Doğu Akdeniz’de sular durulmuyor.
Merkel’in girişimleri akamete uğrayınca devreye NATO Genel Sekreteri Stoltenberg girdi. Ama o da başarılı olamadı.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki görüşmeler için Türkiye, “Ön koşulsuz oturup konuşalım” diyerek, Yunanistan’ı köşeye sıkıştırıyor. Yunanistan ise “ön koşulsuz”luğun Türkiye’nin şu andaki girişimlerini meşru kabul etmek anlamına geleceğini öne sürerek, kabul etmiyor; “Önce Türkiye yasa dışı olarak bulunduğu alanlardan gemilerini çeksin” diyor.
Almanya’nın girişimlerinin başarısızlığa uğramasının arkasından AB, üyesi Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne tam destek açıkladı.
Reuters’a konuşan AB Konseyi Başkanı Charles Michel, “Havuç ve sopa yaklaşımını içeren dış politikamızdaki araçları tespit edeceğiz; ilişkileri geliştirmek için hangi araçlara sahip olduğunu ve bize saygı gösterilmemesi halinde hangi araçlarla karşılık vermemiz gerektiği üzerinde değerlendirmeler yapacağız” diye konuştu.
FRANSA’NIN TUTUMU FRANSA’NIN TUTUMU MU?
Doğu Akdeniz’deki gelişmeler içinde Fransa’nın tutumu daha da bir özellik taşıyor.
Macron’un; Doğu Akdeniz’in doğusunda, Lübnan ve Irak’a yaptığı ziyaretler özellikle de eski bir Fransız sömürgeciliği hayalleriyle de bağlantılı olsa da Doğu Akdeniz’e donanma göndermesi, Türkiye’yi “İmparatorluk fantezisi peşinde koşmak”la suçlaması, AB’den bağımsız bir girişim sayılamaz. Dahası Macron’un Yunanistan’a Fransız yapımı yeni nesil savaş uçakları satma (Hibe ettiği de belirtiliyor), Kıbrıs’ta askeri üs kurma anlamına gelen girişimler yapması AB’nin Türkiye’nin savaş gemileriyle bölgede üstünlük kurmasına karşı bir girişim olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Nitekim Macron, bölgeye savaş gemileri göndermesinin gerekçesi olarak, Fransa’nın bölgedeki ekonomik menfaatlerini göstermiyor. Tersine Macron, Doğu Akdeniz’deki girişimlerini, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki eylemlerinin “provokatif” olması, “Türkiye’nin Yunanistan ile Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saldırması” yanı sıra “Türkiye’nin son yıllardaki stratejisini bir NATO üyesi ülkesinin stratejisi olmadığına” kadar götürüyor.
Dolayısıyla Fransa’nın bölgeye savaş gemileri ve savaş uçakları göndermesi, Yunanistan ve Kıbrıs’ın silahlandırılması anlamına gelen girişimlerinin AB Komisyonu Başkanı Michel’in “havuç-sopa” politikasının “sopa”nın askeri boyutuyla ilgili girişimler olduğunu söylemek herhalde gerçeği ifade etmek olur.
HER TÜR EMPERYALİST VE GERİCİLİĞE KARŞI MÜCADELE
Bütün bu gelişmeler olurken Cumhurbaşkanı Erdoğan, pazar günü Göztepe Şehir Hastanesinin bazı bölümlerinin hizmete açılması töreninde konuştu ve şunları söyledi: “Biz her platformda, Türkiye’nin adil olması şartıyla her türlü paylaşıma hazır olduğunu ifade ediyoruz. Sorun, karşımızdakilerin bizim haklarımızı yok sayması. Ama bunun böyle olmadığını…ya siyasetin ve demokrasinin diliyle anlayacaklar ya da sahada yaşayacakları acı tecrübelerle anlayacaklar. Mücadeleyi ve onun sonundaki muhtemel şehadeti en büyük paye olarak gören bir milletin karşısında durabilecek hiçbir gücün olmadığını fark ettiklerinde umarız iş işten geçmiş olmaz!”
