Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

“Öcalan’ın sesi” gerçekten Öcalan’ın mı?

“Öcalan’ın sesi” gerçekten Öcalan’ın mı?


ADEM YAVUZ ARSLAN | ANALİZ

Erdoğan rejimi bileşenlerinin “Terörsüz Türkiye” diye tanımladığı sürecin en kritik aşamalarından biri dün geçildi. 24 Kasım’da İmralı’ya gidip MHP lideri Devlet Bahçeli’nin tarifiyle “PKK’nın kurucu lideri” ile görüşen TBMM heyeti, görüşme sonrası ilk toplantısını yaptı. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, “En hassas dönemdeyiz!” diyerek İmralı’da yapılan görüşmenin “özetini” okuttu.

Detaylara geçmeden bir not düşelim: Başta CHP olmak üzere muhalif partiler tutanakların tamamının kamuoyuna açıklanmasını isterken, Kurtulmuş’un “özetin özetini” okutması polemikleri büyüttü. Kamuoyu desteği önemli, şeffaflık ise bu desteğin olmazsa olmazı. Ancak iktidar tam tersini yapıyor. Böyle olunca da “İktidar neyi gizliyor?” sorusu gayet meşru hâle geliyor.

Gelelim “Öcalan’ın sesi” denilebilecek metnin analizine. Her şeyden önce, İmralı’da yapılan her görüşme gibi bu metnin de “devlet süzgecinden” geçtiğini unutmamak lazım. Metnin TBMM’de okunmuş olması da bunun siyasi bir amaçla dolaşıma sokulduğunu gösteriyor. Dolayısıyla metni iki katmanlı analiz etmek gerekiyor:

Birincisi Öcalan’ın kendi mesajları, ikincisi de devletin siyasi ajandasına uygun olarak metne yerleştirdiği ifadeler. Ayrıca, söz konusu İmralı mesajları olunca devlet müdahalesinin yeni bir durum olmadığını hatırlatalım. Diyarbakır meydanında okunan meşhur 2013 Nevruz konuşmasının Ankara’da yazıldığı herkesin bildiği bir sırdı.

Özetle şunu söyleyerek başlayalım: Metinde yer alan ifadelerin büyük kısmı Öcalan’ın önceki konuşmalarıyla uyumlu. Örneğin, 2013 Nevruz mektubunda olduğu gibi “ayrı devlet yok, federasyon yok, idari özerklik yok” cümlesi, Öcalan’ın uzun süredir dile getirdiği “demokratik ulus” çizgisinin devamı. Öcalan, 1993’ten beri “PKK’nın görevini tamamladığını, yeni bir siyasal hatta geçilmesi gerektiğini” defalarca söyledi. Dün TBMM’de okunan ifadelerin benzerini 2013 İmralı Tutanakları’nda da görmüştük.

Öcalan özellikle son 20 yılda “Kürt–Türk halklarının kader ortaklığı”, “Bu coğrafyada birbirimizsiz olmayız” ve “1000 yıllık kardeşlik” gibi ifadeleri sıklıkla kullandı. Aynı şekilde Suriye için “üniter yapı ve yerel demokrasi” vurgusu da PYD/SDG yöneticilerinin son yıllarda tekrarladığı pozisyonla örtüşüyor. Dolayısıyla metnin bir “U dönüşü” değil, Öcalan’ın 2013–2015 çözüm süreci söyleminin güncellenmiş bir versiyonu olduğunu söylemek mümkün.

Öcalan’ın “Patron benim” vurgusu

Görüşme notlarında sık sık “Tüm sahalara talimat verebilirim”, “Ben ne dersem o olur” ve “Beni dinlerler, silahlı güçler çekilir” gibi ifadeler yer alıyor. Bunlar doğrudan doğruya kendi liderlik otoritesini yeniden teyit etmeye yönelik. Öcalan’ın örgütün merkezini Suriye hattına taşımanın sorunu çözmeyeceğini söylemesi ise Türkiye–Suriye–ABD üçgeninde giderek bağımsızlaşan SDG yapısına bir hatırlatma niteliğinde: “Anahtar hâlâ bende.”

