Şu fark edildi: Seçimde son sözü, sandığa ilk kez gidecek 18-23 yaş arasındaki gençler söyleyecek.
Yani 14 Mayıs seçiminde oy kullanacak her 5 seçmenden biri genç olacak ve her 10 seçmenden 1’i de ilk kez oy kullanacak.
Bunu ilk fark edip sık sık dile getiren Selahattin Demirtaş oldu. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu aradaki farkı kapattı ve her mitingde bunu dile getirdi. Hangi ildeyse orada sandığa ilk kez gidip oy kullanacak kaç genç varsa tek tek söyledi.
Peki, bu neye tekabül eder?
Doğrusu çok şeye değil. Ta ki “dini, bayrağı, ezanı olmayanlar Bay Kemal’i destekliyor” diyen Erdoğan’a tepki gösterip, sosyal medya hesabından şu yanıtı verene kadar:
“İşte gençler, aşmamız gereken eşik bu, sizsiz olmuyor maalesef.”
Bunu kendi mi düşündü, yoksa danışmanı mı tavsiye etti, bilmiyorum. Lakin çok isabetli bir karar… Gençleri ve onların eğilimlerini bilmekle ilgili bir şey bu çünkü.
Bugünün gençlerine LOL (League of Legends) yahut The Last Of Us’tan söz etmek, twitch (ki Mansur Yavaş bu mecrada pek seviliyor) söyleşilerine katılmak, onlara ulaşmayı kolaylaştırmıyor. Hele hele ikna etmeyi hiç sağlamıyor.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun “sizsiz olmuyor”u, doğrusu samimi ve sahih. Üstelik bugünün gençlerinde karşılığı olan bir mesaj.
Bunu biraz açalım.
***
Fatma Turgut. Biz onu alternatif rock grubu Model’den hatırlıyoruz. Bu grupla 3 albüm yaptı; özellikle Sertab Erener ve Demir Demirkan ile birlikte çalışma fırsatı bulduğu Diğer Masallar albümündeki “Buzdan Şato” ve “Değmesin Ellerimiz” şarkıları çok ilgi gördü. Birçok jingle ve reklam müziği seslendirdi. Ama bir sebeple 2016’da kariyerine solo olarak devam etme kararı aldı ve yollar ayrıldı.
Yığınlar değilse bile belli bir kesim seviyor.
İşte bu Fatma Turgut, depremde, yardıma soyunuyor. Gaziantep’te, hayvanlarını bırakıp gidemeyen bir aileye elini uzatıyor. Hayvanlarıyla birlikte yaşayabilecekleri bir yer bulunmasını sağlıyor. Bunu anlatırken de gözyaşları düşüyor yanağına…
Nedense hali tavrı itici bulunuyor. Zira bir kesimin ‘yardım’dan anladığı ile Fatma Turgut’unki uyuşmuyor. Harala gürele deprem alanına giden, enkazın altına giren, yemek yapıp dağıtan vs. daha makbul, daha yardımsever bazılarına göre.
Ancak Fatma Turgut’un tavrı, günümüz gençlerini tanımada, anlamada ipucu veriyor bize. Onu adeta lanetleyen kesim, 40 yaşa ve üstü. Ama onunla empati kuran kesim 25 yaş ve altı.
Bu gençler, onun gözyaşlarında sahicilik gördü çünkü. Yapmış olmak için yapmadığını, başka türlü yapamadığı için yaptığını gördü ve inandı.
İşte anahtar kavramlardan biri bu: İnanma.
Gençler inanmadıkları şey için emek vermek istemiyorlar. Gerekirse bilgisayarın başına oturup saatlerce kalkmamayı göze alabiliyorlar. Anne babalarının kendisine danışma ihtiyacı bile duymadan kariyeri adına kıyasıya çırpınışlarına kayıtsız kalabiliyorlar.
Biz yaşlıların ise fark etmediği şu: Yapamadıklarından değil, istemediklerinden bazı şeylerden vazgeçiyorlar.
***
Gezi isyanında öne çıkan isimler oldu, ancak perde arkasında gençler vardı. İlk kıvılcım mühim elbette, lakin o ateşe taşınan odunlar olmasa, bu denli güçlü ve bugün dahi pek çok kişinin hayatını değiştiren, etkileyen bir eylem gerçekleşir miydi? Bunu düşünmek gerek…
Gençler, çok kısa sürede, sosyal medya üzerinden örgütlenmiş, çadırlar bulup kurmuş, kütüphaneler oluşturmuş, evden getirdikleri, bakkaldan borç harç aldıkları nevaleyle sandviçler yapıp dağıtmışlardı. Gitarıyla eylemcilere destek veren de onlardı.
Gençlerin çoğu üniversite mezunu. Kendilerini yeri geldiğinde yüksek sesle ifade edebiliyorlar. Bir amaçları olduğunda hızlıca organize olup eyleme geçebiliyorlar. Anlamlı çoğu yürüyüşte onların olması tesadüf değil.
Hatırlayalım; Gezi’de “gün gelecek devran dönecek, AK Parti halka hesap verecek”, “Her yer direniş her yer Taksim” sloganlarını atan onlardı. Yürüyüş sırasında yol üzerine sprey boyalarla “tek yol devrim” yazanlar da onlar.
Çünkü yeşil talan ediliyordu, kendi geleceklerine dair bir tehdit (AK Parti’nin temsil ettiği zihniyet) vardı; hepsinden önemlisi: Kendilerine ihtiyaç duyulmuştu.
