YORUM | DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Türkiye bundan yüz yıl önce cumhuriyet rejimiyle tanışmıştı. Ancak cumhuriyetin ilanı, M. Kemal Paşa’nın yıllardır kader birliği yaptığı silah arkadaşlarının Ankara’da olmadıkları bir zamana denk getirilmişti. Bu durum aralarında büyük bir kırgınlığa yol açacak ve Paşa, birkaç yıl içinde artık “muhalif” olan silah arkadaşlarını siyasi hayattan tasfiye edecektir.
CUMHURİYET FİKRİ
Cumhuriyet kelimesi TDK Sözlük’te “milletin egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi” olarak tanımlanırken Kubbealtı Sözlük’te ise “millet hakimiyetine dayanan ve bu hakimiyetin milletin temsilcileri olarak seçilen milletvekilleri ve başlarındaki cumhurbaşkanı tarafından yürütüldüğü devlet idaresi şekli” denilmektedir.
Osmanlı döneminde “cumhuriyet” fikrinin ilk defa gündeme gelmesi, Tanzimat dönemine kadar götürülebilir. Bu dönemin devlet adamlarının demokrasi talepleri olmadığı gibi onları “otoriterlik” yanlısı olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Buna rağmen Tanzimat ile getirilen “eşitlik” ilkesi devrin yöneticilerini halkı anlama gayretine de sevk etmiştir.
Dönemin önemli simalarından Sadık Rifat Paşa, “Devletlerin ortadan kalkmalarının nedeni, halka karşı yaptıkları kıyım ve düşmanca uygulamalardır… Hükümetlerin varoluş nedeni, uyruklarının işlerini çözümlemek ve haklarını vermektir…” derken aynı dönemde oluşturulan vilayet meclislerine de halk gayrimüslimler de dahil olmak üzere girmişlerdir.
Birinci Meşrutiyetin ilanında etkili olan Yeni Osmanlılar ise meşrutiyeti savunmakla beraber hanedana bağlılardı. Hatta Namık Kemal, Babıali tahakkümüne karşı çıkarken Mustafa Reşit Paşa’yı “cumhuriyetçi” olmakla suçlamıştı.
Namık Kemal ve arkadaşları meşrutiyet fikrinin İslam’a aykırı olmadığını, meşrutiyetin meşvereti öngördüğünü ve bunun da zaten İslam’ın emri olduğunu söylüyorlardı. Namık Kemal, Osmanlı Devleti’nde cumhuriyetin mümkün olmadığını da ifade ederken, “Sarıklı ihtilalci” olarak şöhret yapacak Ali Suavi ise “Dünyada cumhuriyetten başka tam bir meşru hükümet olamaz.” demiş ve cumhuriyet fikrini açıktan savunan ilk Osmanlı fikir adamı olmuştur.
Ortada Kazım Karabekir, onun solunda Rauf Orbay ve en solda Refet Bele görünüyor.
İkinci Abdülhamit devrinde muhalefet hareketi olarak ortaya çıkan İttihatçıların ise farklı yönetim biçimlerini karşılaştırdıkları ve daha 1898 yılında yayın organları olan Osmanlı’da “idare-i cumhuriye” ifadesini kullandıkları görülmektedir.
İttihatçılar genelde “idare-i müstebide” ile cumhuriyeti mukayese ederlerken İttihatçı liderlerden Ahmet Rıza Bey de cumhuriyet rejiminin İslam’a aykırı olmadığını hatta İslam’ın “ancak Millet Meclisi’nin seçtiği kişiyi lider kabul ettiğini” yazmıştır.
İttihatçılar her ne kadar Abdülhamit’in itibarını zedeleyen yayınlar yapsalar da hanedanın devamından yana bir tavır sergilemişlerdir. Ancak Abdullah Cevdet İctihad mecmuasında “halifelik usulünü” tartışarak halifeliğin verasetle belirlenmesinin doğru olmadığını ifade etmiştir.
İttihat ve Terakki, Meşrutiyetin ilanı sonrasında önce II. Abdülhamit sonra da V. Mehmet’le çalışsa da padişahın yetkilerini sınırlamakla yetinmiş hatta Enver Bey (Paşa) hanedanın nüfuzundan faydalanmak için hanedana damat olmuştur. Bu dönemde millet egemenliğine yapılan vurgular nedeniyle zaman zaman Meclis-i Mebusan’da “cumhuriyet” tartışmaları da yapılmıştır.
