Türkiye’de neredeyse her gün sosyal medya yeni bir ‘hak arayışı’ kampanyasına tanık oluyor. Her gün birilerinin tutuklanmasını ya da serbest bırakılmasını, görevden alınmasını, hakkında soruşturma başlatılmasını isteyen etiketler (hashtag) trend topic (popüler başlık) oluyor, gündemi belirliyor. Çok sayıda insan adaleti sosyal medyada arıyor, mahkemelere ve kolluk güçlerine yön vermeye çalışıyor.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, yaşanan durumdan rahatsızlığını “Öyle ayak ayak üstüne atarak, klavye karşısında cübbe giyenler değil, bu milletin anayasasıyla verilmiş olan görevi, yetkiyi almış hakim ve savcılar ancak Türk milleti adına kararı verebilir” sözleriyle dile getirdi. Gül, 22 Eylül’de yaptığı konuşmada “”Adaletin tecelli edeceği tek yer mahkemelerdir. Türkiye hukuk devletidir. Kimse anayasadan, kanunlardan almadığı yetkiyi kullanamaz. O yüzden adalet, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde ancak tecelli eder. Kimse toplum yargıçlığına heves etmesin, kimse toplum yargıçlığına soyunmasın. Kimsenin mahkemeleri etkilemeye, mahkemeleri tesir altına almaya hakkı, yetkisi yoktur. Bu kanunlarımızda suçtur. Böyle tahkir ve tahrip siyaseti içinde, adeta bir tribün amigosu gibi beğenmediği kararlar karşısında yargı mensuplarını hedef gösterme cüretini kimse kendisinde bulmamalıdır” dedi.
“Güven sorununun yargı alanına yansıması”
İnsanlar adaleti niçin sosyal medyada arıyor ve bu arayış gerçekten adalete mi hizmet ediyor yoksa yeni adaletsizlikler mi doğuruyor? Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emir Kaya’ya göre bu durum, Türkiye’nin en büyük problemi olarak tanımladığı güven sorununun yargı alanındaki yansıması. VOA Türkçe’ye konuşan Kaya, “Bir yönüyle yargının tarafsızlığı, bağımsızlığı zedeleniyor. Bir yönüyle de zaten mevcut olan problemler daha da kaşınmış oluyor, ifşa olmuş oluyor. Yani sosyal medya ve diğer platformlar yargılama süreçlerine hiç müdahale etmese, yargılama süreçleri zaten dört dörtlük işliyor değil. Zaten orada bir kutuplaşma var, zaten orada bir duyarsızlık problemi var. Zaten pozitivist eğitimin sonucu olarak bir hassasiyet aşınması var. Kendini devlete, rejime, ideolojiye fazlasıyla yakın konumlandırma problemi var, kamplaşma problemi var” dedi.
Bu problemin on yıllardır devam ettiğini ve insanlar tarafından da bilindiğini vurgulayan Kaya şunları söyledi: “Bildiğimiz için de sosyal medyada akıntıdan ne kurtarabiliriz çabası var. Bu, iyiniyetli yorum. Kötü niyetli yorumlamak da mümkün. Masumu suçlu, suçluyu masum gösterme çabası da var. Bilgisiz insanların feveran etmesi de söz konusu. Ama neresinden bakarsanız bakın, aslında bir problemi yakalamış oluyorsunuz”.
“Vatandaş yargıya ‘gözüm üzerinde’ diyor”
Kaya, sosyal medya üzerinden yürütülen kampanyaların bir yönüyle yargının aleniliği ilkesine de hizmet ettiğini söyledi: “Vatandaş, yargıya ‘gözüm üzerinde’ diyor. Bu, aslında yargılamanın özüne aykırı değil. Soruşturma süreçlerinin gizli olması gerekir. Kovuşturma süreçlerinin aleni olmasında bir problem yok. Devlet, bunu daha şeffaf bir şekilde sunabilirse, daha hesap verir davranabilirse vatandaşın da tansiyonu düşürülecektir, ateşi kısılacaktır. Yani devlet ile halk arasındaki diyalogun geliştirilmesi gerekiyor. Diğer yandan birçok davada hadiselerin içyüzünü bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de yürüttüğümüz kampanyalarla zarar veriyoruz”.
