Cengiz MUMAY
Celal Abi…
Yazmaya mecalim yoktu. Ama artık silkinme vaktiydi. Birlikte geçirdiğimiz ölüm tehlikeleri, aynı araçta yerlerde süründüğümüz trafik kazaları, haber kovalamacaları, kazalarda kaybettiğimiz arkadaşlarımız aklımın bir köşesinde saklı duruyordu.
Cuma günü kaybettiğimiz Celal Abi’den söz ediyorum. Hak mücadelesini son nefesine kadar sürdüren ustam Celal Başlangıç’tan söz ediyorum.
‘86 yazında kesişti yolumuz. Ben Cumhuriyet’in Siirt muhabiriydim o dönem. O da bağlı olduğum Adana Bürosu’nun temsilcisi olarak atanmıştı İzmir’den. Kısa sürede birbirimizi benimsedik. PKK olayları başlayalı 2 yıl olmuştu. Sürekli iletişim halindeydik. Kimi zaman direktifleriyle olayların peşinden koşuyor, çoğu zaman da buluşarak köy köy, mezra mezra birlikte gezip duruyorduk.
1986, 1987 ve 1988 yılları ateşten gömlekti artık. PKK eylemleri, askeri müdahaleler “vaka-ı adiye” idi artık. İnsan hakları ihlalleri feryatları her yerden yükseliyordu. Korucu cinayetleri, kayıp köylüler, faili meçhuller, Derebaşı Katliamı vb. Celal Abi’nin yol göstericiliğinde insan hakları ihlalleri haberlerinde kitaplar yayınlayacak kadar uzmanlaşmıştım.
CUMHURİYET GAZETESİ VE YEŞİLYURT
1989’un da böyle olacağı daha Ocak ayında kendini göstermişti. 15 Ocak’ta Cizre’de Binbaşı Cafer Tayyar Çağlayan komutasındaki bir askeri tim Yeşilyurt Köyü’ne operasyon düzenlemişti. İki polisi şehit eden katilleri arıyorlardı. Köylüler failleri görmediklerini söyleyince inanamayacağımız ama maalesef gerçek çıkan bir muamele görmüşlerdi: Bok yedirilmişti!
İddialar inanılmazdı. Celal abiyle birbirimize baktık. Köylülerin savcılığa verdikleri dilekçe elimizdeydi. “Asker köylüye bok yedirdi” haberini nasıl yapardık? Diyarbakır’a döndük. 2 günlük gezi boyunca aldığımız notları Celal Abi daktiloya dökmeye başladı. Celal Başlangıç her gezi sonrasında “Güneydoğu’dan Notlar” adlı bir yazı yazardı. Ben de haber yapardım. Bir ara bana, “Yeşilyurt’u da notlara ekleyelim. Tepkiye göre haberleştirirsin” dedi. O dönemdeki konjonktüre göre doğruydu. Notları yazdı. Biraz sonra telefonla gazeteye notları, fotoğrafları da AA bürosunun telefaksıyla İstanbul’a ulaştırdık. Merakla yazı yayınlanınca tepkiler ne olacak diye beklemeye başladık.
Gece geç saatlerde gazetenin mizanpajları elimize ulaştı. “Güneydoğu’dan Notlar” yayınlanmış, ancak “Yeşilyurt’ta köylülere insan dışkısı yedirilmesi” bölümü yazıdan atılmıştı. Celal küplere bindi. Sabahı uykusuz bekledik. Sabah ilk iş, gazetenin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal arandı. Ulaşılamadı. Celal Abi hiç beklemeden “istifa edeceğim” dedi. “Hasan abinin telefonunu bekleyelim” dedim. Vazgeçmedi:
– Sen günlük işlerini yap, ben Adana’ya dönüş hazırlığı yapacağım.
Odaya çıktı. Bir iki saat sonra geldim. Gelişmeleri sordum. “Gazete politbürosunun yazı işlerindeki ‘Maocu’ elemanları o bölümü atmışlar” dedi. “Ne yapacağız peki?” diye sordum. Tavizsizdi:
– Ben Adana’ya dönüyorum, sen bölgedeki gelişmeleri takip etmeye devam et!
HASAN CEMAL DEVREDE
Gece Adana’ya varmış. İstifa edeceği gazetede olay olmuş. Sabah ofise gelir gelmez odasını toplamaya koyulmuş. 10:00 sıralarında da Hasan Cemal aramış. Yazının tam yayınlanmamasının hata olduğunu, Cumhuriyet’in bu olayı önemsediğini ve kapatmayacağını söylemiş. “Eğer köye gidebilirsen haberi manşet yapacağım” sözü vermiş.
Büyük bir sevinçle ulaştı bana. Köye nasıl gideceğimizi planlamamı istedi. Yeşilyurt yüzünden zaten telefonlarımız dinlendiği için mimlenmiştik. Köye yalnız gidemezdik, zaten asker sokmazdı:
– Abi milletvekilleriyle gidelim.
“Tamam” dedi:
– Cüneyt Canver şu an Adana’da, ondan rica edeyim, sen Fuat Atalay’dan rica et.
Celal Abi ve Canver Adana’da, ben Siirt’te, Atalay Ankara’daydı. Ertesi gün hepimiz Nusaybin’de buluştuk. Cüneyt Canver’in kocaman Amerikan arabasıyla Yeşilyurt’a doğru hareket ettik. 1 saat yolumuz vardı. Asfalttan köye sapmak için sola girdiğimizde asker arabayı durdurdu:
– Operasyon var, can güvenliğiniz tehlikede, geçmek yasak!