Cumhurbaşkanının sözleri, Erdoğan ve hükümetinin, nasıl bir bölge istediklerini, bunu için nasıl bir politika izlediklerini, yoruma mahal bırakmayacak biçimde göstermektedir.
“Türkiye böyle de diğer ülkeler çok mu matah politikalar izliyor?” denirse elbette ki bu sorunun yanıtı Evrensel okurları için çok açıktır ve “hayır”dır!
Gerek emperyalistlerin gerekse bölge gericiliklerinin kuyruğunun birbirine dolandığı bir ortamda elbette ki, bu emperyalist ve gerici güç odaklarına karşı mücadelenin nasıl olacağı önem kazanmaktadır.
Çünkü, bugün Türkiye’nin ilerici demokratları antiemperyalist bir tutum ve gericiliklerin politikalarına karşı bir tutum aldıklarında hem Türkiye’de hem de bölgedeki bütün gericiliklere karşı mücadele etmek durumundadırlar.
EN KOLAYI, DİĞER ÜLKE HÜKÜMETLERİNE KARŞI ATIP TUTMAKTIR!
Ancak mücadelenin kritik noktası her ülkenin ilericilerinin, demokratlarının, antiemperyalist güçlerinin kendi ülkesinin emperyalistlerine, gericilerine, şoven milliyetçiliğe, militarizmlerine, onların temsilcisi hükümetlerine politikalarına karşı mücadeledir.
Aksi halde kendi hükümetlerinin yayılmacı, şoven milliyetçi, emperyalist politikalarına çanak tutulmuş olunur.
Bugün yaygın olan budur. Bunun tipik örneklerinden birisi de bizim ülkemizde Millet İttifakı etrafında toplanan muhalefet partilerinin durumudur. Ki bu muhalefet partileri bugün AB’nin, Yunanistan’ın, Fransa’nın, Almanya’nın Doğu Akdeniz’deki petrol, doğal gaz, balıkçılık alanlarının paylaşılması etrafındaki girişimlerine karşı çıkarken, Türkiye’nin bölgedeki gerilimleri artıran askeri güç kullanımını öne çıkararak bölge ülkelerinin silahlandırılması ve emperyalistlerin müdahalelerinin kolaylaştırıcı tutumuna destek vermiş olmaktadırlar.
Nitekim bugün Millet İttifakı etrafındaki partilerin dış politika söz konusu olduğunda iktidarın destekçileri haline gelmeleri en çok AKP’yi sevindirdiği için, AKP ve Erdoğan, dış politikayı içeride muhalefete ayar vermenin aracı olarak daha çok kullanmaktadır.
Bu yüzdendir ki, bugün Türkiye’nin Suriye, Doğu Akdeniz, Libya diğer bazı ülkelerdeki girişimleriyle, yayılmacı amaçlarla yapılan girişimlere karşı mücadele etmek, Türkiye’nin ilerici demokrat güçlerinin laik ve demokratik bir Türkiye mücadelesi için tek doğru tutumdur. Aksi halde gerçekleri ne olursa olsun, AKP-MHP ittifakının tek adam yönetiminin değirmenine olduğu gibi bölgeye emperyalist müdahalelere, gericilikler arasındaki çatışmalara çanak tutmak demektir.
*Gazetemizin internet sitesinde yayımlanan Türkiye’den Emek Partisi ve Yunanistan’dan Yeni Sol Akım’ın (NAR) ortak bildirisi ve Seyit Aldoğan arkadaşımızın gazetemizde 6 Eylül günü yayımlanan röportajında, Yunanistan’da yayımlanan Günlük Kathimerini gazetesi editörlerinden Yannis Elafros’un söyledikleri, bu konuda doğru tutuma açık biçimde işaret eden iyi örneklerdir.
Reklam