Atatürk ve Kazım Karabekir birlikte görünüyor…
CUMHURİYETİN İLANI
Mondros Mütarekesi sonrasında Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin örgütlenme sürecinde ise “milli egemenlik” fikri öne çıkmış ve dolayısıyla cumhuriyet fikri gelişmeye başlamıştır. Hatta Kars, Ardahan ve Batum’u içine alan “Cenubi Garbi Kafkas Hükümet-i Cumhuriyesi” ilan edilmiştir. Aynı dönemde Trakya’da da bir “Trakya Cumhuriyeti” ilan edilmesi gündeme gelmiştir.
Bolşevik İhtilali sonrasında serbest bir idareye kavuşan Türk toplulukları da Azerbaycan başta olmak üzere Başkurt ve Kırgız cumhuriyetleri gibi idareler kurdular. Manda yönetimi altındaki Arap toplulukları da cumhuriyet rejimi kurmayı planlamışlardır.
Kongrelerde alınan “milli iradenin hâkim kılınması” gibi kararlar da cumhuriyete giden sürecin ilk adımlarıdır. Hatta İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Robeck de Anadolu hareketinin hızla yayıldığını ve bir Anadolu Cumhuriyeti’nin ilan edilebileceğini yazmıştı.
İstanbul’da ise, “padişah-halifenin kurtarılması” vurgusuna rağmen M. Kemal liderliğinde Anadolu’da bir cumhuriyet idaresi kurulacağı endişesi ortaya çıkmıştı. Bu dönemde M. Kemal’in cumhuriyet idaresine dair herhangi bir sözü yoktur. Sadece Mazhar Müfit Kansu, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde “ihtiyatla yaklaşılması” gereken bir şekilde Erzurum Kongresi günlerinde M. Kemal’in ileride yapacağı devrimlerden söz ettiğini yazmıştır. Bunlar arasında “cumhuriyet” de vardır.
Millî Mücadele sürecinde İstanbul Hükümeti’nin tutumu, fetvalar ve çeşitli isyanlar çıkarmak suretiyle Anadolu Hareketi aleyhinde bir politika izlemesi, saltanat makamının da sorgulanmasına zemin hazırlamıştır. Asıl bardağı taşıransa İtilaf devletlerinin Lozan görüşmelerine TBMM Hükümeti’nin yanında İstanbul Hükümeti’ni de davet etmesi olmuş ve bu gelişme, saltanatın kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır.
Bilindiği gibi Ankara’da TBMM açılmasına ve 1921 Anayasası yapılmasına rağmen “bu devletin” bir devlet başkanı yoktur. Dolayısıyla meclis başkanı olan M. Kemal cumhuriyetin ilanına kadar olan zaman içerisinde bu görevi de üstlenmiştir. M. Kemal’in diğer öne çıkan yönü ise 5 Ağustos 1921’de Başkumandanlık Kanunu ile TBMM’nin yasama ve yürütme yetkilerini de tek başına kullanma hakkına sahip olmasıdır.
TBMM, 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırdıktan sonra “halifelik” makamını da üzerinde bulunduran Vahdettin’in İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etmesi üzerine yerine Abdülmecid Efendi’yi halife seçti. Ancak bu kez de “devletin rejimi” ve “devlet başkanlığı” tartışmaları ortaya çıktı. Hatta bazı kişiler Abdülmecid Efendi’yi “devlet başkanı” olarak görmeye başladılar.
Bu kişiler arasında M. Kemal Paşa’nın Millî Mücadele boyunca kader ve silah arkadaşları olan komutanlar da vardı. Paşa, Fethi Bey’in istifasıyla ortaya çıkan hükümet krizini hedefi doğrultusunda yönlendirecek ve cumhuriyeti ilan edecektir. Bu durumun önemli bir sonucu da Millî Mücadele komutanlarıyla yollarının ayrılmasıdır.