Cüneyt Canver umursamadan devam etti. Ben her anı fotoğraflıyordum. 5 dakika mesafedeki köye vardık. Asker köyün girişinde yerini almış. Yine aynı engelleme. Köyün içine kadar devam ettik. Köylüler meydandaydı. Olayı bize canlandırdılar. Her anı fotoğrafladım. Bir ast subay üzerime yürüdü, fotoğraf makinamı almaya çalıştı. Ben hızla makarayı sardım. Daha önceki film makaralarıyla birlikte Fuat Atalay’ın cebine attım. Bana sertleşti:
– Al o makaraları bana ver!
Atalay devreye girdi:
– Onlar benim, benim adıma çekti!
Filmleri kurtarmıştık. Şimdi sağ salim Diyarbakır’a dönmemiz ve haberi yazarak fotoğrafları gazeteye ulaştırmamız gerekiyordu. Adli belgelere ve köylülere ulaşmada en büyük yardımcımız olan o dönem Cizre’de avukatlık yapan eski HEP milletvekili rahmetli Orhan Doğan’ın bir çayını içerek yola koyulduk.
Haber ertesi gün Cumhuriyet’te manşetten yayınlandı! Yer yerinden oynadı. Süleyman Demirel bile, “burunlarından getiririz” dedi. Türkiye’de ve dünyada günlerce konuşuldu. AİHM iki yıl süren davada Türkiye’yi mahkum etti. Ancak Binbaşı Türk mahkemelerinde sadece “işkence”den hafif bir ceza aldı.
CUMHURİYET ÖNCE YEŞİLYURT’U, SONRA CELAL ABİ’Yİ YEDİ
Celal Abi, Yeşilyurt’taki haklı emeğiyle o yıl gazetecilik ödüllerine “ambargo” koydu. Ben de bir-iki nasiplendim.
Ama Cumhuriyet bizi şaşırtmadı. Ağustos 1989’a kadar harıl harıl çalışmaya devam ettik. Derken Eylül başında Celal Abi’yi terfi (!) ettirdiler! Gazetede hiç olmayan “İç Politika” adlı bir servis kurarak İstanbul’a çektiler. Cumhuriyet Politbürosu ve “Maocu grup” ile derin devlet istediğini elde etmişti. İnsan hakları ihlallerini sadece Cumhuriyet yazıyordu. Böylece Cumhuriyet’i, Güneydoğu’da başsız bırakmışlardı. Kendi çabamla olaydan olaya koşuyor, Silopi ve Van katliamlarını ortaya çıkarıyordum. Ama bir yere kadar. Onay almak zordu. Celal Abi’yi uzaklaştıranlar, benim istifamı seve seve kabul ettiler! Celal Abi de 2 yıl sonra Yazı İşleri Müdürlüğü’ne kadar yükseldiği gazeteden ayrılarak Evrensel’i kurdu.
ACI HABER TEZ YAYILDI
3 Mayıs Cuma sabahı Antalya’dan gazeteci dostum Bülent Ecevit’in acı haberiyle uyanmıştım.
– Celal Abi vefat etmiş diyorlar doğru mu ya!?
Nutkum tutuldu, gök yeniden uykuya daldığım saatlerdeki geceye döndü.
Evet, uzun süredir hastaydı. 6 aydır tedavi görüyordu. Ciddi bir iyileşme de sağlanamıyordu. Eşi, kardeşim Ayşe’yle iletişim halindeydim. Bir türlü iyi haber alamıyorduk.
Ayşe’ye (Yıldırım) ulaşamayınca, bir başka gazeteci dostum Asena Özkan’ı aradım. Teyit etti. Dünyalar aşıma yıkıldı. Ragıp Duran abiye ulaştım. Selanik’teydi. Çarşamba Celal Abi’yi vefat ettiği Köln’de defnedeceklerini söyledi. En son Kasım 2021’de evinde, Dome Meydanı’ndaki noel ışıklarını seyrederek sohbet ettiğimiz Köln’dü o Köln. Abime son durak olmuştu.
Yıllarımızı birlikte geçirdiğimiz Celal Abi’nin yokluğu şimdiden içimi acıtmaya başlamıştı. Bugün beşinci gün hala kendime gelemedim. Ama ataletimi üzerimden atıp artık yazmam gerektiğini düşünüyordum pazartesi sabahından beri. Faruk Bildirici Abi aradı, “Sen yazmalısın Celal’i. Habercilikle ilgili her söyleşisinde sen vardın” dedi. Ardından Diyarbakırlı gazeteci dostum Cevat Korkmaz aradı:
– Neden hala yazmadın Celal’i?
GÜLE GÜLE CELAL ABİ!
Kararlı, mücadeleci, zeki, çalışkan, hayat dolu bir adamdın. Yazı yazmayı sana öykünerek geliştirdim. Yaşamımın en güzel yıllarından dördünü seninle geçirmenin onurunu hep yaşayacağım. Kah üzüldüğümüz, çoğu zaman gurur duyarak gülümsediğimiz o yılları asla unutmayacağım. Türkiye’ye dönemiyordun. Türkiye’ye dönemiyordunuz. Ayşe ile birlikte sürgündeydiniz. Yunan adalarında buluşup eşlerle tatil yapma sözün vardı. Hep eksik kalacak bende. Söz veriyorum. Rodos bana 2 saat mesafede. En kısa sürede gidip karşıma koyduğum kadehini seni anarak tokuşturacağım. 38 yıldır hiç kopmadık. Abiliğin baki. Cuma günü seni toprağa veriyorlar. Lanet vize! Gelemiyorum. Ama ilk geldiğimde seni ziyaret edip, o çok güldüğün “diş fırçası” hikayesini yeniden anımsayacağız. Işığın bol olsun.
Başın sağolsun Ayşe. Celal Abi’ye, yıllardır “pamuklara sarmalayarak” nasıl baktığının yakın tanığıyım.
Fotoğraflar: Cengiz Mumay
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***