ADEM YAVUZ ARSLAN | ANALİZ
Önümüzdeki günlerde 14. yıldönümünü geride bırakacağız. 28 Aralık 2011 gecesi, Türkiye tarihinin en karanlık askerî operasyonlarından biri yaşandı. Irak sınırının sıfır noktasında, Uludere’ye bağlı Roboski köyünde F-16’lar, “PKK konvoyu” şeklindeki istihbarata dayanarak çoğu 18 yaşından küçük 34 sivil köylüyü bombalayarak öldürdü. Kaçakçılıkla geçinen bu insanlar yıllardır aynı güzergâhtan gidip geliyordu.
MİT’in “PKK yöneticisi Bahoz Erdal katırlarla sınıra geliyor, saldırı yapacak!” istihbaratı üzerine başlayan operasyon; istihbarat zincirindeki hatalar, yıllardır giderilemeyen komplo şüphesi, emir-komuta kademesindeki belirsizlikler ve yanlış değerlendirmeler sonucu bir trajediye dönüştü.
Aradan geçen bunca zamana rağmen Uludere için hâlâ hiçbir asker yargılanmadı. TBMM’de bağımsız bir araştırma yapılmadı. Medya gerçeğin peşinden gidemedi. Devlet kısa sürede derin bir sessizliğe gömüldü.
Olay, “Kaçakçılar vuruldu!” şeklindeki sığ bir anlatıyla kapatıldı. Aileler 14 yıldır adalet bekliyor. Uludere, Türkiye’de devletin hesap vermemesinin ve olayların üzerine nasıl “duvar ördüğünün” sembolü haline geldi.
Karayipler Skandalı: “Sağ kalan olmasın” emri
ABD kamuoyu bugünlerde bana Roboski’yi hatırlatan bir skandalı tartışıyor. Trump kabinesinin en tartışmalı isimlerinden Savunma (Savaş) Bakanı Pete Hegseth’in, Karayipler’de uyuşturucu taşıdığı iddia edilen teknelere yönelik “öldürme yetkisi” verdiği ortaya çıktı.
Washington Post’un haberine göre Venezuela açıklarında uyuşturucu taşıdığı iddia edilen hızlı botlar hedef alındı. Bir olayda vurulan tekneden 2 kişi sağ kurtulunca, iddiaya göre ikinci bir atış yapıldı. Bazılarının bilgisayar oyunu gibi anlattığı benzer operasyonlarda 80’den fazla kişi öldürüldü.
Hukukçulara göre Hegseth’in verdiği iddia edilen “Sağ kalan olmasın!” emri, savaş suçu niteliği taşıyabilir. Bakan Hegseth ise önce basını suçladı, ardından bir çocuk kitabı karakteri üzerinden bot roketlenen karikatürler paylaşarak trajediyi mizah malzemesine dönüştürdü.
Zaten sarsıcı olan olay, bakanın bu paylaşımları sonrası daha da tartışmalı hale geldi. Cumhuriyetçi senatörler bile “Bu iş soruşturulmalı!” demek zorunda kaldı. Trump ise “Bakan bana öyle bir emir vermediğini söyledi, ben de inandım!” diyerek klasik çizgisini sürdürdü.
İki ülke, ortak problem
Elbette Uludere ile Karayip saldırılarının dinamikleri aynı değil. Farklı dinamikler, farklı kültürler var. Ama mesele aynı: Devlet ölümcül güç kullanırsa ne olur, ne olmalı?
Şimdi iki tabloya birlikte bakalım:
Uludere: Devlet bilgi sakladı. Medya susturuldu. Gerçekler ancak ailelerin çığlığıyla duyuldu. Meclis araştırması engellendi. Askeri yargı dosyayı kapattı. AYM ve AİHM “Etkin soruşturma yok” dedi. Hiç kimse hesap vermedi. Soru soran gazeteciler hedef gösterildi. Olay, “terör” söylemiyle örtüldü. Toplumun büyük bölümü hâlâ gerçeği bilmiyor. Olaydan bahsetmek bile sakıncalı görülüyor.
Karayipler: Haberi basın ortaya çıkardı. Washington Post patlattı, bütün medya peşine takıldı. Pentagon içinden sızıntılar Kongre’yi harekete geçirdi. Savunma Bakanı, kamuoyu önünde hesap vermek zorunda kaldı. Bugün hem Cumhuriyetçiler hem Demokratlar soruşturma talep ediyor. Hukukçular, “Bu savaş suçudur!” diyor. Gelinen nokta da bakanın istifası ve cezai sorumluluğu tartışılıyor. Muhafazakâr seçmen bile rahatsız. Senatörler “Yasadışı emre uyulmaz!” diyerek net tavır aldı.
Medya konunun peşini bırakmıyor.
Roboski Karayipler’e Uzak Ama Soru Aynı
Uludere, Türkiye’de devletin ölümcül bir hatayı — kimilerine göre bir komployu — örtmek için nasıl refleks geliştirdiğini gösterdi. Karayip saldırıları ise ABD’de bile yürütme gücü kontrolden çıkarsa fren mekanizmalarının ne kadar kritik olduğunu hatırlatıyor. Gerçek şu: Bir ülkenin demokrasisi, devletin öldürdüğü insanların hesabını sorabildiği ölçüde güçlüdür.
Uludere’de bu yapılmadı. ABD’de ise bu sınav bugün veriliyor. Bakalım ABD’nin sınavı nasıl sonuçlanacak?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

