KENT YAZILARI | ALPER ENDER FIRAT
En baştan uyarayım bu bir gezi ve coğrafya yazısıdır ve gündemle alakası yoktur. Bu tür yazılara ilgi duymayanları vakit kaybetmemesi konusunda haber vereyim.
Daha önce gördüğüm, gözlemlediğim, bir şekilde hatıra biriktirdiğim kentlerle ilgili yazılar yazmıştım.
Bir de içimde kalmış, görmeyi çok istememe rağmen gitmeye fırsatımın olmadığı ya da fırsatları değerlendiremediğim coğrafyalar var. Allah ömür verirse bir gün gitmeyi çok arzu ettiğim yol rotaları bunlar.
Mesela İstanbul’dan Fas’a haftalarca sürecek bir araba yolculuğuyla gitmeyi, Kuzey ve Batı Akdeniz kıyılarını karayolu ile kat etmeyi çok istiyorum. Güney Fransa’yı, İspanya’yı, Endülüs’ü, Tanca’yı, Marakeş’i, Fez’i, uçsuz bucaksız çölü görmek istiyorum.
Bunun gibi mesela New York’tan Seattle’a, oradan Los Angeles’e, karayolu ile yolculuk etmek içimde kalmış bir arzudur. Hasılı bunlar gibi görüp gözlemlemeyi çok istediğim yeryüzünde bir dolu rota var. Bir de daha lokal bölgeler var. Girit gibi, Sicilya gibi. Pek çok Yunan adasını görmek nasip olmuştu ancak en çok istediğim Girit’e hala gidemedim. İtalya’nın da büyük bir bölümünü birkaç kez görmüştüm. Ancak bana en gizemli gelen yerleri Güney İtalya ve Sicilya’yı göremedim.
İlk kez 2010 yılında, İstanbul’dan, İtalya’ya karayoluyla gitmiş ancak Napoli’yi gördükten sonra daha güneye inmeye cesaret edememiştik.
Maaile yola çıkınca, hele de yanında ayrıca kızımın kuzeni üç yaşında bir kız çocuğu daha olunca insan ister istemez tırsak oluyor.
Calibra’yı, Matera’yı, Otranto’yu ve tabi ki bütün Sicilya’yı görmeyi çok istiyordum ancak Napoli cesaretimi kırmış bu ekiple daha güneye inmeye cesaret edememiştim.
İçimde büyük bir ukde olarak kaldı..
Evet şartlar uygun hale gelir, mazlumlar hapisten çıkar, yediğin her lokmanın boğazına dizilmediği günler gelirse, şartlar da uygun olursa, bugüne kadar hiç görmediğim Sicilya adasını tepeden tırnağa görüp bizzat gözlemlemeyi çok istiyorum.
Zaten kendine has karakteri olan her coğrafya ilgi çekici değil midir?
Bu kendine has özellikler, belki de Batı’nın en şarklı coğrafyası olmasından kaynaklanıyor. Kuzey Afrika ile Avrupa’nın arasında kalmış, tarih boyunca Doğu’nun ve batının istilalarına uğramış, bu istilalara rağmen yine de kendi olmaya devam etmiş ilginç bir bölge burası. Ve tabi mafyanın ana vatanı olması da burayı bir hayli gizemli bir coğrafyaya dönüştürmüş.
Sinema tarihinin en klasik mafya filmleri çoğunlukla burada başlar. Marlon Brando, Al Pacino, Robert De Niro’nun başrollerini oynadığı Baba filminin baş karakteri Vito’da buradan Palermo’ya yakın bir kasaba olan Corleone’dendir.
Mafyanın kelime kökeniyle ilgili birkaç rivayet var. Bu rivayetlerden birine göre mafya kelimesi Arapça’da barınma, himaye etme gibi anlamlara gelen ‘Ma’waa’ sözcüğünden türemiştir. ‘Ma’waa’ kelimesinden gelmektedir. Sicilya’da ticaret yapan ve bölgeye yerleşen bir kısım Osmanlı tebaası Arap tüccarlar, Sicilya’daki halkla, Fransız donanmasının saldırılarına karşı bölgenin güvenliğini sağlama karşılığında ticari ilişkiler kurmuştu. Sicilyalılar, bölgedeki Osmanlı tebaası Yunan, Arap ve Türkler’e, Ma’waa kelimesini kendi dillerindeki telaffuzu olan ‘mafya’ diyordu. Osmanlı tüccarlarının Sicilya halkını himaye etmesinden dolayı, onlar da Osmanlı tüccarlarına himaye edenler, koruyanlar manasında mafya diyordu.
Sicilya’nın Müslümanlarla teması bununla sınırlı değil tabi ki. Bu adanın Müslümanlarla çok daha eski ilişkileri vardı.
Sicilya, Müslümanların Endülüs’ten sonra Avrupa’da ayak bastığı ikinci coğrafyaydı. Tarık Bin Ziyad’ın İspanya’yı fethetmesinden bir asır sonra Müslümanlar adayı ele geçirmiş ve tam üç yüz yıl burada hüküm sürmüşlerdi.
Yüzyıllar içinde Müslümanların adadaki gücü zayıfladı en son 1091 yılında Noto’nun kaybedilmesinden sonra İslam hakimiyeti burada tamamen sona erdi.
