“Sıradan bir insanın hayatında inandığı yalanları elinden alırsanız, onun mutluluğunu da elinden almış olursunuz.”
Norveçli yazar Dag Solstad kitaba başlarken Dr. Relling’in bu cümlesiyle romanın en önemli spoilerini verir. Yine İlk sayfada romanın başkahramanı Klasik Norveç Edebiyatı öğretmeni Elias Rukle’nin sıradan bir günde karısıyla vedalaşırken, onu; “mahcubiyet ve haysiyetin kavşağı”na getiren spoileri verdiğini görürüz. “Hoşça kal, diyebilmek için tüm gücünü seferber ederdi. Hoşça kal sözü aracılığıyla ilişkilerinin hiç değişmediğini ruhunun derinliklerinde hissettiğini eşine anlatmaya mecbur tutuyordu kendini, benliğini zorlayarak bu jesti mümkün olabilecek en üst seviyeye çıkarıyordu, zira karşı taraftan aynı rahat ve samimi ses tonuyla söylenmiş ve içindeki huzursuzluğu yatıştırmaya yarayan “Güle güle” cevabının geleceğini biliyordu.”
Gerçeklikten kaçış!… Hangimiz yapmıyoruz hayatta kalabilmek için? Farkında olarak ya da olmayarak. Peki farkına vardığımızda hayatımıza nasıl devam ederiz? …
Elias Rukle, o gün lise öğrencileriyle 25 yıldır işlediği Yaban Ördeği oyunundaki Dr. Relling karakteriyle farkına varır inandığı yalanların. Ya da yalanlarının farkına vardığı için oyundaki Dr. Relling’in rolü görünür olur. İbsen’in Yaban Ördeği oyunu özetle şunu anlatır: Zengin Werle’nin hizmetçisiyle ilişkisi vardır. Werle, hizmetçisini ortağının oğlu Hjalmar’la evlendirir. Hizmetçinin bir kızı olur. Kız on üç yaşındayken, Werle’nin oğlu kızın babasından olduğunu açıklar. Hjalmar çocuğu reddeder. Kız babasına olan sevgisini ispatlamak için çok sevdiği yaban ördeğini öldürmek isterken kendisini vurur. Bu bir kaza kurşunu değildir, çocuk bilerek kendisini öldürmüştür. Bunu söyleyen Dr. Relling’tir. Gerçek ortaya çıkar ve sonuç…
Karısıyla olan ilişkisindeki farkındalığı okulda da yaşar Elias Rukle. Bitmiş (ya da hiç başlamamış) bir ilişkinin tarafı olan Elias Rukle, mesleğini yapış şekliyle de bitmiş bir dönemin bireyidir. “Verdiği eğitim yetersizdi, çünkü üzerine inşa edildiği temeller öğrenciler açısından geçersizdi, şu andaki uygulamalarının tamamen gereksiz sayılacağı günlerin gelmesi an meselesiydi artık, işte bundan korkuyordu.”
Okulun bahçesinde açmaya çalıştığı ama çalışmayan şemsiye o gün yaşananların simgesi olur. Elleri kanayana kadar şemsiyeyi yere vurarak parçalar ve geri dönmemek üzere kavşağa doğru yürür. Kendisini dışlanmış hissetmesinin tek sebebi gençlerin bir klasik eseri anlatırken gösterdiği ilgisiz tavırlar değildir. Çağının öncüsünü olan bir edebiyatçının ölümünden kimsenin haberi yokken bir haber spikerinin ölümünden günlerce bahsedilmesidir asıl kendisini toplumdan dışlanmış hissetmesinin sebebi. “O yazarı kaç kişi tanıyor yirmi ya haber spikerini dört bin beş bin kişi?”… Asıl soru bu.
Bu yalancı demokraside yaşayan toplumu 60’lı yılların politik bakışıyla eleştirir. 60’ların gençlik önderi, en yakın arkadaşı Johan Corneliussen’in kararıyla da 60’ları eleştirir. “Marksizm adı verilen, olayların iç yüzünü kavrama yeteneğine sahipti ve bu benzersiz yeti ona içinde yaşadıkları toplumda insanların kurduğu düşleri yorumlama imkanı veriyordu. Bu yeteneğinin işe yaramasını ancak kapitalizmin hizmetine girerek sağlayabilirdi, zira bu düşlerden ve düş yorumcularından faydalanabilecek tek yapı kapitalizmdi.”
Türkiye’de 68 Hareketi’nin, bazı öğrenci liderlerinin sonradan kapitalist olmasına benziyor Johan Corneliussen’in tercihi. Bence bu sebeple Norveç gibi bizden çok farklı bir kültüre ait olan bu roman, yayınlandıktan sonra üst üste baskı yaptı. Dag Sosltad ,Türkiye’deki söyleşilerde romanının çok tutulmasının sebebini “Orhan Pamuk” romanlarıyla açıklamaya çalışsa da, bence en önemli etken 68 Hareketi’nin bütün dünyada yarattığı ortak rüzgar. Yoksa gençliğinde Norveç’te komünist bir örgütün yöneticilerinden olan Solstat’ın Maoist bir çizgide olmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir. Karlar altındaki bir ülkenin için pirinç tarlalarından doğan bir politikayla özgürleştirilmesi?…
Roman Norveç’te 1994 yılında yayınlandı. Türkçe’ye 2018 yılında çevrildi ve bugün güncelliğini koruyor. Çünkü 90’larda kendini bir kavşakta hissedip gidecek yön arayan devrimciler, bugün hala o kavşakta duruyor. Bir farkla; yıllardır kavşakta bekliyor olmanın umutsuzluğuyla…
Meliha Yıldız: “1975’te, cinsel istismar da dâhil birçok ihmal ve olumsuzluğun yaşandığı bir evde doğdu. Kırk dört yaşına geldiğinde, bir video-röportajla yaşadığı cinsel istismarı anlattı. Bu, onun için mağdurluktan aktivistliğe giden yolculuğun başlangıcı oldu. Türkiye’de, aile içi cinsel istismarın “mağdur” tarafından anlatıldığı ilk kitap olan “Kutsal Tecrit”i 2021 yılında yazdı. İkinci kitabı Uçurum Kenarındaki Salıncaklar 2023 yılında yayınlandı. Çocuğun cinsel istismarıyla ilgili yaptığı çalışmaları https://melihayildiz.org/ sitesinde paylaşmaya devam ediyor”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***