KDP ve PKK arasında bir süredir yaşanan gerilim ve yapılan karşılıklı suçlamalar, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin Ankara ziyareti sonrasında yeni bir boyut kazandı.
PKK yönetimi, KDP’yi kendilerinin tasfiye edilmesi temelinde Erdoğan iktidarı ile iş birliği yaparak “Ulusal bir suç işlemek”le suçluyor. KDP yönetimi de PKK’yi “Kürt gençlerini öldürtmek”, “Kürdistan’ın kazanımlarını tehlikeye atmak”, “bütün Kürtler için baş ağrısı haline gelmek”le suçluyor.
Bugün Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen bütün parti ve gruplar, Kürtlerin kazanımlarını koruyup kalıcılaştırmanın yolunun ‘birlik’ten geçtiğini söylüyor. Fakat Kürtlerin bu iki ana siyasi akımı arasındaki gerilim ve suçlamalar, bir niyet beyanının ötesinde ‘birlik’ konusunun önündeki açmazları bütün açıklığı ile ortaya koyuyor.
Öte yandan birlik konusunun önündeki sorun ve açmazlar, bu siyasetlerin yöneticilerinin niyet ve açıklamalarına da indirgenemez. Çünkü bu sorun ve açmazları yaratan niyet ve beyanlardan öte, bu siyasetlerin temsil ettiği çıkarlar ve bağlı olarak geliştirdikleri ilişkilerdir.
KDP’nin açıklamalarına bakınca kendini “ulusal çıkarların temsilcisi” ve PKK’yi de bu çıkarların önünde bir engel olarak gördüğü söylenebilir.
Peki, KDP “ulusal çıkar” derken acaba hangi çıkarlardan söz ediyor?
Bu “ulusal çıkar” öncelikle Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ile yılda yaklaşık 12 milyar doları bulan ticari ilişkilerde ifadesini buluyor. Yine Barzani yönetimi, Türkiye ile yakın ekonomik ve siyasi iş birliğini, Irak merkezi yönetimine karşı bir siyasi dayanak olarak görüyor. Burada hatırlatmadan geçmeyelim: Geçtiğimiz günlerde Ankara’yı ziyaret eden Neçirvan Barzani, sonradan hayal kırıklığına uğrasa da 2012 aralık ayında Time dergisine verdiği röportajda “Bağımsızlık için öncelikle yakınımızdaki bir ülkeyi ikna etmemiz gerekiyor” diyerek Türkiye’deki Erdoğan iktidarını işaret etmişti. Barzani yönetimi, bağımsızlık referandumu konusunda beklediği desteği alamasa da Türkiye ile ekonomik ve siyasi iş birliğini sürdürmeye devam etti.
İşte KDP, PKK’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içindeki askeri varlığını, Türkiye ile ilişkilerini geliştirmenin önündeki en önemli engel olarak görüyor ve bu nedenle PKK’nin bölgeden çıkması çağrısını yapıyor.
Ancak bu tutumun ‘ulusal birliğin’ savunucu/temsilcisi olduğunu iddia eden bir siyaset için problemli bir tutum olduğunu söylemek için öyle derin tahliller yapmaya gerek yok. Çünkü PKK, Türkiye’deki Kürt sorununun ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Bu durumda KDP’nin tutumu, “Türkiye’deki Kürt sorununu görmezden gelirsek Türkiye yönetimiyle iyi ilişkilerimiz olur” demek anlamına gelir ki, bu yaklaşım bütün Kürtlerin temsilcisi olma iddiasını geçersiz kılıyor.
ABD, Türkiye ve Irak Kürdistan Yönetimi arasındaki iş birliğini kendi bölgesel çıkarları için teşvik ediyor. Geçtiğimiz günlerde ABD Dışişleri Bakanlığının Ortadoğu’dan Sorumlu Başkan Yardımcıları JoeyHood ve David Copley, Sincar’ın (Şengal) PKK gibi silahlı gruplardan temizlenmesi için Türkiye, Irak merkezi ve Kürdistan yönetimleri arasında iş birliği yapılmasını önermişlerdi.
ABD emperyalizmi İran’ı kuşatmak ve paylaşım mücadelesindeki rakibi Rusya’nın bölgede artan etkisini durdurmak için bir yandan Rojava ve Irak Kürtlerini kendi politik ekseninde birleştirmek istiyor. Bu temelde Rojava’daki Kürt partileri arasındaki birlik görüşmelerinin garantörlüğünü yapıyor. Öte yandan hem Rojava ve Irak Kürtlerini kendi politik ekseninde birleştirebilmesinin ve hem de Irak Kürdistan Yönetimi ile Türkiye’deki Erdoğan iktidarı arasında ilişki-iş birliğini geliştirmenin önünde bir engel olarak gördüğü PKK’nin tasfiyesi için adımlar atılmasını teşvik ediyor.
Bugün Türkiye ve İsrail ne kadar karşıt görünürlerse görünsünler oluşturulmak istenen eksenin bir ucunda da İsrail bulunuyor. Kürdistan Yönetiminin eylül 2017’deki ‘bağımsızlık referandumu’nu destekleyen tek ülke olan İsrail, Kürtlerle iş birliğini Irak’ta İran (Şii) etkisini sınırlamanın/dengelemenin bir aracı ve yine bölgede İsrail karşıtı rejimlere karşı bir dayanak olarak görüyor.
Sonuç olarak birbirine karşıt ya da birbiriyle ilgisiz gibi görünen çıkar ve ilişkiler, ABD’nin bölgesel stratejine bağlanıyor.
Bu tablonun Öcalan çizgisindeki Kürt siyaseti için de ciddi sorun ve açmazlara yol açtığını da belirtmek gerekiyor. Çünkü bu siyaset, Rojava’da Barzani çizgisindeki partilerle ABD’nin önayak olduğu birlik görüşmeleri içinde yer alırken Irak’ta bu birlik görüşmelerini kendi çıkarları için araçsallaştırmak isteyen ABD’nin tasfiye politikasının hedefi olmaktan da kurtulamıyor.
Bütün bu gelişmeler bizi bir kez daha şu gerçeğe götürüyor: Emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin Kürt sorununu istismar etmelerinin önüne geçebilmenin yolu, Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını savunmaktan geçiyor. Ancak bu hakkın kazanılması ve halkların barış içinde yaşayabilecekleri bir ülke ve bölge için de işçi sınıfı ve halkların emperyalizm ve gericiliğe karşı demokratik bir mücadele hattında birleşmesini sağlayabilecek bir politikada ısrar etmek gerekiyor.
Reklam