AHMET KURUCAN | YORUM
İnsanın hayattaki en temel yürüyüşü, kendisini var eden Kudret’in muradıyla kendi muradını aynı hizaya getirebilme mücadelesidir. Bu iki murad arasında bir boşluk, bir açıklık oluştuğunda insanın ruhu çöker, zihni karışır, kalbi dağılır. Çünkü o boşluk, modern felsefenin “hiçlik” dediği o keskin ve ürpertici uçurumdur.
Nietzsche’nin “uçurumun kenarında geri çekilme” metaforu, aslında insanın kendi iç âlemiyle karşılaştığında yaşadığı tedirginliğin ifadesidir. Yüksek bir kayanın tepesine çıkıp boşluğa bakan insan, içindeki fıtrî yöneliş sebebiyle geri çekilir; zira yokluk duygusu insan tabiatına aykırıdır. Ne var ki mesele, geri çekildiğimiz o boşluğu neyle doldurduğumuzdur. Boşluk doğru bir zemine oturmadığında insan, anlamını, istikametini ve hatta kendi kendisini kaybetmeye başlar.
Kur’an, bu hâli daha çarpıcı bir teşbihle anlatır: “(Tevhide yönelip) Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayanlardan olun. Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki gökten düşmüş de kuşlar onu kapıp parçalamış veya rüzgâr onu uzak bir diyara savurmuştur.” (Hac 22/31).
Bu, tam anlamıyla bir “dağılma” tasviridir. Manevî eksenini kaybeden insan, varoluşla yok oluş arasındaki o dar alana sıkışır; zamanı anlamlandıramaz, hayatı açıklayamaz, geleceği kuramaz. Çünkü insan, doğduğu andan itibaren ölüme doğru koşan bir varlıktır ve eğer bu yürüyüşün anlamını bulamazsa, sonsuzluk iştiyakıyla geçicilik gerçeği arasındaki gerilim ruhunu kemirmeye başlar.
İşte tam burada iman imdada yetişir. Müslüman için anlamın merkezinde Kur’an ve Peygamber (sas) vardır. Varlığın gayesi konusunda Kur’an’ın ilanı nettir: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56).
Kulluk, insanı küçülten değil; bilakis varlığına derinlik ve yön kazandıran bir istikamet beyanıdır. Aynı kitap, insanın iç huzurunun kaynağını da şöyle tayin eder: “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” (Ra’d 13/28).
Demek ki anlam, dışarıda arandığında değil; insanın iç dünyasında, Yaradan’la kurduğu irtibatta filizlenmektedir.
Hz. Peygamber’in (sas) dünyaya bakışı da bu çerçeveyi tamamlar. “Dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol.” buyurur. Bir başka hadisinde ise dünya ile ilişkisini şöyle anlatır: “Benim dünya ile ne işim var? Ben, bir ağacın altında biraz gölgelenip sonra orayı terk eden bir yolcu gibiyim.”
Kainatı, insanın eline verilen bir emanet; dünyayı ise sonsuzluğa yürüyen ruh için kısa bir konaklama yeri olarak gören bu perspektif, varlığı kendi bağlamına yerleştirir. Kalıcıyı geçiciden, asli olanı tali olandan ayırmanın yolu da budur.
Peki bu inanç ve perspektif yoksa ne olur?
O zaman insan kendi içinde kırılganlıklar yaşar. Bir türlü dolduramadığı ve dolduramayacağı boşluklarıyla baş başa kalır. Hayata dair beklentileriyle hayatın çıplak gerçekleri arasındaki uyumsuzluk derin bir çatlağa dönüşür. Güçsüzlük hissi belirir; insan kendi sesini duyamaz, karar veremez, iç baskı altında yaşar. Umutsuzluk çöker; geleceğe dair bütün senaryolar kapanır. Değerler anlamını yitirir; tepkisel ve kuralsız davranışlara yönelme artar. Toplumdan kopuş ve içe kapanma yaygınlaşır. Aslında bu hâl, radikalleşmeden pasif intihara kadar geniş bir skalayı tetikleyebilecek tam bir “anlam krizi”dir.
Bu yüzden anlam arayışı bir lüks değil, insanın varlığını taşıyabilmesinin asgarî şartıdır. Müslüman olan insan için bu yolu açan Kur’an ve Sünnet vardır; inanmayan içinse değerlerini seçme ve seçtiklerinin sorumluluğunu üstlenme zorunluluğu. İnsan neye değer verdiğini, niçin verdiğini ve o değerin kendisini nereye taşıdığını bilmek zorundadır. Çünkü anlam, insanın içini dolduran güçtür. Anlamı olan bir insan gereksiz yere güç gösterisine kalkışmaz; kendini ispatlamak için sesini yükseltmez; başkalarını ezerek güçlü görünmeye ihtiyaç duymaz. Zira içi doludur; köksüz değildir; savrulmaz.
Benim tavsiyem, zamanın bizi önüne katıp sürüklediği bir atmosferde bir an durabilmek, bakabilmek, düşünebilmek, karar verebilmek ve sonra da verdiğimiz karar istikametinde yürüyebilmektir. Zira bu 5 adım, insanın kendi iç âlemini yeniden kurmasının kapısıdır. Anlamını bulan insan hem kendisine hem dünyaya hem de ahirete daha sahici bir yerden bakar. Çünkü muradı, O’nun muradına yaklaşmıştır. Aradaki boşluk kapanınca da uçurum değil, yol görünür artık. Yolcu ise ancak o zaman yürüyebilir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

