Bu cinayet sadece bir suç vakası değil, aynı zamanda İsveç’in masumiyetini ve güven duygusunu kaybettiği tarihi bir dönüm noktası olarak görülüyor. Bu olay, ülkenin politik kültürünü ve toplumsal yapısını derinden etkiledi.
M. NEDİM HAZAR | YORUM
28 Şubat 1986’da gece 23.00 suları… Stockholm’un sakin caddelerinden Sveavägen, 60 yaşlarında bir yaşlı çift, Suzanne Osten’in yönettiği ve opera ile tiyatro dünyasını hicivli bir şekilde ele alan bir film olan İsveç yapımı komedi, Mozart Kardeşler’i (“Bröderna Mozart”) izlemiş ve çocuklarından Grand Sineması’nın kapısının önünde ayrılmış yürüyorlardı.
Saat 23.20 civarıydı. Yaşlı kadın eşine karşı kaldırımdaki vitrinlere bakmak istediğini söyledi. Adam çok gönüllü olmasa da karşıya geçmeyi kabul etti. Vitrinlere doğru yürürken, tam kavşağın ortasında bir iki adım gerilerinde bir gölge hissettiler. Ve patlama sesiyle beraber adam yere yıkıldı. Kadın da sırtında bir sızı hissetmişti ama kocasının kanlar içinde yere kapaklanması onu şok etmişti. Çevreden bir genç kadın ve erkek koşarak geldiler. Çabalar boşunaydı, yaşlı adam tepki vermiyordu. Yaşlı kadın bağırdı, “Yerden yatan Olof Palme, başbakan!”
İsveç tarihinin en büyük siyasi cinayeti işlenmişti. Sonraki 30 yıl boyunca konuşulacak tuhaf ama bir o kadar da basit bir izahı olan cinayet!
O akşam maktule yardım etmeye çalışan tıp öğrencisi Anna Hage ve Anders Björkman (Ve elbette Bayan Palme) hayat kurtarmaya o kadar odaklanmışlardı ki, koşarak giden katilin peşinden gitmek şöyle dursun, doğru dürüst eşkâline bile bakmamışlardı. Başbakan korumalarını, “Bu saatte ve soğukta beklemeyin.” diyerek evlerine yollamanın bedelini çok ağır ödemişti.
34 yıl boyunca çözülemeyen bu cinayet, 10 Haziran 2020’de İsveç savcısı Krister Petersson’un açıklamasıyla yeni bir boyut kazandı. Savcı, katil olarak Stig Engström adlı bir sigorta şirketi çalışanını işaret etti. Ancak Engström’ün 2000 yılında ölmüş olması, davanın hukuki olarak sonuçlanmasını imkansız kıldı.
Olof Palme, İsveç’in altın çağının sembol isimlerindendi. Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen, sosyal demokrat idealleri benimsemiş ve ülkesini bu doğrultuda yönetmişti. Uluslararası alanda da cesur duruşuyla tanınan Palme, Vietnam Savaşı’na karşı çıkmış, Güney Afrika’daki ırkçı rejimi eleştirmiş ve nükleer silahsızlanmayı savunmuştu.
Cinayetin ardından başlatılan soruşturma, birçok farklı yöne uzandı. İlk şüpheler PKK üzerine yoğunlaşmıştı…
Stockholm polis şefi Hans Holmer, bu teorinin peşine düştü ancak somut bir sonuç elde edemeyecekti ama olay şöyle gelişti:
Olof Palme’nin PKK konusundaki tutumu, suikast soruşturmasının önemli bir boyutunu oluşturdu. Palme, 1984’te PKK’yı terör örgütü ilan eden ilk Avrupalı liderlerden biriydi. İsveç’teki Kürt derneklerinin faaliyetlerini yakından takip eden Palme hükümeti, örgütün İsveç’teki varlığına karşı sert önlemler almıştı. Bu durum, PKK ile İsveç hükümeti arasında ciddi bir gerilime neden olmuştu.
