YORUM | REŞİT HAYLAMAZ
Bugün yaşananlar bana çok tanıdık geldiği için birkaç haftadır bu köşede sizlere, Cemel’i resmetmeye çalıştım.
Doğru, Cemel çok acı, vahim bir hâdise!
Başka bir doğru daha var ki Cemel’e gidenlerin hiçbirisinin niyet ve hedefinde böyle bir sonuç yoktu!
Şüphesiz böyle bir sonucu, hakikat sevdalısı hiç kimse istemez. Ne var ki dün yaşananlardan ders alıp durduğu yeri netleştiremediğinde insan, Cemel’de olduğu gibi kendini hiç istemediği yerde de bulabiliyor!
Öyleyse, aynı delikten bir daha ısırılmamak için Cemel’in çığlık olup haykırdığı realitelere kulak vermek zorundayız.
Bunca hâdiseden kimin ne anladığını bilemem; ancak Cemel bana diyor ki:
Öncelikle dilini tut: Taraflarını Allah’ın bağışlayıp Cennet’ine aldığı insanlar hakkında mesnedsiz konuşma. Hem, “Sahâbe” keyfiyetini hâiz bir kıymetin kadrini tartacak teraziye mâlik değilsin ki! Ömer İbn-i Abdülazîz’in dediği gibi “madem ki o günlerde yaşatmamak suretiyle Allah (celle celâlühû), dökülen kanlardan elimizi korudu; öyleyse bugün bize düşen, konuşarak dilimizi kirletmemek, ayrı bir vebale girmemektir!”
Her duyduğuna inanma: Yollara Cemel taşları döşeli ve bugün de ortalık, fısk u fücûrdan geçilmiyor; üstelik, gelen haberlerin kısm-ı a’zamîsi “fâsık” patentli. Malum, fâsıkın getirdiği haberi tetkik etmeyi bize Kur’ân emrediyor. Üstelik, işin başından beri “yalan” üzerine kurulu bir dünya var karşımızda. Seyelân halinde sökün edip üzerinize gelen bir septik varsa, muhtevanın ne olduğu bellidir! Dün itibariyle Hazreti Osmân (radıyallahu anh) adına mektup yazıp altına sahte mühür basan, Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ) ve Hazreti Ali (radıyallahu anh) adına valilere talimatlar tertip eden ve Hazreti Talha (radıyallahu anh) ile Hazreti Zübeyr’in (radıyallahu anh) adına belge tanzim edenlerin, meydanı boş buldukları bugün boş duracağını mı sanıyorsun?
Her duyduğunu başkasına aktarma: Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) açık beyanını duymayan yoktur: “Her duyduğunu başkasına taşımak, günah olarak kişiye yeter!”
Başkasıyla ilgili sana gelenlerin bir benzerinin de senin adına başkalarına taşındığını unutma: Kur’ân’ın nüzûl ikliminde yetişmiş ve risâlet mektebinden vasıtasız ders almış Ashâb-ı Kirâm’ı (radıyallahu anhüm) bile can kardeşine kılıç çeker haline getiren aynı “kumpas” bugün de sahnede. Düne kadar ıspanak renklerin gündemi olan psikolojik harp, artık yalı ve köşklerin sıradan konusu. Dün, ‘kefenini soyup üzerine taşlar koydukları “yiğidin” yeniden ve kendisi olarak kalkışı’ karşısında çılgına dönenlerin körüklediği mazi derinlikli bir oyunun hedefindesin. Dünden bu yana birbirini didikleyenlerin ittifak edişlerine de şaşırma. Çünkü sen, ortak hedefsin!
Duygularınla hareket etme: Hissî temele dayalı kardeşliklerin kırılganlığı daha kolaydır; kardeşliğimizin ebed müddet devamı için mantıkî bir temele oturtulması şarttır. Şunu bil ki duygularını açığa vurduğun yerde, “Gassân” meliklerinden mektuplar gelir. Ne yazık ki herkeste, onu yırtıp yere çalacak bir Ka’b İbn-i Mâlik (radıyallahu anh) iradesi yoktur!
Öfke ile hareket etme: Allah (celle celâlühû), sürpriz gelişmeler karşısında kabaran öfkesini yutkunan ve bu durumda bile muhatabını affetmesini bilen mü’minin fiiline ayrı bir kıymet veriyor!
Niyetin gibi üslubun da doğru olsun: Niyetin hâlis, talebin de hak olabilir; ancak yürüdüğün yol hakikat gamzeli değil ise maksadın aksi bir sonuçla karşılaşma ihtimalin yüksektir. Hakikat arayışının üslup yanlışlığına kurban olmaması için yol tercihindeki titizlik de ayrıca önem arz eder.