Peki, yargı mensuplarının kararları sosyal medya mahkemelerinden ne ölçüde etkileniyor? Türkiye’de hukuk mantığının yargı mensubunu aşırı mekanik ve insan ötesi, etkilenmeyen bir varlık olarak tahayyül ettiğini belirten Kaya, “Eğitim, etkilenmeme üzerine kurulu. Zaten etkilenmeme eğitimi aldıkları için biraz da bu adaletsizlikler oluyor. Halbuki normal bir insan her şeyden etkilenir. Hakim ve savcının o etkiyi süzecek bir eğitim alması gerekir” diye konuştu.
“Yargıya güven azalınca insanlar adaleti sosyal medyada aramaya başladı”
Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan da vatandaşların sosyal medyada adalet arayışını yargıya olan güvenin azalmasına bağladı. VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Pehlivan, “Yargıya güvenin azalmasına bağlı olarak insanlar artık adaleti adalet saraylarında, duruşma salonlarında değil sosyal medyada aramaya başladı. Sade vatandaş bunu yapabilir, ama hukukçuların da ‘bu tutuklansın, şu tutuklansın’ diye tweet attıklarını görüyorum. Bu son derece tehlikeli. Sosyal medya elbette ifade özgürlüğünün kullanılabildiği bir alan. Ama bu serbestlik linçe de dönüşebiliyor” dedi. Pehlivan, kendisini de ölüm orucunda hayatını kaybeden Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’in yaşatılması yönünde bir tweet attıktan sonra, sosyal medya üzerinden yürütülen bir kampanyanın ardından görevinden uzaklaştırıldığını hatırlattı.
Pehlivan, ana akım medyanın vatandaşlar tarafından yakından izlenen davalarla ilgili haber yapmamasının da sosyal medyada adalet arayışını artırdığını söyledi. Yargıçlar Sendikası Başkanı, Cumhuriyet Savcılıkları’nda kurulacak bir medya birimi üzerinden kamuoyunun bilgilendirilmesinin önemini de vurguladı: “Bu açıklamalar valilik ve emniyet müdürlükleri bazında yapılıyor. Dolayısıyla yargı, yürütmenin güdümünde hareket ediyor görünümünden bir türlü kurtulamıyor”.
“Yargımızı sosyal medyadan da siyasetten de korumak zorundayız”
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yargıda bir “gençleşme” olduğunu söyleyen Pehlivan, bunun da yargının sosyal medya kampanyalarından etkilenme ihtimalini artırdığını belirtti. Pehlivan’a göre bu ihtimali artıran bir başka etken de Türkiye’de yargıç teminatı kalmaması: “Herkes verdiği bir karar sonrasında Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından bir başka şehre atanabiliyor. Teminatı kalmadığı için de ‘acaba ben sosyal medyada bu kadar yer alan bir habere rağmen, sosyal medyanın istediği, yönlendirdiği kararı vermezsem başıma bir şey gelir mi’ endişesini yaşıyor. Bir kısmı da ‘Sosyal medya kamuoyudur. Kamuoyu doğru söylüyorsa, ben de bunu yapmalıyım’ şeklinde bir kanaate varıyor olabilir. Her iki açıdan da bakıldığında son derece tehlikeli.” Hakimlerin kanunlara ve vicdanlarına göre karar vermesi gerektiğini vurgulayan Pehlivan, bunun için de yargıç teminatının sağlanması gerektiğinin altını çizdi.