Soruşturmanın ilk yıllarında Stockholm polis şefi Hans Holmer, tüm dikkatini “PKK izi” üzerine yoğunlaştırdı. Çok sayıda Kürt kökenli kişi sorgulandı ve bazı tutuklamalar gerçekleşti. Hatta (Sonraki yıllarda) PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, Türk cezaevindeyken verdiği bazı ifadeler de soruşturmaya dahil edildi. Ancak yıllar süren araştırmalara rağmen, örgütün cinayetle bağlantısını gösteren somut bir delil bulunamadı. Bu durum, Holmer’in görevden alınmasına ve soruşturmanın yön değiştirmesine neden oldu.
PKK soruşturması döneminde İsveç polisinin yaptığı hatalar, daha sonra ciddi eleştirilere yol açtı. Kürt toplumuna yönelik yapılan geniş çaplı operasyonlar ve sorgulamalar, hem insan hakları açısından tartışmalara neden oldu hem de soruşturmanın diğer olası izlerinin gözden kaçmasına sebep oldu. Bu dönemde birçok masum insan şüpheli muamelesi gördü ve toplumsal gerginlikler arttı.
Yıllar sonra, 2014’te PKK’nın eski üst düzey yöneticilerinden Cemil Bayık, bir röportajında örgütün Palme suikastıyla hiçbir ilgisi olmadığını açıkladı. Bayık, aksine Palme’nin Kürt sorununa karşı son dönemde daha ılımlı bir yaklaşım benimsediğini ve örgütle diyalog kanalları aradığını iddia etti. Bu açıklama, cinayetin ardındaki gerçek motivasyonun farklı olabileceği düşüncesini güçlendirdi.
PKK soruşturması sırasında gözden kaçan önemli deliller ve tanık ifadeleri, daha sonra “Stay Behind” örgütü ve Stig Engström teorilerinin araştırılmasında yaşanan gecikmelere neden oldu. Bu durum, İsveç kamuoyunda polisin soruşturmayı yanlış yönlendirdiği eleştirilerine yol açtı.
Öte yandan Palme’nin Kürt politikası, sadece PKK’ya karşı sert tutumdan ibaret değildi. O dönemde Palme hükümeti, Türkiye’deki Kürt sorununun barışçıl çözümü için diplomatik girişimlerde bulunuyordu. Bu çabaların bazı çevreleri rahatsız ettiği ve suikastın arkasında farklı güçlerin olabileceği de tartışılan konular arasındaydı.
Güney Afrika bağlantısı da uzun süre araştırıldı. Palme’nin apartheid rejimine karşı sert tutumu ve Afrika Ulusal Kongresi’ne verdiği destek, onu Güney Afrika gizli servisinin hedefi haline getirmiş olabilirdi. Ancak bu teori de ispatlanamayacaktı.
Apartheid’in ne olduğunu en alta ekleyeceğim.
İç politikada Palme’nin düşmanları az değildi. Özellikle 1974’te ortaya atılan “işçi fonları” projesi, İsveç iş dünyasında büyük tepki yaratmıştı. Bu proje, şirket mülkiyetinin kademeli olarak işçilere devredilmesini öngörüyordu ve geleneksel İsveç uzlaşı kültürüne darbe vurmuştu.
Soruşturmada polisinin rolü de sorgulandı. Olay yerinin geç incelenmesi, delillerin düzgün toplanmaması ve alarm sinyallerinin gecikmesi gibi profesyonellikten uzak davranışlar dikkat çekti. Dahası, Stockholm polisinde aşırı sağcı görüşlere sahip memurların varlığı da kayıtlara geçti.
“Stay Behind” adlı gizli NATO örgütünün olası rolü, araştırmanın en ilginç boyutlarından biriydi. Soğuk Savaş döneminde Sovyet tehdidine karşı kurulan bu örgüt, tarafsız İsveç’te de faaliyet gösteriyordu. Örgüt içindeki bazı asker ve polislerin Palme’ye düşman olduğu biliniyordu.