Atatürk’ün hemen sağındaki isim Fevzi Çakmak. Fotoğrafın en sağında ise İsmet İnönü görünüyor. Atatürk’ün cumhuriyetin ilanıyla birlikte belirlediği yeni yol arkadaşları…
YOL AYRIMI
Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında Kazım Karabekir XV. Kolordu Komutanı olarak Erzurum’da, A. Fuat Paşa XX. Kolordu Komutanı olarak Ankara’da, Mersinli Cemal Paşa Konya’da bulunmaktaydı. Albay Refet Bey (Bele) de Paşa’yla birlikte ondan sonraki ikinci kıdemli subay olarak Bandırma vapuruyla Samsun’a gelmiş ve sonrasında III. Kolordu Komutanlığı’nı üstlenmişti. Bu kolordu, sonradan batı cephesinin temelini oluşturacaktır.
En son askeri rütbesi albay olan Rauf Bey de A. İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nazırlığı yapmış ve Mondros’u imzalayan heyetin başında yer almıştı. Daha sonra askerlikten istifa eden Rauf Bey, haziran ayında Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katılmıştı.
Kemal Paşa’nın birlikte hareket ettiği Fevzi Paşa (Çakmak) ve İsmet Bey (İnönü) dışındaki komutanlar bu kişilerdi. Mersinli Cemal Paşa’nın İstanbul’a gitmesinden sonra bu ekip beş kişi olarak yola devam edecektir. Bu komutanlar, ilk andan itibaren M. Kemal’in liderliğini kabullenmiş gözükmektedirler. Buna karşılık İsmet Bey (İnönü) Ankara’ya 9 Nisan 1920’de, Fevzi Paşa (Çakmak) da 27 Nisan 1920’de gelmişlerdi.
Paşa; Millî Mücadele boyunca Erzurum’da olsa da Kazım Karabekir’in görüşlerinden yararlanmış, A. Fuat Paşa da asker ve diplomat olarak çeşitli görevler üstlenmişti. Rauf Bey kongreler döneminde önemli görevler üstlendikten sonra Meclis-i Mebusan’a katılmış ve sonra da İngilizler tarafından sürgüne gönderilmişti. Refet Paşa da savaş boyunca önemli görevleri yerine getirmişti.
Yol arkadaşı komutanlar arasında M. Kemal’in yıllar sonra Nutuk’ta yer verdiği Rauf Bey’in sözlerine rağmen saltanatın kaldırılması sırasında bir görüş ayrılığı yaşanmadı. Buna karşılık cumhuriyetin ilanı tam bir kırılma noktası olacaktır. Bu kişilerin en önemli özelliği Millî Mücadele’ye sonradan katılan İsmet ve Fevzi Paşalara göre yeri geldiğinde M. Kemal’e itiraz edebilecek durumda olmalarıydı.
24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın yapılmasıyla Türkiye’nin bağımsızlığı batılı devletler tarafından onaylanmış ve sıra devletin rejiminin açıklığa kavuşturulmasına gelmişti. Zaman içerisinde dört komutan kendilerinin ikinci plana itildiklerini ve karar alma mekanizmalarında yer almadıklarını görmüşlerdi. Onlara göre Paşa’nın etrafı “birtakım tufeylilerle (dalkavuk, asalak)” kuşatılmıştı. Kemal cumhuriyetin ilanına giden süreçte 27 Eylül 1923’te Neue Frei Presse’te yer alan demecinde; 1921 Anayasasında millet egemenliğinin geçerli olduğunu, bu rejimin adının da cumhuriyet olduğunu vurgulayarak bir ay sonraki rejim değişikliğinin haberini vermişti.
Ardından da Türk basınında Yunus Nadi gibi yazarlar vasıtasıyla cumhuriyete dair yazılar yer almaya başlamıştı. Bu arada 13 Ekim 1923’te Ankara başkent yapılarak hala İstanbul’un başkent olmasını düşünenlere büyük bir darbe indirildi.
İkinci aşamada ise suni bir hükümet krizi oluşturdu. İkinci Meclis’in açılması sonrasında kurulan Ali Fethi Bey (Okyar) başkanlığındaki hükümet, 25 Ekim 1923’te istifa ettirildi ve yerine yeni bir hükümet kurulmadı. Bu sırada muhalif İstanbul basınında Karabekir, Rauf Bey, A. Fuat Paşa ve Dr. Adnan Bey (Adıvar) isimleri öne çıkıyordu.
