Ali BİLGE
Son günlerde hep Fatih Terim Fonu’nu (FTF) konuşuyoruz. 2016 ‘da kurulan (TVF) Türkiye Varlık Fonu’nu ise zaman zaman hatırlıyoruz, TVF hakkında sunulduğu kadarıyla ve çok az sızan bilgilere sahibiz. Çünkü TVF, uluslararası ölçülerde şeffaf bir kurum değil, fonda ne olup bittiğinden doğru dürüst haberdar olamıyoruz. Bu yanıyla Terim fonu, TVF’ye benziyor, her iki fonun hacim dışında birbirinden pek farkı yok, her ikisinde de karanlık hâkim.
Dünyada, varlık fonlarının büyük çoğunluğu, otokratik rejimlerde kurulan fonlardır. İşleten ve denetleyen de aynı kişidir, ülkenin başındaki otokrat, ülke fonunun da başındadır. TVF’de, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen otokratik rejime göre işleyen bir fondur. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, TVF’nin başında bulunmaktadır.
Türkiye, uzun yıllardır kamusal servetin, bireysel servete dönüştüren düzenlemelerin olduğu, vergi borçlarının silindiği, kara para aklama modellerinin uygulandığı bir ülkedir. Saymakla bitmez ama ’hayali ihracat, banka ve banker skandalları’ gibi, çeşit çeşit rüşvet, dolandırıcılık ve kara para aklama yöntemleri tarihimizde her zaman yer almıştır. Yurt dışında çalışan gurbetçi işçilerin tasarruflarının ‘hiç edildiği’ sayısız örnekleri de hatırlamak gerekir.
12 Eylül’de banker skandalında para yatıranların çoğu, dönemin ruhuna uygun olarak muvazzaf ve emekli askerlerdi. Bankerlerin batışı sonrasında, rütbelerine göre de paralarını almışlardı, bankerler skandalı sonrasında Maliye Bakanlığı’na bağlı tasfiye kurulları kurulmuştu, faaliyetleri yıllarca sürdü, banker batıklarını en sonunda Hazine, yani vatandaş ödedi.
12 Eylül’deki banker faaliyetleri bile, Terim Fonu’ndan bir nebzede olsa kaliteliydi, komik bir harç ödenerek, valiliklerden alınan bir sertifika ile bankerliğe başlanıyordu. O devirde, çığ gibi çoğalan bankerlerin verdikleri faizler çok yüksekti, ödeyecekleri faizi topladıkları parayla kazanamadılar, dolayısıyla bankerler 2 yıla yakın bir süre sonrasında battılar.
En masum şekilde düşündüğümüzde, benzer yöntemi Seçil Erzan’ın da denemiş olduğunu varsayabiliriz. Belli ki, topladığı paraları başka alanlarda, örneğin borsada değerlendirmeyi düşündü. Topladığı paradan beklediği kazancı elde edemeyince, muhtemel ki, fona ilk girenin parasını, fona yeni katılanların parasıyla ödedi, ancak diğerlerini ve yüksek faizleri ödemeye kaynak bulamadı. Burada rütbeye göre dağılım yapıldığı hem ilk katılanların hem de fona adını veren kişi olarak ziyadesiyle gözetilenin Fatih Terim olduğu anlaşılıyor.
FONDA TOPLANAN PARANIN NİTELİĞİ ÖNEMLİ..
Kara ve kirli para aklama ülkesi haline gelen Türkiye’de, cevaplanması gereken asıl soru, Fatih Terim Fonu’nda toplanan paraların kaynağı ve niteliğidir. Erzan’ın kurduğu fona gelen paraların, nasıl elde edildiğinin tespiti en önemli husustur. Bu tespit makro ekonomik düzeyde bir sorunun da cevabıdır. 2022 yılında ödemeler dengesi bilançosunda net hata ve noksan kalemi, (nereden geldiği ve nereye gittiği bilinmeyen paralar) 26 milyara dolara yakın fazla verdi. Bir ülkenin ödemeler dengesinde bulunan böyle bir yüksek rakam açıklanmıyor ya da açıklanamıyorsa, ülkeniz bir’ kara para cenneti ‘demektir. Böyle olunca da, OECD-FATF gri listesinde yer almaktan kurulamazsınız. Kara para aklamada dünyada ön sıralarda yer almamız bu yüzdendir.
Türkiye, yargıda çeşitli rüşvet mekanizmalarının olduğu bizzat başsavcılar tarafından ihbar edilen bir ülkedir. Türkiye, Anayasa Mahkemesi kararlarının ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi karalarının, alt mahkemeler tarafından uygulanmadığı bir ülkedir. Yoğun bir hukuksuzluğun egemen olduğu bir ülkedir.
Terim fonunun bazı özel ilişkileri içinde barındıran bir yapı olduğu anlaşılıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu hukuksuzluk ortamında, Terim Fonu’nun doğru dürüst üzerine gidileceğini düşünmek safdillik olur. Susurluk skandalıyla birlikte andığımız isimler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan onay vermeden, Terim’e dokunulmasının, fona ilişkin gerçeklerin ortaya çıkmasının mümkün olmadığını söz birliği etmişçesine yazıyoruz, konuşuyoruz.
Türkiye’de futbol dünyası yıllardır mafya düzeniyle, iç devlet düzeniyle iç içe geçmiş bir yapı. Benzer durumlar sürekli yaşanıyor, düzen buna göre oturtulmuş. Türkiye’nin en büyük açıklarından biri, karadeliklerinden biri futbol kulüplerinin borçlarıdır. Sadece 4 büyük kulübün borçlarının 8 milyar dolarlara ulaştığı ileri sürülüyor. Spor ve futbol kulüpleri açık veren borç üreten kamu kurumlarına benziyor. Kulüplerin hesapları hiç şeffaf değil ve yüksek borçlarını ödeyemiyorlar, kara delik büyüyerek devam ediyor. Aynı durum TVF için de geçerli, devasa fonun gerçek durumunu hesaplarını da doğru dürüst bilmiyoruz, TVF Meclis denetiminin, Sayıştay denetiminin dışında.
YURTTA HUKUK, CİHANDA HUKUK KALMADI..
Fatih Terim, ‘ismimi karıştırmayın, tarihin en büyük hukuk savaşını başlatıyorum, hazır olsunlar’ demiş. Terim’in bu işin objesi olduğunu cümle âlem görüyor, işin içinde yine damatlar ve de futbolcular var. Yakın tarihimizde memleketin döviz rezervlerini de bir damat eritmişti. Buhar olan 128 milyar doların hesabı hala verilmedi. Terim fonu bunun yanında devede kulak kalıyor!
Fatih Terim ismi geçmeden soruşturmalar yapılıyor, iddianameler hazırlanıyor. Yazılanlara göre, işin aktörleri soluğu hemen Saray’da alıyorlar. Terim’in hukuk savaşı dediği, arkaların güçlerini göstermesi, devreye girmesidir. Şayet Terim’in dayandığı güçler isterse, soruşturma büyür, yargı meseleyi ciddiyetle dikkate alır. Memlekette bugüne kadar yaşadıklarımız, bu işlerin böyle cereyan ettiğini gösteriyor.
Son söz: yurtta da hukuk, cihanda da hukuk kalmadı !
Ali Bilge: Gazeteci-İktisatçı
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***