Pehlivan’a göre HSK’nın yapısının düzeltilmesi, yargıç ve savcıların işe alımındaki sözlü ve yazılı sınav sisteminin bilimsel yöntemlere göre yeniden düzenlenmesi ve hukuk fakültelerindeki eğitimin kaliteli hale getirilmesi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı için atılması gereken adımlardan: “Eğer bunları yapmazsak bugün sosyal medya olur, yarın bir başka güç olur, güç neredeyse oraya yaslanan ve oranın istediği ya da isteyebileceğini düşündüğü kararları veren zayıf, aciz halde bir yargıyla devam etmek zorunda kalırız. Aciz haldeki yargının kimseye faydası yoktur. Devletin de çöküşüne neden olur. Yargımızı sosyal medyadan da siyasetten de korumak zorundayız.”
“Klavye delikanlılığı”
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Dr. Selin Bitirim Okmeydan, aktivizmin dijital mecralarda gerçekleştirilmek istenmesine ilişki şu uyarıda bulundu: “Aktivizm, aslında toplumsal bir dönüşümü başlatma ya da başlayan bir çabaya destek olmaktır. Ama aktivizm, tek bir tuşa indirilebilir mi? Slacktivizm (İngilizce tembel anlamına gelen slacker kelimesinden türeyen bir kavram) denen, oturduğumuz yerden, tabiri caizse ‘klavye delikanlılığı’ üzerinden, herhangi bir eyleme girmeden, bununla ilgili kendi emeğimizi vermeden bunları yapmak ne kadar doğru?”
Sosyal medya üzerinden yürütülen adalet arayışlarının bir yanıyla vatandaş gazeteciliği olarak değerlendirilebileceğini kaydeden Okmeydan, Wall Street’i işgal et eylemlerinde, Arap Baharı’nda ya da Gezi Parkı olaylarında fazlasıyla yanıltıcı ve manipülatif içeriklerin dolaşıma sokulduğunu hatırlatarak, “Dijital aktivizm bizi gerçekten doğrulara yöneltiyor mu? Sosyal medyaya bu konuda ne kadar güvenebiliriz? Maalesef bu konularda sosyal medya, yaşadığımız toplumsal olaylarda sınıfta kalmış durumda. Birtakım uydurma, yanıltıcı içerikler, böyle olumsuz şeyler varmış, tepki verilmesi gerekiyormuş şeklinde aksettiriliyor Bunlara karşı uyanık olmak gerekir” diye konuştu.
“Belli yaptırımlar olması gerekir”
Sosyal medya üzerinden adalet arayışının var olan aksaklıkların tespiti açısından önemli bir rol oynadığını vurgulayan Okmeydan, bununla birlikte herkesin suçluluğu kanıtlanana kadar masum sayılması ve adil yargılanma hakkına sahip olduğunun da altını çizdi: “Sosyal medyada anonim kimliklerin arkasına saklanıp ya da tanınmayacağına güvenerek, fiziki ortamda, günlük normal yaşamda bizi bağlayan kuralların sanal ortamda olmadığını düşünüyoruz. Bu, son derece hatalı. Sosyal medya da henüz gelişim aşamasında. Birçok boşlukları var. Elbette sosyal medya demokratik hak ve özgürlükler, düşünce özgürlüğü açısından çok değerli. Ancak insanların hak etmediği yargılamalara maruz bırakılmasının da mutlaka belirli yaptırımları olması gerekir.”
Okmeydan, sosyal medyanın geleneksel medyada kıyasla daha kuralsız bir dünya olduğunun da altını çizdi: “Geleneksel medyada içerik üretirken eşik bekçileri var. Ancak sosyal medya, kullanıcı içerikli platformlar. Burada her kişinin aslında sosyal medyası var. Burada eşik bekçilerinin olmayışı tabii ki insanlara istedikleri gibi yazıp çizme, hakaret etme, küçük düşürme hakkını vermiyor. Ama insanların sanki böyle bir şey yokmuş gibi davranması söz konusu. Ayrıca sosyal medya zaman ve mekan kısıtlamasını kaldırarak viral etkiler yaratabiliyor. Paylaşılan her görüntü bir başka kullanıcının hesabında kendine farklı bir gerçeklik algısı yaratıyor. Herkes, kendini ait hissettiği, taraf hissettiği yerden, yankı odalarından olaya dahil oluyor ve karşı tarafa çok fazla söz hakkı vermiyor.”