Katil olduğu iddia edilen Stig Engström, “Skandia Adam” olarak tanınıyordu çünkü olay yerinin yakınındaki Skandia sigorta şirketinde çalışıyordu. Sağcı görüşlere sahip olan Engström, cinayetin ardından görgü tanığı olarak ortaya çıkmış ve çelişkili ifadeler vermişti.
İlginç bir tesadüf olarak, Engström’ün çalıştığı Skandia binası aynı zamanda “Stay Behind” örgütünün toplantı yeriydi. Ancak bu bağlantı da somut kanıtlarla desteklenemedi. Bu konuyu bırazdan biraz daha ayrıntılı yazacağım.
Palme’nin öldürülmeden önce planladığı önemli bir görüşme vardı. 6 Nisan 1986’da Sovyet lideri Mihail Gorbaçov’la buluşacak ve nükleer silahsızlanma konusunu görüşecekti. Bu planın NATO çevrelerinde rahatsızlık yarattığı söyleniyordu.
34 yıl süren soruşturma, dünyanın en uzun ve pahalı ceza soruşturmalarından biri oldu. Ancak sonuç İsveç toplumunu tatmin etmedi. Cinayetin tek bir kişinin işi olduğu tezi, komplo teorilerini susturamadı.
Gelelim edilen Stig Engström’e…
Engström, 1934’te İsveç’te doğdu. Orta sınıf bir ailenin çocuğu olan Engström, grafik tasarım eğitimi aldı ve reklamcılık sektöründe çalıştı. 1980’lerde Stockholm’ün merkezindeki Skandia sigorta şirketinde grafiker olarak görev yapıyordu. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir hayat yaşayan, evli ve çocuksuz bir adamdı. Bir sonraki yazıda analizini yapacağımız dizinin de başkahramanı olan Enström’ün detaylı karakter analizini sonraya bırakarak sadece şunları söyleyelim yeterli olacaktır.
Engström’ün kişiliği çelişkilerle doluydu. İş arkadaşları onu hırslı ama başarısız, sürekli kendini öne çıkarmaya çalışan biri olarak tarif ediyordu. Muhafazakâr Ilımlı Parti’nin aktif bir üyesiydi ve Olof Palme’nin sosyal demokrat politikalarına şiddetle karşı çıkıyordu. Alkol sorunu olduğu ve zaman zaman depresyona girdiği biliniyordu.
28 Şubat 1986 gecesi, Palme suikastının hemen ardından olay yerinde ki iki şahidin yaptığı tarif tıpatıp ona benziyordu. Soruşturmanın eninde sonunda kendisine uzanacağını bildiğinden mi yoksa meşhur olma sevdasından mı bilinmez Engström, bizzat kendisi polise başvurup görgü tanığı olduğunu söyledi. Verdiği ifadelerde, Palme’ye yardım etmeye çalıştığını iddia etti. Ancak diğer görgü tanıklarının hiçbiri böyle bir yardım girişimi görmemişti.
Cinayetten sonraki günlerde Engström, medyanın ilgisini çekmeyi başardı. Çeşitli gazete ve televizyonlara röportajlar verdi. Her röportajında hikayesi biraz daha değişiyor, yeni detaylar ekleniyor veya bazı detaylar kayboluyordu. Bu tutarsız açıklamaları, yıllar sonra şüpheleri üzerine çekmesine neden olacaktı.
Engström’ün o gece giydiği kıyafetler, görgü tanıklarının tarif ettiği katil ile büyük benzerlik gösteriyordu: koyu renkli bir palto ve gözlük. Ayrıca silah kullanma deneyimi vardı ve bir spor kulübü üzerinden silahlara erişimi olduğu sonradan ortaya çıktı.
