gülen’i bitirme kararı” haberine dava açıldı. Mehmet Baransu ve Taraf’ın yazı işleri müdürü Murat Şevki Çoban hakkında “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri basın ve yayın yoluyla ifşa etme” ve “MİT’in görev ve faaliyetlerine ilişkin belge ve bilgiyi basın yoluyla ifşa etme” suçlarından 26’şar yıldan 52’şer yıla kadar hapis cezası istendi.
***
Sanırım 2015 yılı ortalarıydı. Duruşmayı izlemek için gittiğim Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesi salonunda gördüğüm manzara aynen şuydu: Sağında ve solunda birer, arkasında iki olmak üzere toplam dört jandarmanın arasında savunmasını yapan Baransu kafese kapatılmış bir aslan gibiydi. Kürsüde oturan mahkeme heyeti ise Baransu’nun salvoları karşısında bunalmış, ezilmiş, küçülmüş ve adeta “Bir an önce bitse de kurtulsak” der gibiydiler.
O günkü duruşma sırasında avukatların savunması, yapılanın gazetecilik olduğu, eğer bir suç işlenmişse basın kanunu esaslarına göre yargılama yapılması gerektiği, o takdirde de Basın Kanunu’na göre haber yapılmasından sonra 4 ay içinde dava açılmadığı için davanın düşmesi gerektiğini şeklindeydi.
[Basın kanunu 26. maddesi, “basılmış eserler yoluyla işlenen suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler yönünden dört ay içinde açılması zorunludur.” der.]
Yani, 23 Kasım 2013’te yayınlanmış bir habere sonraki 4 ay içinde dava açılmazsa bir daha dava açılamaz. Mahkeme, yasayı uygulasa Mehmet Baransu ve Taraf’ın o zamanki yazı işleri müdürü Murat Şevki Çoban hakkında derhal beraat kararı vermesi gerekirdi.
Davanın açılmasının üzerinden 5 yıl geçti. 5 yıldır Baransu ve avukatları her duruşmada aynı şeyleri tekrarladı. Mahkeme heyeti çaresizlik içinde kıvrandı durdu. Karar vermekten korktu, sürekli erteledi, erteledi, erteledi… Davaya bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi 4 yılın sonunda görevsizlik kararı vererek dosyayı 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi.
Dün karar duruşması vardı.
Baransu’nun karar öncesi son sözleri “Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ‘adalet yerini bulsun gerekirse kıyamet kopsun’ dedi. Ben de sizin mahkemenizden adalet bekliyorum şimdi. Madem reform diyorlar hukuk ve yasalar uygulansın diyorlar burada şimdi başlasın. Beraatımı talep ediyorum,” oldu.
Ancak her zaman olduğu gibi mahkeme bir kere daha bizleri şaşırtmadı ve sadece işini yaptığı için Mehmet Baransu’yu 17 yıl hapse mahkum etti!
***
İlginçtir, 2 ay kadar önce aynı adliyenin bir başka duruşma salonunda bir başka dava daha vardı. Bu defa 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’ya öz yeğenini silahla öldürmeye azmettirmek suçundan 17 yıl hapis cezası verdi ama, Çakıcı’yı tutuklamadı.
Gazeteciyi hapse atan yargı, çeteleri sokağa salmakta beis görmedi. Bir kere daha anlaşıldı ki Türkiye’de gazeteci olmak katil olmaktan daha tehlikeliymiş!
Bu yüzden Adalet Bakanı Gül gibilerinin, “adalet yerini bulsun gerekirse kıyamet kopsun” açıklamaları, “yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır” diyen Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’i haklı çıkarmaktan başka bir işe yaramıyor.
***
Evet Mehmet Baransu bir gazetecidir ve yaptığı iş de dört dörtlük gazeteciliktir. Suçlandığı ve bu yüzden zindanlarda çürümeye terk edildiği, gerek Balyoz belgeleri gerekse 2004 tarihli MGK kararı sapına kadar gerçekti. Onun gazetecilik yaptığı konusunda vicdanı tefessüh etmemiş herkes hemfikir.
Birkaç örneği buraya bırakarak, Mehmet Baransu, Ahmet Altan Hidayet Karaca, Mustafa Ünal, Ercan Gün, Fevzi Yazıcı gibi gazetecilerin, (tüm masumlarla beraber) bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.
***
Ahmet Şık: Mehmet Baransu’nun içerde olmasına konu olan soruşturmada haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Baransu gazetecilikten içerde şu anda. Genelkurmay Başkanlığı’nın da reddetmediği, gerçek olduğunu da mahkemeye bilirkişi raporuyla gönderdiği bir belgeyi yayınlamaktan suçlanıyor. Bu gazetecilik faaliyetidir ve Baransu bu suçlamadan dışarıda olmalıdır.
Tuncay Özkan: Mehmet Baransu, MGK kararını ele geçirmiş, yayımlıyor, bu gazeteciliktir. Devletin sırlarını, savcı, polis, yargıç açıklayınca vatan hainliği olmuyor, gazeteci açıklayınca vatan hainliği oluyor.
Mustafa Balbay: Mehmet Baransu tutuksuz yargılanmalı. Kaçabilirdi. Veya farklı bir yöntem izleyebilirdi. Usul usul ona geliyordu süreç. Adil yargılanmasını diliyorum.
Ali Bayramoğlu: Baransu’nun tutuklanması hukuk devleti ve basın özgürlüğü ilkelerine aykırı bir durumdur.
Yasemin Çongar: Bir gazeteci elindeki belgelerde “sahtecilik” yapsa ya da bu belgelerin “sahte” olabileceğini düşünse, bunları kendi eliyle devlete teslim eder mi? Bir gazetecinin amacı askeri sırları başka ülkelere satmak olsa, yani casusluk yapsa, bunu o sırlarla ilgili haberi gazetesinin manşetinden duyurarak, elindeki belgeleri de kendi devletine teslim ederek yapar mı?