YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Peşinen söyleyeyim, bu bir bayram yazısıdır.
Yani siyasi analiz, istihbarî not ya da yakası açılmadık kulis bilgileri içermiyor.
Onun yerine bireysel gözlemleri barındırıyor.
Tabi ki o gözlemlerimin siyasi analiz değeri var ama o kısmı da size bırakacağım.
Bu benim Amerika’daki dokuzuncu Ramazan Bayramımdı.
Geride kalan dokuz yılda köprülerin altından çok sular aktı, Türkiye kendi kısır döngüsünde boğulurken dünyanın geri kalanında dikkate değer değişimler yaşandı.
İşte bu yazı o değişimlerin küçük bir kesitine dair.
Amerika’daki zoraki günlerimden önce Ramazan ve Kurban Bayramlarını mutlaka memlekette geçirmeye çalışırdım.
Günübirlik bile olsa bayramın ilk günü köyüme gider, köyün küçük camisinde Bayram namazı kılar ve aile fertleriyle bayramlaşıp mezarlık ziyaretinden sonra dönerdim.
Erdoğan rejimi sağ olsun her şeyimizi elimizden alırken bu geleneğimizi de bırakmadı.
Gerçi 80 küsur yaşında, hasta yatağında rejim polislerince taciz edilen, yaşadıkları nedeniyle hastalığı ağırlaşan ve KHK’lı çocuklarına hasret şekilde hayatını kaybeden babam artık yok.
Yani Türkiye’de olsam bile gidip elini öpüp duasını alabileceğim babam hayatta değil. Saray’ın hakim savcı cübbesi giymiş tetikçileri son vazifemi yerine getirtmediler, mezarı başında dua etme imkanı da henüz olmadı.
Gelelim ABD’deki bayram gözlemlerine.
Dokuz yıldır aynı bölgede olduğum ve tüm Bayram namazlarını aynı topluluk içinde kıldığım için değişimi-dönüşümü birinci elden görme imkanım oldu.
İlk ve en önemli değişim sayısal verilerde.
İki yıllık Covid-19 arası sonrası yapılan ilk bayram programında yüzlerce aile vardı. Net rakam vermek zor, zaten programın ev sahibi kültür merkezinin direktörü de bilmiyor fakat net olan bir şey var: 350 araçlık otopark yetmediği için komşu otopark da kullanıldı.
Her araçta birkaç kişi olduğunu ve bayramın mesai gününe denk gelmesi nedeniyle bir çok kişinin de katılamadığını düşünürseniz nasıl bir ortam olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Ancak burada esas mesele kalabalığın kemmiyetinden çok keyfiyeti. Çünkü ayak üstü konuştuğum kişiler ve dinlediğim kişisel hikayeler, Amerikalıların tabiriyle, “made my day”.
Mesela çok değil üç dört yıl önce, heyecanlı iki gençten dinlediğim bir start-up projenin bugünlerde çok önemli bir anlaşmaya imza attığını gördüm.
Filmlerden aşina olduğumuz “evinin garajında kurduğu şirketi…” diye başlayıp sonra devasa rakamlara teknoloji devlerine satan parlak beyinlerin hikayesi etkileyiciydi.
Çoğunluğu son dört beş yılda gelmiş birçok kişi, şok dönemini atlatmış, düzenini kurmuş ve başarı hikayeleri yazıyor. Birkaç yıl önce aile birleşimi, başını sokacak bir yer ya da düzenli bir iş gündemli insanlar şimdi büyük projelere soyunmuşlar.
Tabi ki herkesle tek tek tanışmam, konuşmam mümkün olmadı.
Ama kahvaltı sırasında konuştuğum genç bir kadının azmine şapka çıkarttım. Hukuk okumuş, ardından ABD’nin kalbur üstü okullarından Duke Üniversitesi’nde master yapmış şimdi de Chicago’da işe başlamış.
Bir diğeri en popüler okullardan olan California Berkeley’den kabul almış. O çocuktan içinde NASA geçen bir başarı hikayesi çıkacağı kesin gibi.
Birkaç yıl önce bayram harçlığı verdiğim çocuklardan birisi çok iyi bir okula başlamış ve popüler bir dalda mühendislik okuyor.
Bir diğeri yine ABD’nin en iyi üniversitelerinden birine başlamış. Tabi bu gençleri görünce yaşlanmaya başladığımı hissetmedim değil.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Fakat kesin olan bir şey var: Türkiye’den kovulan bu insanlar yerleşip uyum sağladıkça hem kendileri hem de çocukları daha büyük başarı hikayeleri yazacaklar.
Kaldı ki şimdiden ABD medyasına bile konu olanlar var.
Dediğim gibi bu bir bayram yazısı ve gözlemlere dayanıyor. Siyasi analizini size bırakıyorum. Fakat şu kadarını söylememe müsaade edin: Eğer bir yerlerde devlet aklı diye bir şey olsaydı bu kitleyi kazanmanın yoluna bakardı.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***