Suikasttan sonraki yıllarda Engström, normal hayatına devam etti. Skandia’daki işine gidip geliyor, ara sıra medyaya demeçler veriyordu. Ancak alkol sorunu giderek kötüleşti ve 1990’ların sonunda işini kaybetti. İkinci evliliği de bu dönemde sona erdi.
Haziran 2000’de Engström, evinde ölü bulundu. Resmi kayıtlara göre intihar etmişti. Ölümünden sonra eşi, son yıllarında paranoyak davranışlar sergilediğini ve sürekli takip edildiğini düşündüğünü açıkladı.
20 yıl sonra, 2020’de İsveç savcılığı Engström’ü Palme’nin katili olarak açıkladığında, eski iş arkadaşları ve tanıdıkları şaşkınlıklarını gizleyemedi. Bazıları onun böyle bir cinayeti işleyebilecek cesarete sahip olmadığını söylerken, bazıları da yıllardır ondan şüphelendiklerini ifade etti.
Engström’ün hayatı ve ölümü, tıpkı Palme suikasti gibi gizemini koruyor. Savcılık onu katil ilan etmiş olsa da cinayetin motivasyonu hala belirsiz. Kişisel bir nefretin mi, yoksa daha büyük bir komplonun parçası mı olduğu sorusu yanıtsız kaldı.
“Skandia Adam” lakaplı Stig Engström’ün hikayesi, modern İsveç tarihinin en büyük siyasi cinayetinin merkezinde yer alan karanlık bir portre olarak tarihe geçti. Ancak gerçeği mezara götürmüş olması, olayın tam olarak aydınlatılmasını imkansız kıldı.
Bugün ise Palme cinayeti, İsveç’in masumiyetini kaybettiği an olarak görülüyor. O günden sonra ülkede siyasi şiddet devam etti. 1988’de BM yetkilisi Bernt Carlsson ve 2003’te Dışişleri Bakanı Anna Lindh suikastlara kurban gitti.
İsveç’te siyasetçilere yönelik tehditler artık sıradan bir hal almış durdumda. Eski sosyal demokrat lider Mona Sahlin’in de belirttiği gibi, bu durum ülkenin demokratik yapısını tehdit ediyor.
Bu olayla beraber İsveç’in “mükemmel toplum” imajı artık geçmişte kaldı. Göçmenlik sorunu, milliyetçiliğin yükselişi, ekonomik sorunlar ve siyasi güvensizlik gibi pek çok mesele, ülkeyi diğer Avrupa ülkelerinden farksız hale getirdi.
Palme cinayeti, modern İsveç tarihinin en büyük travmalarından biri olmaya devam ediyor. Resmi soruşturma kapanmış olsa da toplumun zihnindeki sorular hala cevap beklemekte.
Cinayetin ardından İsveç’te güvenlik anlayışı temelden değişti. Bir zamanlar korumasız dolaşabilen siyasetçiler, artık sıkı güvenlik önlemleri altında yaşıyor.
Son olarak, Palme cinayeti sadece bir suç vakası değil, aynı zamanda İsveç’in masumiyetini ve güven duygusunu kaybettiği tarihi bir dönüm noktası olarak görülüyor. Bu olay, ülkenin politik kültürünü ve toplumsal yapısını derinden etkiledi.
Bir sonraki yazıda bu olayı anlatan bir Netflix dizisini inceleyeceğiz.
NOT: Apartheid, 1948-1994 yılları arasında Güney Afrika’da hüküm süren, resmi olarak yürürlükte olan ve ırksal ayrımcılığı yasal hale getiren bir sistem. “Apartheid” kelimesi Afrikaanca’da “ayrılık” anlamına geliyor ve bu rejim, beyaz azınlığın siyah çoğunluk ve diğer etnik gruplar üzerinde hâkimiyet kurmasını amaçlayan bir dizi yasa ve uygulamayı kapsıyor. Güney Afrika’da özellikle siyahlar, renkliler ve Asyalılar, toplumsal, ekonomik ve siyasi haklardan dışlanarak ağır bir ayrımcılığa maruz kaldı.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***