Kahramanmaraş depremlerinde de herkesten hızlı örgütlendiler. Bir anda belediyelerin yardım toplama merkezlerine koştular. Sosyal medyada örgütlendiler. Yardım topladılar, koli yaptılar, kutu taşıdılar. Her yere herkesten hızlı koştular.
Yine aynı güdüyle yaptılar tüm bunları ve daha fazlasını: Kendilerine ihtiyaç duyulmuştu.
Benzer sahneler 15 Temmuz sürecinde de görüldü.
Demek ki ikinci anahtar kelime: İhtiyaç.
***
Oysa tuhaf bir durum var: Partiler, sivil toplum kuruluşları dahil, örgütlü davranmayı sevmiyorlar.
Uydurmuyorum; 2005 yılından bu yana yayınlanan gençlik araştırmaları söylüyor bunu. TOG, Habitat Derneği, TGSP, KONDA gibi kurumların yaptıkları araştırmalar söylüyor. Friedrich Nauman Vakfı’nın araştırmaları da keza öyle… The Global Youth Wellbeing Index’inkiler de…
Son 15-20 yılda paylaşılan veriler gösteriyor ki, kurumsal aidiyetlerle yaşamıyor gençlik. Üstelik son derece inatçı ve ısrarcılar; neredeyse çeyrek asır boyunca verilerde belirgin bir değişiklik yok.
Türkiye’de gençlerin sadece %5’i sivil toplum örgütlerine üye. Evet, evet; sadece %5.
Bunun temel sebebi ne, uzmanlar bilir hiç kuşkusuz. Lakin gördüğüm şu: Fevkalade iyimserler. Geleceğin güzel olacağına inanıyorlar. Dahası: Kendileri olmadan da olacağına inanıyorlar.
Gençlerin yüzde 71’i, yaşam standartlarının ebeveynlerininkinden daha iyi olacağını düşünüyor; bu, Güney Afrika ve Brezilya gibi büyüyen orta gelirli ülkelerle eşit bir oran.
Gençlerin yüzde 42’si, hükümetin kendilerini umursamadığını düşünüyor; bu oran, Suudi Arabistan’ın yüzde 41’inden sonra ikinci sıradayız demek.
Küresel Gençlik Refah Endeksi’nin verilerine göre gençlerin sivil toplum örgütlülüğü bağlamındaki oranıyla dünyada sondan ikinciyiz.
Gençlik Gelişmişlik Endeksi’ne göre de sivil katılımda 183 ülke arasından 177. sırada…
Bu korkunç bir şey mi?
Ben size daha korkuncunu söyleyeyim: O yüzde 5’lik sivil örgüt üyeliğini de pek ciddiye almayın. Çünkü bu yüzde içinde abur cubur kuruluşlar da var. Sadece bir sertifika sahibi olmak için girilmiş kuruluşlar…
Tabii öte yandan, bu tür kuruluşlara, cv’lerine yazacakları sertifika yahut diplomaları artırma güdüsüyle hareket edenleri de düşünmek gerekiyor. Yani samimiyet ve sahihlikten ârî bir durum.
***
Sandığa ilk kez gidip oy kullanacak 18-23 yaş arası kesimin büyük bir kısmı hedeften yoksun. Kendilerini adayabilecekleri bir şey görmüyorlar siyasi arenada.
Tam da burada NEET’e bakmakta yarar var. NEET (Not in Education, Employment, or Training), Öğretimde, İstihdamda veya Eğitimde Değil anlamına gelen bir kısaltma.
Bu kavram, ilkin Britanya’da ortaya çıkıyor; daha sonra Japonya, Güney Kore, Çin, Tayvan, Kanada ve Amerika’da yaygın şekilde kullanılıyor. Kaba bir çeviriyle “işsiz” demek.
Britanya’da NEET çatısına giren sınıflandırma 16 ve 24 yaşları arasındaki kişileri kapsıyor. 16 ila 17 yaş arasındaki çocuklar hâlâ zorunlu okul çağında sayıldığından, 16-18 yaş arasındaki NEET alt grubu sıklıkla ‘özel’ olarak vurgulanıyor. Japonya’daki sınıflandırma; istihdam edilmeyen, ev işi yapmayan, okula veya işle ilgili eğitime kayıtlı olmayan ve iş aramayan 15 ila 34 yaş arasındaki insanları kucaklıyor.
Henüz yaygınlık kazanmasa da bu kavram Türkçe’ye “ev gençliği” olarak aktarıldı.
Farkındaysanız, ev gençliği olarak tanımlanan kesim, bu seçimde sandığa ilk kez gidecek olan gençlerin ta kendi. Küçük bir farkla: 16-24 değil de 18-23 yaş arası…
Türkiye’de bu yaş grubundakilerin oranı %30’un üzerinde.
En temel paydaları ise bir amaçlarının olmaması.
Eğer Kılıçdaroğlu, ‘sizsiz olmuyor’la yakaladığı bu kesimin önüne bir hedef ve bir amaç koyabilirse, ikinci tura gerek kalmadan cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması kolaylaşır. Çünkü bu gençlik kendisine ihtiyaç duyulduğunda harekete geçen bir gençlik…
Daha Fazla Göster:
Kemal KılıçdaroğluSelahattin Demirtaş
BERKE KAYA
04 Mayıs 2023 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***