Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Yeniden akortun 90 günü: Hayat ağır, kalp yorgun!

Yeniden akortun 90 günü: Hayat ağır, kalp yorgun!


Zaman mübarek; fakat asıl mübarekleşmesi gereken insan. Üç ayların gerçek bereketi, artan ritüellerde değil, yumuşayan kalpte ve güçlenen vicdanda gizli. Üç aylar, takvimde gelip giden bir “dini sezon” değil; kırgınlıkları, bağımlılıkları ve pişmanlıkları onarmak için açılmış 90 günlük bir manevi rehabilitasyon penceresi.

M. NEDİM HAZAR | YORUM

İnsanız; hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım, hangi sınıfa mensup olursak olalım, hayatın ağırlığı hep omuzlarımızda. Fakir için geçim derdi, zengin için sahip olduklarını kaybetme korkusu; genç için gelecek kaygısı, yaşlı için geçmişin yükü bitmiyor. Aynı apartmanın içinde bile herkes kendi derdinin içinde, görünmeyen bir yalnızlığın içinde yaşıyor.

Modern hayat, bize sürekli “koş” diyor ama nereye koştuğumuzu, neyi kaybedip neyi kazandığımızı düşünmeye fırsat bırakmıyor. Bir noktadan sonra içimizde birikmiş yorgunluklar, kırgınlıklar, pişmanlıklar ruhumuzu bir depo gibi dolduruyor ama o depoyu boşaltabileceğimiz, içimizi havalandırabileceğimiz bir pencere bulamıyoruz. İnsan, sadece para, kariyer ve başarıdan ibaret bir varlık değil; kalbi, vicdanı ve ruhu olan, “Niçin yaşıyorum?” sorusunu er ya da geç kendine sormak zorunda olan bir varlık.

İşte tam bu noktada, inancın bize sunduğu zaman dilimleri devreye giriyor. Tarih boyunca bütün inanç gelenekleri, insanın bu iç yorgunluğunu fark etmiş ve belli günleri, belli mevsimleri “dur, düşün, arın” çağrısı yapan işaret taşları gibi koymuş. İslam’ın takviminde üç aylar denilen Recep, Şaban ve Ramazan da böyle bir çağrının adı. Bu üç ay, gündelik hayatın hengâmesinden 90 günlüğüne çekilip ruhumuzun bakımını üstlendiğimiz bir manevi rehabilitasyon süreci adeta.

Üç aylar, zannedildiğinin aksine sadece daha çok ibadet edilen “dini yoğun dönemler” değil; aynı zamanda insanın kendi hayatıyla yüzleştiği, iç murakabesini yaptığı bir onarım atölyesi olmalı. “Recep Allah’ın ayı, Şaban Peygamber’in ayı, Ramazan ümmetin ayıdır” diye ifade edilen bu dönem, aslında üç aşamalı bir iç yolculuğa işaret ediyor: Kalbi uyandırma, nefsi arındırma ve Ramazan’da rahmet iklimine bu şuurla girebilme.​

Bence bu 90 gün, dünyayı terk etmek için değil, dünyaya bakışımızı yenilemek için var. Evimizi, işimizi, sorumluluklarımızı bırakıp bir köşeye çekilmemiz beklenmiyor; tam tersine, tam da hayatın içinde, ticaretin, mesleğin, ailenin, çocukların arasında kalbimizi yeniden akort etmemiz isteniyor. Üç aylar, bu yüzden “genel af mevsimi” olarak da anlatılır: Geriye dönüp pişman olduğumuz ne kadar yanlış varsa, her biri için yeni bir başlangıç imkânı.

İbadet, sadece namaz ve oruçtan ibaret değil; kırdığımız kalpleri onarmak, geciktirdiğimiz özürleri ertelememek, ihmal ettiğimiz duaları yeniden hatırlamak da bu mevsimin parçası. Üç ayları anlamlı kılan, takvimdeki yerleri kadar, bu çağrıyı duyup duymadığımızdır. Çünkü zaman mübarektir; ama asıl mübarek olması gereken insanın kendisidir.​

Receb, Şaban ve Ramazan ayları Kur’ân ve sünnetle işaret edilen; zaman içinde de peygamber varisleri olan âlimlerin, ariflerin, gönül erbabının diliyle anlamı derinleşmiş müstesna bir zaman dilimini temsil ediyor. Üç ayların ayrı bir başlık altında anılması, vahyin işaret ettiği bazı gecelerin ve ibadet dönemlerinin, ümmetin hafızasında bir “manevi harita”ya dönüşmesiyle oluşmuş.​

Kur’ân-ı Kerim’de yılın on iki ay olduğu ve bunlardan dördünün “haram aylar” olduğu bildirilir; bu haram aylardan biri de Recep’tir. Klasik tefsirler, bu ayların cahiliye döneminde bile savaşın durduğu, kan dökmenin hoş karşılanmadığı, adeta toplumsal bir sükûnet ve güvenlik iklimini sembolize eden zamanlar olduğuna dikkat çekiliyor. İslam’ın bu geleneği dönüştürmeden sahiplenmesi, insan hayatında “durma, düşünme, kendini toplama” ihtiyacının vahiy tarafından da onaylandığını gösterir. Yani üç ayların kökeni, sadece duygusal bir dindarlık değil, tarihsel ve toplumsal bir “korunmuş zaman” fikrine dayanıyor.​

