KENT YAZILARI | ALPER ENDER FIRAT
Bir zamanlar Varna’da deniz kenarına oturmuş uzaktan geçen gemilere bakıyor ve bir türkü mırıldanıyordum.
“Bir vapur geçer Varna önünden
Uy Karadeniz’in gümüş telleri
Bir vapur geçer Boğaz’a doğru
Nazım usulcacık okşar vapuru
Yanar elleri… Yanar elleri…”
Memlekete doğru giden bir vapura, uzaktan hayalen bile olsa dokunan bir adamın özlemden elleri yanıyor. Bir vatan hasreti daha nasıl ifade edilirdi bilemiyorum. Nasıl da can acıtan bir duygudur.
Birkaç yıl sonra benim de başıma geleceğini bilmeden, bilemeden, yıllardır dilimde olan bu şarkıyı, şiirin yazıldığı yere gelip de söylemişim.
Bir zaman sonra bir Yunan adasında deniz kenarında oturacak, memlekete giden gemilere hasretle bakarak ve Nazım’ın şiirini söyleyecektim öyle mi?
Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna’dan (ada’dan)
İşitiyor musun? Memet! Memet!
Karadeniz (Ege) akıyor durmadan, deli hasret deli hasret
Oğlum, sana sesleniyorum.
İşitiyor musun?
Memet! Memet!
Üniversitede okurken kimi zaman şimdi baktığım karşı kıyıdaki kasabaya gelir, sahilde karşı kıyıyı yani şu anda bulunduğum yeri seyrederdim. Işıkları görünürdü uzaktan, yanıp sönen, sönüp yanan ve sürekli göz kırpan ışıkları. O ışıklara bakar ve delicesine merak ederdim o karşı kıyıda kimlerin yaşadığını. Öylesine gizemli, öylesine bilinmez, öylesine merak uyandırıcıydı ki.
Şimdi karşı kıyıdayım, o yanıp sönen ışıkların içinde..
O yıllarda karşı kıyı görünmez duvarlarla örülmüştü sanki. O yüzden karşı kıyının gidilebilen bir yer olduğunu hayal bile edemiyordum.
Kaf Dağının arkası burası olmalıydı…
Orada başka şehirlerin insanları yaşıyordu. Bir gün gelir o Kaf Dağı’nın ardına ulaşabilir miydim, o diyarları, o insanları tanıyabilir miydim bilemiyordum. Nasıl tanışabilirdik ki orada Rumlar yaşıyordu, -80’li yılların Türkiye’sine göre-, hani sabahtan akşama, akşamdan sabaha bizim aleyhimize planlar yapan, her an ülkeyi işgal edecek, dünyanın en tehlikeli insanlarının yaşadığı en azılı düşmanların(!) bulunduğu yerdi neticede.
O zamanlar elimizde ne bilgisayarlar vardı ne internet ne akıllı cep telefonları. Orayla ilgili hiçbir şey bilmezdik, devletin bize söylediğinden başka bir fikre sahip olabilecek bilgiye ulaşmamız mümkün değildi. Ve Devlet Rumların çok tehlikeli insanlar olduğunu söylüyordu.
Yine de o yanıp sönen ışıkların ardındaki insanları, sokakları, evleri ölesiye merak ederdim. Uzaktan ışıkları yanan o evlerde kimler oturuyor, karşı kıyıda bir çift gözün kendilerine çok meraklı gözlerle baktığını hiç düşünüyorlar mıydı?
On yıllar sonra buraya sürgün olacağımı ve burada yaşamak zorunda kalacağımı bilemezdim, düşünemezdim, aklımın her hangi bir köşesinden de geçmezdi.
Sadece 70-80 yıl önce karşı kıyının Kaf Dağı’nın ardında olmadığını düşünür, o kıyıya bakar ve artık başka bir devletin sınırları içinde olmasına çok hayıflanırdım. Bunun yıllar sonra benim kaderimde nelere sebep olacağını bilemeden.
Bugün o görünmez duvarlar delindi, öteki diyarın insanları kapılarını açıp buyur ettiler. Şimdi karşı kıyıdan bakıyorum uzakta bir yerde ışıkları yanıp sönen, sönüp yanan bir yer var. Orası benim memleketim. Bütün yaşadıklarıma, bütün hayal kırıklıklarıma rağmen gidemediğim, vazgeçemediğim, memleket.
Ama bu yakanın o yakadan neredeyse hiçbir farkı yok. Evleri, sokakları, sokak hayvanları, ara sokakta çalan müziği… Bazen nerede olduğumu cidden şaşırıyorum. Türkçe bir ses, yanık yanık söylüyor.
Seninle doğan güldür bu gönül…
Ah bu gönül şarkıları
Dilimdeki bülbüldür bu gönül…
Ah bu Gönül şarkıları
Kavuşmanın tadını, tadını
Ayrılık feryadını
Taşır senin adını, bu gönül
Çocuklar oynuyor sokaklarda, anneler onlara kaygılı sözlerle sesleniyorlar. Yaşlı kadınlar Pazar çantalarını çekiştire çekiştire ara sokaklardan evlerine ulaşmaya çalışıyor. Sıcak burada da bunaltıyor insanı. İnsanlar pazara gidiyor, lokantaları dolduruyor, akşam olunca her yerde ışıklar yanıyor. Ah şu alfabe farklı olmasa başka bir ülkede yaşadığımı hiç fark etmeyeceğim.
Kilisenin hemen arkasındaki çınar altında oturunca insanın canı gevrek ve tulum peyniri istiyor yanına da demlenmiş bir çay. O zaman memleket daha çok geliyor insanın aklına.
Bu kıyının insanları da korkuyor, üzülüyor, kaygılanıyor, hasta oluyor, şifa buluyor, nefes alıyor, yağmurda ıslanıyor, soğukta üşüyüp, sıcakta terliyor. Bazen deniz kenarında meraklı gözlerle karşı kıyıya bakıyorlar. İçlerinden neler geçiyor bilemiyorum. Kim bilir belki dedesinin doğduğu yerdir o kıyı.
Bir kıyıdan baktım dünyaya
Ellerimde tuz, avucumda sedef
Bir mavilik, bir açıklık
Özgürlük hasreti
Yüreğime vuruyor
Nerede, nerede insanlar?
Dünyayı güzellik kurtaracak
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey
Hava, martılar, ışıklı şehir
Sarhoş ediyor beni yosun kokusu