İletişim yollarını kapatma: Kültürümüzde, “kapıyı kıyı kaşık bırakmak” şeklinde güzel bir söz var ki aynı muhteva, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanlarında da yer alır: “Sevdiğin insanla mesafeli ol; ola ki bir gün düşmanın olur! Düşmanın ile olan mesafeyi de koru; ola ki bir gün dostun olur!” Şunu bil ki başlangıç itibariyle zor ve zamana bağlı olsa da “diplomasi”, problemlerin problemsiz veya en az problemle çözümünde en temel unsurdur.
Ortada tadil edilmesi gereken bir yanlış görmüşsen — ki herkes insandır ve insanın olduğu yerde hata da olabilir — mert ol ve tedaviyi de muhataplarında ara. Aynı zamanda bu, niyetinin halis olduğunu gösteren bir mü’min ahlakıdır! Üstelik, dâhildeki problemin çözümünü hâriçte aradığın sürece sadece problemi büyütmüş, fırsat avcılarının ekmeğine yağ sürmüş olursun.
İhtiyat, itidal ve teenniden ayrılma: Gündemine gelen her konuyu, önüne konulan terazilerde değil hakikat mizanlarında tart. İhtiyat, itidal ve teenni, Nebevî takdirli bir mü’min ahlakıdır.
Genellemelerden kaçın: Herhangi bir olayda realite ne ise onun dışına çıktığın her ân, başka bir haksızlık irtikâb ediyorsun demektir.
İşine odaklan ve işin olmayanı iş edinme: Böylesi günlerde gündemine gelen birçok konunun, seni yarıştan düşürmek için kurgulanmış olabileceğini de hatırından çıkarma. Unutma ki bugün yapılması gerekeni “bugün” yapamazsan, yarın yapman gerekene de zaman bulamazsın! Şartlar ne kadar çetin olursa olsun biz, bugünü yaşıyoruz ve gününü inşâ edemeyenin yarını da hebâ olur!
Hudeybiye’de sesini yükselttiği için ömür boyu tevbe ve istiğfar ettiğini, nafile namaz kılıp tasaddukta bulunduğunu söyleyen Hazreti Ömer (radıyallahu anh) ile Cemel her aklına geldiğinde seccadesi ıslanıncaya kadar ağlayan Âişe Validemiz’in (radıyallahu anhâ) pişmanlıkları kulağına küpe olsun! Henüz hâdiseyi yaşarken bazen hakikat görülemeyebilir ve sen, suyun bilerek bulandırıldığı bu demlerde tehevvürden uzak dur ve bir hakkı savunacağım diye başka haklara girme.
Bu maddeyi de kefesinde yumurta olanlar için yazayım: Böylesine fırtınalı günlerde vazife yapmak, her yiğidin harcı değildir. Önüne gelenin didiklediği zeminde boyunduruğu kaldırmak için Allah (celle celâlühû) seni tercih etmişse bu, ayrı bir mesuliyet, başka bir ciddiyet gerektirir. Bu nazarla Hudeybiye’ye bakabilirsen, seni, niyetini ve önüne koyduğun hedefleri kavrayamayan samimilerin de sesini yükseltebileceğini görürsün ki bu durumda, Ümmü Seleme Validemiz (radıyallahu anhâ) gibi bir duruşla işe koyulmak gerektir. Unutmamak lazım ki ‘atıyyelerini ancak matıyyeleri taşır!’ Ortalığı kasırgaların kasıp kavurduğu, dalgaların azgınlaşıp gemiyi savurduğu demlerde Hazreti Ali (radıyallahu anh) hassasiyet ve duruşu gerekir ki Bediüzzaman Hazretleri’nin O’nun (radıyallahu anh) hilâfet günleri için yaptığı yorum, kanaatimce bugünkü yükü kaldıranlar için de geçerlidir; böylesine fırtınalı günlerde bir tavzif varsa, Allah’ın muradı da başka demektir!
Biraz teemmül, biraz dikkat ve bir miktar basiretle daha çok şey söylenebilirdi. Şüphesiz söylenecektir de!
Hatta muhtemeldir ki her bir maddeyi ayrıca yazı konusu yapmak da gerekebilir.
Ancak yazıya başlarken de ifade ettiğim gibi niyetim, ne kimseye akıl vermek ne de kendi anladığımı başkasına dikte etmek!
Ben, Cemel’in bana söylediklerini listelemeye çalıştım. Umarım, bu cümlede benimle ittifak halindeki ihvanıma da faydası olur.