Hz. Peygamber’in (SAV) hayatında üç aylar, özellikle Ramazan’a hazırlık bağlamında ayrı bir yer tutttugunu biliyoruz. Rivayetlerde, Efendimiz’in Recep ve Şaban ayları geldiğinde Rabbine, “Allah’ım, Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl, bizi Ramazan’a ulaştır.” diye dua ettiği aktarılır. Bu dua, takvimde gelip geçen bir mevsimin değil, insanın ruhunda bir hazırlık sürecinin başladığını ilan eder niteliktedir.​

Hadis kaynaklarında, “Recep, Allah’ın ayı; Şaban Peygamber’in ayı; Ramazan ise ümmetin ayıdır” şeklinde meşhur olmuş söz, üç ayları bir iç yolculuğun basamakları olarak okumamıza imkân veriyor. Tasavvuf ehli, bu ifade üzerinden Receb’i “uyanış ve fark ediş”, Şaban’ı “derinleşme ve arınma”, Ramazan’ı ise “rahmet iklimine bütünüyle girme” dönemi olarak yorumlamış. Böylece üç aylar, sadece takvimde ardı ardına gelen aylar değil, kalbin adım adım olgunlaştığı bir manevi eğitim takvimi haline gelmiş.​

İslam âlimleri, üç ayları anlatırken çoğu zaman “ganimet mevsimi”, “genel af zamanı”, “semavî rehabilitasyon süreci” gibi kavramlar kullanmışlar. Bu benzetmeler, Allah’ın rahmet kapılarının her zaman açık olmakla birlikte, bazı zaman dilimlerinde kulun ruhunun bu çağrıya daha açık hale geldiğini vurguluyor. Nasıl ki insan bedeninin dinlenmeye, uykunun belli ritimlerine ihtiyacı varsa; kalbin ve ruhun da belirli zamanlarda yoğunlaşmış bir arınma sürecine ihtiyacı var.​

Bazı âlimler, Receb’i tarlaya tohum atma; Şaban’ı bu tohumları sulama ve koruma; Ramazan’ı ise hasadı toplama dönemi olarak anlatır. Bu teşbih, üç ayların “bir defalık coşku” değil, planlı ve bilinçli bir manevi emek dönemi olduğunu gösteriyor. Belki de bu sebeple Bediüzzaman Said Nursî gibi isimler de bu zamanlarda küçücük salih amellerin bile katlanarak değer kazandığını vurgulayarak, müminleri bu fırsatı heba etmemeye çağırmışlar. Böylece üç aylar, İslam mefkuresi içinde hem amel açısından teşvik edici, hem de umut ve bağışlanma duygusunu besleyen bir çerçeveye kavuşmuş.​

Üç ayların faziletini artıran unsurlardan biri de, içlerinde barındırdıkları özel geceler şüphesiz. Malum; beş mübarek geceden dördü bu zaman dilimi içinde: Recep’te Regaib ve Miraç; Şaban’da Berat; Ramazan’da ise bin aydan hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesi. Bu geceler, sadece özel programlarla “kutlanan” birer takvim noktası değil; kulun kendi hayatına yeniden bakması, tövbe ve yenilenme iradesini yenilemesi için birer iç muhasebe fırsatı olarak görülmüş.​

Misal, Miraç gecesi, Hz. Peygamber’in göklerin ötesine davet edildiği, beş vakit namazın ümmete hediye edildiği bir gece olarak, müminin de kendi iç mi’racını hatırladığı bir zaman dilimi. Berat gecesi, günah yüklerinden arınma ve geleceğin tasavvur edildiği bir “aklanma” ve “yeni sayfa açma” gecesi olarak anlatılır. Kadir gecesi ise, Kur’ân’ın nüzulüne, kelam ile insan kalbi arasındaki buluşmaya işaret eden, “zamanı derinleştiren” bir gece olarak üç ayların tacı kabul edilir.​

Üç aylarla ilgili klasik metinlerin önemli bir vurgusu, asıl meselenin zamanın “mübarek” olması değil, insanın bu mübarek zamanı fırsata çevirerek bizzat mübarek bir hayata yönelmesidir. Ayların kendisi kutsaldır ama bu kutsallığı hayatına taşıyabilen kişidir asıl kıymet kazanan. Bu yüzden âlimler, “Zamanın mübarek olması, insan mübarek olmadıkça bir anlam ifade etmez” diyerek müminin sorumluluğunu hatırlatmıştır.​

Gerçekten de eğer yapabilirsek bu yaklaşımın, üç ayları sadece duygusal bir coşku dönemi olmaktan çıkarıp, ahlaki ve vicdani dönüşüm çağrısına dönüştürür. Kul, bu aylarda sadece daha çok ibadet yapmaya değil, aynı zamanda daha dürüst olmaya, daha merhametli davranmaya, kul hakkından daha çok sakınmaya, vicdanını kirleten alışkanlıklarla hesaplaşmaya davet olduğunu görürüz. Ve sanırım ancak bu şekilde  üç ayları, takvimde gelip geçen bir “dini sezon” değil, insanın kendi kaderine müdahil olduğu, tercihleriyle hayatını ve ahiretini yeniden kurduğu bir imkân penceresi haline getirebiliriz.