Mazlum Kobani hakkında “Bana bağlıdır.” demesi, Suriye sahasının da kendi liderlik çerçevesine dahil olduğunu ilan etmekten başka bir şey değil. Diğer bir ifadeyle Öcalan, “Suriye’de masaya oturacaksanız asıl muhatap yine benim!” diyor.

Öcalan’ın kendisini sürekli “sabote edilen barış lideri” olarak takdim etmesi de dikkat çekici. 1993’ten bugüne Özal, Demirel, Erbakan gibi figürlerle çözüme yaklaşıldığını fakat “darbe mekaniği”nin müdahale ettiğini söylemesi, kendi pozisyonunu meşrulaştırma çabasının devamı. Bu söylem hem Türkiye kamuoyuna hem de uluslararası aktörlere yönelik: “Ben çözüm istedim, derin yapı izin vermedi.”

Aynı zamanda örgüt tabanına verilen mesaj: “Silahlı mücadelede ısrar eden ben değildim.”

Öcalan bu çerçevede kendini “barış lideri”, engelleyeni ise “karanlık yapı” olarak konumluyor.

Ankara’nın duy(ur)mak istediği Suriye mesajları

Yazının girişinde bahsettiğim “devlet süzgeci”nin Suriye başlığında hayli yoğun çalıştığı görülüyor. Öcalan, SDG’nin 10 Mart mutabakatını esas aldığını söyleyerek Suriye’de “federal devlet” beklentilerini törpülüyor ve yerel polis gücüyle sınırlı bir model tarif ediyor. Bu durum hem Türkiye’ye “üniter Suriye çizgisindeyim” mesajı veriyor hem de ABD’nin Suriye’de inşa etmeye çalıştığı yapıya bir denge uyarısı niteliği taşıyor.

İsrail’e ilişkin “Bölgedeki hamlelere dikkat edilmeli” cümlesi ise Suriye sahasını etkileyen geniş jeopolitik kırılmaya gönderme yapan bir hatırlatma. Tabii bunların Ankara’nın “duyulmasını istediği” mesajlar olduğunu gözden kaçırmamak lazım.

Siyasal mühendislik hamlesi

Öcalan’la yapılan görüşmeden süzülen notlara genel olarak bakıldığında ortaya çıkan tablo özetle şöyle: Öcalan, “Siyasi çözümün anahtarı hâlâ bende!” mesajı veriyor. Devlete “üniter yapıyı kabul eden rasyonel aktör” olarak bir güven mesajı; uluslararası aktörlere “kontrol edilebilir bir muhatap” profili; örgüt tabanına ise “yeni stratejiyi benim belirlediğim çerçevede düşünün” çağrısı iletiyor.

Kandil ve Suriye hattındaki güç kaymalarını dengeleme isteği de bu çerçevenin bir parçası. Görüşme notlarının TBMM’de okunmuş olması ise bu metnin yalnızca bir değerlendirme değil, bir siyasal mühendislik hamlesi olduğunu gösteriyor. Ankara, milliyetçi dilinden taviz vermeden gerektiğinde Öcalan’ı yeniden “stratejik aparat”a dönüştürebileceğini göstermek istiyor. Bir başka ifadeyle, örgüt içi dengeleri kendi lehine etkileyerek Suriye sahasında yeni bir denklem kurmanın yollarını arıyor.

Mesaj gerçekten Öcalan’a mı ait?

Son tahlilde Öcalan; “Ben hem Türkiye’nin üniter yapısını kabul ediyorum hem de çözümün tek meşru muhatabıyım. Kandil de Suriye de benim talimatımla hareket eder. Geçmişte beni engellediler ama süreç yeniden açılırsa sonuç alabiliriz.” diyor.

Bu noktada esas soru şu olmalı: “Bu mesaj gerçekten Öcalan’a mı ait, yoksa siyasal iklimi yeniden dizayn etmek isteyen devlet aklının seçtiği bir versiyon mu?”

Bu sorunun yanıtı, önümüzdeki günlerin esas gündemi olacak.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version