Uzun asırlar boyu cami olarak zihinlere kazındıktan sonra bir kararla müze haline dönüştürülen Ayasofya’nın yine bir kararla yeniden eski hüviyetine kavuşturulmasına itiraz edenler var.
Olacak elbette.
Ancak, ben, itiraz edenlerin bile içten içe bu kararı olumlu karşıladıklarını düşünüyorum.
İtirazları, böyle bir kararın ülke aleyhine gelişmelere yol açabileceği endişesinden çünkü.
Ayasofya’yı bizler gibi görüp değerlendirmeyen, onun müze olmasını bile zor kabul etmiş, İstanbul’un fethinden sonra cami yapılmasını hiç hazmedememiş ve yeniden kilise olmasını arzu eden bir dünya insan ve onların güçlü kurumları var.
Endişe duyanlar, açıkça dile getirmeseler bile, “Türkiye’nin ekonomik, uluslararası ilişkiler ve iç dayanışma açılarından fazla güçlü olmadığı bir dönemde bu işe kalkışıldı, başımıza bir iş gelir mi?” endişesini taşıyorlar.
Siyasi iktidar, yapılana itiraz edenlere kızmak yerine, onların bu duygularını, iktidarın sağlığı ve geleceği açısından duyulan bir endişe olarak değerlendirmeli.
Dün, burada, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi kararının, bunun gerçekleştiği dönemin, yani Osmanlı sonrasının, ‘yeni Türkiye’nin, kimliği hakkında içeriye ve dışarıya bir mesaj olsun diye verildiğini yazdım. Ayasofya’nın bir kez daha camiye dönüştürülmesinin de, bugünkü ‘yeni Türkiye’ kimliğinin iktidar cephesi tarafından dünyaya bir mesaj olarak duyurulduğunu da.
Şunu bilelim: Dışarının o dönemin yöneticilerinden istediği ve beklediği, büyük ihtimalle, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi değil, yeniden kilise haline getirilmesi idi.
Ülkemizde 86 yıl sürmüş “Ayasofya yeniden cami olmalı” arzusu ne kadar güçlü ise, dışarıda da “Ayasofya yeniden kilise olmalı” beklentisine güçlü bir biçimde sahip hiç de azımsanmayacak bir kitle var.
Dün de vardı, bugün de var ve bilelim ki yarın da var olacaktır.
Onların Ayasofya’nın cami olarak yeniden açılması karşısında suskun kalmayacakları muhakkak.
Gelmiş geçmiş muhafazakâr kimlikli siyasi iktidarlar bugünlerde yapılanı bu yüzden göze alamadılar.
Bu gerçeği bilip “Ne yapabilirler?” sorusu üzerinde ciddi ciddi düşünmek gerek.
Kararın ince elenip sık dokunarak alındığı, en ince ayrıntıya bile dikkat edilerek uygulamaya konulduğu anlaşılıyor.
AK Parti’nin itibar ettiği bir gazetede çıkan bir yazıdan, bugün, okuyana kadar haberim olmamış birçok ayrıntıyı öğrendim.
“Danıştay, cuma namazından hemen sonra, saat tam 14.53’te açıkladı tarihî kararını.
‘Zulüm 1453’te başladı’ diyenlere inat, İstanbul’un fethedildiği tarihe göndermeydi bu!..
Sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ayasofya ile ilgili konuşacağı saat açıklandı: 20.53.
Yani 2053.
Cumhurbaşkanı’mızın 2023, 2053, 2071 vizyonuna atıfla, İstanbul’un fethinin 600. yılına mesaj niteliğinde.
Özetle ‘Biz buradayız, burada kalmaya devam edeceğiz’ diyorduk birilerine.
Ve en çok merak edilene geldi sıra…
Beklenti 15 Temmuz’a idi önce…
Milletimizin kahramanca mücadelesi ile atlattığımız ‘hain işgal girişimine okkalı bir cevap olur’ sevinciyle…
Erdoğan tarihi açıkladı: ‘Ayasofya’da ilk namaz, 24 Temmuz Cuma vaktinde…’
Yani, Lozan’ın tam da 97. yıl dönümünde.” (Siyahlar yazının yazarı Yücel Koç’a ait. FK).
Yazar bunu bir ‘meydan okuma’ olarak görüyor.
Gerçekten de öyle. Güçlü bir ‘meydan okuma’ bu.
Okuyunca kararın bir anlık olmadığını, üzerinde ayrıntılı düşünüldüğünü, her türlü hesabın yapılarak bunun bir ‘meydan okuma’ya dönüştürüldüğünü daha iyi anladım.
Herhalde konunun bu ‘meydan okuma’ yönünün de bilinilmesi istenmiş olmalı. Ayrıntıları benim gibi gözden kaçırabilecek olanlar da bilsinler diye, bu denli açık seçik duyurulmasının başka anlamı olamaz.
İktidar cephesi, AK Parti ve MHP, bu cesur kararı almada ortak. Muhalefetin muhafazakar ve milliyetçi kanalları da, kimi sessiz kalarak kimi de sahip çıkarak, karara destek verdi.
Daha da önemlisi, anamuhalefet CHP de, genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Ne duruyorlar, açacaklarsa açsınlar” ifadesiyle kararın teşvikçileri arasında yer alıyor.
Bu bir gerçek.
İtiraz edenlerin azlığına, siyasi zeminde yer alanların neredeyse bütününün desteğine rağmen gerçek değişmiyor: Sorumluluk iktidar partisinin üzerinde…
Yapılandan siyaseten yararlanacağı kadar, saldırıların yoğunluğu dayanılmaz hale gelirse, zarar görecek olan da yine iktidar partisi olacaktır.
Karar öncesindeki ince ayrıntılara kadar düşünme süreci içerisinde “Ne yapabilirler?” sorusu üzerinde de düşünüldüğünü ve gerekli tedbirlerin alındığını var saymamız için sebepler çok.
Umarım, öyle olmuştur. O küçük ayrıntı da unutulmamıştır.
Yazar: Fehmi Koru