Ancak Müslümanlardan sonra adayı yöneten Normanlar Müslümanlara karşı hoşgörülü davrandı. Onların vatandaşlıklarını tanıdı ve başta İslam yasa ve töreleri olmak üzere pek çok uygulamayı aynen devam ettirdi. Bu durum Sicilya’nın 1194 yılında evlilik yoluyla Alman Hohenstaufen Hanedanının eline geçmesine kadar devam etti. Bu durum adada hoşnutsuzluk meydana getirince, Germen İmparatoru ve Sicilya Kralı 2. Friedrich, çıkan isyanları bastırmak amacıyla dağlık bölgelerde yaşayan on binlerce Müslümanı başka bölgelere sürdü. 14. yüzyıla gelindiğinde ise adada kalan Müslümanların tamamı asimile olmuş, Hıristiyanlaşmıştı.
Diyanet Vakfı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi, İslam kültür ve medeniyetinin Sicilya’da çok ciddi gelişmelere sebep olduğunu ve Ortaçağ Avrupası’nı doğrudan etkilediğini yazıyor. Müslümanlardan sonra adayı yöneten Normanlar ve arkalarından gelen yönetimler, Müslümanların saray teşkilâtını, divanları, resmî yazışma usullerini, ordu düzenlerini ve para basma ilkelerini kendilerine adapte ederek büyük ölçüde uyguladıkları bilgisini veriyor. Sicilya mimarisinin de İslam sanatından çok etkilendiğini ifade ediyor.
Sicilya’nın Arap kökenlerini en iyi anlatan girişim ise 19. yüzyılın ortalarında İtalya’da birliğin kurulması sırasında Sicilyalı aydınlardan, ünlü şarkiyatçı ve siyasetçi Michele Amari, geçmiş dönemlerdeki İslâm medeniyetinin kendilerine bıraktığı zengin mirası öne sürerek adanın bağımsızlığı yönünde çok çaba göstermişti. Bu konuda bir hayli bilimsel çalışma da ortaya koymuştu. Amari çok uğraşmasına rağmen başarılı olamadı.
Sicilya’nın İtalya’ya dahil olmasından sonra adadan başka ülkelere ciddi bir göç hareketi yaşandı. Bunlar arasında bir kısım Sicilyalı İstanbul, İzmir, Trabzon, Edirne, Samsun ve İskenderun gibi Osmanlı liman şehirlerine yerleşti. Ancak İtalya’nın özellikle 1950’den sonra kalkınması üzerine bunların büyük bir kısmı ülkelerine geri döndü.
Bugün kimse bahsetmiyor olsa da Sicilya’nın hem genetik, hem kültürel köklerinde Arap ve İslam medeniyetinin derin izleri var. Başkent Palermo’nun yüz yıllarca ‘El Medina’ diye anılmış olmasını, savaşlarla yıkılmış kenti Müslüman Arapların yeniden kurduğunu bilmek insana bir hayli ilginç geliyor.
Ama bu coğrafyayı merak etmemin tek nedeni onların Şarklı kökleri değil elbette. Hatta içli köftenin bulgurla değil de pirinçle yapılanı, Sicilyalıların milli yemeği Arancini’nin tadına bakma isteği de değil.
Sicilya’nın ne doğulu, ne batılı, ne kuzeyli ne güneyli olmayan, belki de dünyada sadece orada göreceğiniz kendine özgülük ve bu kendine özgülüğün ortaya çıkardığı gizem burayı mutlaka görülmesi gereken bir yer haline getiriyor.
İtalya için aslında bir kentler birliği demek daha doğru olur. Yani İtalya’nın Roma, Floransa, Milano, Napoli, Venedik, Cenova, Palermo gibi şehirleri yok bu şehirlerin bir araya gelip kurduğu İtalya devleti var. Yani kent kimlikleri milli kimliğin önünde desek abartmış olmayız. İşte Sicilya’nın da öyle kimlikli şehirleri var. Palermo haricinde, Katanya, Siracusa, Toarmina, Müslümanların elinden son çıkan şehir Noto, ve Corleone.
Sicilya’nın böylesine ilgimi çekmesinde The Godfather (Baba) filmlerinin etkisi çok olmuştur elbette. Vito Corleone’nin şehri Corleone ve filmin bazı sahnelerinin çekildiği Savoca, Forza d’Agro kasabalarını bir gün görmek nasip olur umarım.
Avrupa’nın en dramatik öykülerinin yaşandığı yerdir Sicilya, zaten Vito Corleone’nin hikayesi de burada başlıyor. Diğer bütün mafya ailelerinin hikayeleri gibi.
Bir yerde okumuştum Sicilyalı olunmaz Sicilyalı doğulur diye, yani Yahudilik gibidir, kapalı bir toplumdur, iyi ya da kötü olmak ait olunan toprağı değiştirmez. Burada yanlış kabul edilmez, hiçbir suç ve yanlış affedilmez, biraz gecikebilir ama asla cezasız kalmaz. Her şey göründüğü gibidir ve her yargı görüntüye göre verilir. Siyah hep siyahtır Sicilya’da..
Ve onur her şeyin önündedir.
Kaynak: Tr724