Kemal Paşa’nın amacı ise hükümet krizinden yararlanarak yeni rejimin adını koymaktı. Bu amaçla 28 Ekim 1923’te Çankaya’da bir toplantı yaptı. Bu toplantıya İsmet Paşa, Fethi Bey, Milli Müdafaa Vekili Kazım Paşa (Özalp), Kemalettin Sami Paşa, Halit Paşa, Rize Milletvekili Fuat ve Ruşen Eşref (Ünaydın) katılmıştı.
Paşa toplantıda ertesi gün cumhuriyetin ilan edileceğini açıklamış ve misafirleri gönderdikten sonra İsmet Paşa ile anayasa değişikliği için gereken kanun metnini hazırlamıştı. 29 Ekim günü toplanan CHP grubunda ise A. Fuat Paşa başkanlığında kurulması düşünülen hükümette bakanlar görüşülmüş ancak listede yer alanların bir kısmı görev kabul etmeyeceklerini ifade edince M. Kemal toplantıya davet edilmişti.
Kemal Paşa burada rejimin adının konulması için anayasada değişiklik yapılması gerektiğini söylemiş ve değişiklik teklifi oy birliği ile kabul edilmişti. TBMM’ye sevk edilen tasarı, Anayasa Komisyonu’nda görüşüldükten sonra mecliste kabul edilerek kanunlaştı.
Anayasada yapılan değişiklikte; devletin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğu, dininin İslam olduğu, resmi dilinin Türkçe olduğu, cumhurbaşkanının bir seçim dönemi için seçileceği ve tekrar seçilebileceği, başbakanın da cumhurbaşkanı tarafından atanacağı hususları yer alıyordu. Ardından cumhurbaşkanlığı için seçim yapıldı ve oturumda yer alan 158 milletvekilinin tamamının oyuyla M. Kemal Paşa cumhurbaşkanı seçildi.
- Türkiye böylece devletin rejimi ve devlet başkanlığı problemlerini çözmüştü. Ancak bu tarihi süreç sırasında Rauf Bey, Refet, A. Fuat ve Karabekir paşaların görüşüne başvurulmamış hatta cumhuriyetin ilanı dördünün de Ankara’da olmadığı bir zamana denk getirilmişti. Yeni hükümetin İsmet Paşa tarafından kurulması ve Meclis Başkanlığı’na da Fethi Bey’in seçilmesiyle paşaların tasfiye süreci başlamıştı.
Rauf Bey ilan sürecinin bir oldubittiyle gerçekleşmesine; zamanlamanın yanlış olduğunu, zaten cumhuriyet demekle rejimin özgür olmadığını, asıl sorunun cumhuriyet ile demokrasi arasında olduğunu ve bu acelenin nedeninin izah edilmesi gerektiğini belirterek tepki gösterdi.
Bu tepkilerin altında Paşa’nın kader birliği yaptığı komutanların süreç dışında bırakılmaları kadar devrimlerin kademeli olarak yapılması gerektiğine inanmaları vardı. M. Kemal Paşa ise bu kişilerin özellikle de Rauf Bey’in planının “halife Abdülmecit Efendi’yi” devlet başkanı yapmak olduğunu ileri sürmüştür. Gerçekten de Kasım ayı içerisinde hem Rauf Bey hem de Karabekir halifeyi ziyaret etmişlerdir.
Bu gelişmeler üzerine Rauf Bey partisi tarafından yapılan eleştiriler üzerine cumhuriyete muhalif ve saltanata taraftar olmadığına dair açıklama yapmak zorunda kalmıştır. Zaten birkaç ay sonra da 3 Mart 1924’te halifelik kaldırılacak ve Osmanlı hanedanının sürgün günleri başlayacaktır.
Komutanların cumhuriyetin ilanıyla başlayan süreçteki endişesi, rejimin “cumhuriyet” adı altında tek adam rejimine dönüşmesiydi. Nitekim Rauf Bey, “Ben cumhuriyete taraftar olmakla beraber, şahsi yönetime de tamamen karşıyım.” demiştir. Bu durum elbette Rauf Bey, Karabekir, A. Fuat ve Refet paşaların birlikte hareketlerine zemin hazırlıyordu. Nitekim A. Fuat Paşa, Rauf Bey’in cumhuriyet karşıtı olmadığına dair beyanat vermiştir.