En önemlisi nedir biliyor musunuz?

Üç ayları yaşamak için “kusursuz bir dindar” olmak gerekmiyor; esas olan samimi bir niyet ve küçük ama sürekliliği olan adımlar atmak. Bu mevsimin başında, “Bu 90 günün sonunda bende ne değişmiş olsun istiyorum?” sorusunu yazarak cevaplamak, insanın kendine dönük manevi bir yıllık planı gibidir. Üç aylar, klasik kaynaklarda “ganimet mevsimi” ve “ruhî rehabilitasyon” olarak anlatılmasının bir sebebi de bu olsa gerek; kırgınlıkları, bağımlılıkları, pişmanlıkları fark edip her biri için küçük ama gerçekçi hedefler koymak, bu anlayışı günümüze taşıyor. Gün içinde 5–10 dakikalık telefonsuz, ekransız sessizlik anları ayırmak bile, kalbin maneviyata açılan kapısını aralayabilir.​

Recep, âlimlerin dilinde “tohum atma dönemi”dir; bugünün insanı için bu, önce hayatına dışarıdan bakma cesareti demektir. Bu ayda en az bir dünyevi alışkanlıkla mesafe koymak (sosyal medyayı sınırlamak, gereksiz tartışmaları azaltmak, israfı kısmak), her gün kısa da olsa düzenli dua ve istiğfar vakti açmak, üç ayların “genel af mevsimi” oluşunu kişisel bir arınma programına çevirir. En az bir kırgınlık dosyasını açıp, affetmeye niyet etmek de bu ruhun önemli bir parçasıdır.​

Şaban, Efendimiz’in ibadet ve özellikle orucu artırdığı bir ay olarak, alışkanlıkların kalıcı hâle geldiği bir dönem. Bu ayda manevi yönden haftada bir–iki gönüllü oruç, düzenli ve anlam merkezli Kur’an okuma, her gün kısa bir tefekkür ve şükür zamanı hedeflenebilir. İlişkilerde aile içi diyaloğu onarmak, küslükleri yumuşatmak, özellikle anne-baba ve yaşlı akrabalara bilinçli zaman ayırmak; toplumsal düzlemde ise infak, sadaka ve gizli yardımlarla rahmet ve merhamet iklimini somut sosyal sorumluluğa dönüştürmek Şaban’ın ruhuna çok uygun bence.​

Ve Ramazan, bu manevi yolculuğun zirvesi ve üç ayların tacı. Oruç, iftar, teravih ve Kadir gecesiyle zamanın yoğunlaştığı; insanın hem açlığı hem de varoluşunu yeniden düşündüğü bir iklim sunar. Açlık ve susuzluk, yoksulların hayatına empati penceresi açar; tüketim kültürüne karşı içsel bir direnç eğitimi verir. İftar sofralarının “daha çok yemek” değil, “daha çok paylaşmak ve hatırlamak” sofralarına dönüşmesi; israfı büyütmek yerine kanaati ve şükrü büyüten bir havaya bürünmesi gerekir. Kadir gecesine yaklaşırken yılın büyük iç bilançosunu çıkarıp, insan onuruna yakışmayan her davranış için içten bir tövbe ve mümkünse fiili bir düzeltme adımı planlamak bu ayı gerçek anlamına yaklaştırır.​

Bitiriyorum…

Üç aylarla ilgili metinlerde sıkça vurgulanan temel ilke şu: Zaman mübarektir; ama asıl mübarekleşmesi gereken insandır. Namaz, oruç, dua artarken; yalan azalmıyor, haksızlık sürüyor, merhamet ve adalet çoğalmıyorsa, üç ayların ruhu içselleşmemiş demektir. Bu mevsimin sonunda hedef, “daha çok ritüel yapmış” bir profil değil; daha yumuşak kalpli, daha adil, daha vicdanlı, daha merhametli bir insan olmaktır. Bu yüzden üç ayları asıl anlamlı kılan, takvimde işaretli günler değil; o günlerin içinde yavaş yavaş dönüşen kalbimizdir. Çağımızın Müslümanı için mesele, dini hayattan kaçışa dönüştürmek değil, hayatı daha insanî, daha adil, daha merhametli yaşamanın kaynağına dönüştürmektir; üç aylar da bu dönüşüm için açılmış büyük bir imkân penceresidir.

Vesselam.

 

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version