Karabekir de hatıralarında kendisinin Trabzon’da olduğu sırada yüz bir pare top atışı ile cumhuriyetin ilanından haberdar olduğunu, ordu komutanı ve mebus olduğu halde böylesine önemli bir gelişmeden haberdar edilmediğinden hem şaşırdığını hem de kırıldığını yazmaktadır. Ona göre M. Kemal, muzaffer bir kumandan olarak kararı “dikte ettirmiş” ve eski arkadaşlarının kendisine rakip olabilecekleri endişesiyle hareket etmiştir.
Bu şekilde başlayan yol ayrımının diğer önemli aşaması, komutanların milletvekili olmalarının yasaklanması oldu. Bunun üzerine siyaseti tercih eden A. Fuat, Kazım Karabekir ve Refet paşalar Rauf Bey’le birlikte Terakkiperver Fırka’yı kurdular. Bir zamanların silah arkadaşları böylece ayrı saflarda siyaset yapmaya başladılar.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (TCF) ömrü ancak birkaç ay oldu. Şeyh Sait İsyanı dolayısıyla parti kapatıldı. 1926 Haziran’ında ortaya çıkan M. Kemal’e suikast teşebbüsü davasında komutanlar da yargılandı. Böylece siyasi hayattan tamamen tasfiye edildiler.
TCF’de ikinci başkan olan Rauf Bey, İzmir suikastı yargılamasında İngiltere’de bulunuyordu. On yıl sürgün cezası aldı ve onuncu yıl affına rağmen Türkiye’ye dönmedi. Israrlar sonrasında 1935’te geri dönerek hakkındaki kararın iptal edilmesini sağladı. İnönü devrinde tekrar milletvekili oldu ve II. Dünya Savaşı yıllarında Londra Büyükelçiliği görevinde bulundu.
Ali Fuat Paşa TCF’de “umumi kâtip (genel sekreter)” görevini üstlenmişti. Kendisine İzmir suikastı yargılamasından sonra 1933’e kadar bir görev verilmedi. “Harbiye’den sınıf arkadaşı” olduğu M. Kemal Paşa’nın isteğiyle 1933’te CHP listesinden bağımsız olarak mebus seçilen A. Fuat Paşa, İnönü devrinde iki defa bakanlık ve sonra da meclis başkanlığı yaptı. Sonrasında DP milletvekili oldu.
Kazım Karabekir ise sürekli gözetim altında tutuldu, hatıralarını bastırdığı matbaadaki kitapları yakıldı. İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanı olmasıyla siyasete dönerek CHP’den milletvekili seçildi ve meclis başkanlığı yaptı. Refet Paşa’nın da siyasi hayata dönüşü, Atatürk’ün ölümüyle gerçekleşti. O da İnönü devrinde üç dönem milletvekilliği yaptı. Kemal Paşa cumhuriyetin ilanı sürecinde sadece Türkiye’nin rejimini belirmekle kalmamış, devrimler sürecinde kader birliği yapacağı yol arkadaşlarını da seçmişti. Böylece 1919 Mayıs-Haziran’ından itibaren beraber olmasına rağmen devrimler sürecinde kendisine problem çıkarabilecek paşaları devre dışı bırakmıştı.
Onun artık asıl ekibi Millî Mücadele’ye bir yıl sonra katılan İsmet Paşa (İnönü) ve Fevzi Paşa (Çakmak) olacaktır. Bütün devrimleri bu ekiple yapacak, İsmet Paşa 1937’ye kadar başbakan olarak kalacaktır. Fevzi Çakmak da orduyu emanet ettiği “Mareşal” olarak onun ölümünden sonra bile Genelkurmay Başkanı olarak görevine devam edecektir.
Kaynaklar: Yalçın, E. (2011), “Kurtuluş Savaşı Komutanları Ekseninde Cumhuriyet Rejimi Tartışmaları”, ÇTTAD, S. 22, s. 115-139; Ünal, Serkan, (2017), “M. Kemal Paşa’nın Yol Arkadaşlarının Cumhuriyete Tepkilere”, ODÜ SOBİAD, S. 7(3), s. 665-675; (2013), Yol Arkadaşlığından Cumhuriyete Amasya Askeri Örgütü, AÜ SBE Doktora tezi, Ankara; Demirbaş, O. (2005), “Türkiye’de Cumhuriyet Fikrinin Oluşumu”, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, S. 8, s. 31-60; Soyak, A. R (2005), “Cumhuriyetin Kabulü ve İlanı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 105, 106, 107, s. 41-47.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***