Yolsuzluğun yönetim biçimine, cezasızlığın rejim ilkesine dönüştüğü 2025, Türkiye’nin demokrasi defterine kara bir sayfa daha ekledi. Yine de, arka depoya kaldırılan demokrasi ürününü raftan geri çağırmaya çalışanlar, bu dönemin tek gerçek yatırımını hafızaya yapıyor
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Tarih 2025 yılını, Türkiye’de otoriterleşmenin hegemonik bir evreye hızla kaydığı ama aynı anda, toplumun ve muhalefetin de tam teslim olmadığını gösteren tuhaf derecede çelişkili bir yıl olarak kayda geçecek sanırım. Bir yanda yargı kararlarıyla siyasi alanı daraltan, medya ve sokak üzerinde baskıyı artıran bir iktidar; diğer yanda yerel seçimlerde yeniden nefes alan bir muhalefet, sokaktan ve sivil toplumdan gelen inatçı bir direnç hattı… Bu yüzden 2025’in “Z raporu”, sadece bir yılsonu muhasebesi değil, hangi rejime doğru sürüklendiğimizin ve buna rağmen hangi fren mekanizmalarının hâlâ çalıştığının dökümü niteliğinde oluyor.
Malum; bir işletme kasayı kapatırken çıkan Z Raporu, normalde gün boyu yapılan satışların dürüst bir özetidir; Türkiye’de ise sayacın kim tarafından, hangi yazılımla, kime karşı ayarlandığı başlı başına politik bir soru. Biz de bu yılın siyasal bilançosuna bakarken, kasanın hem hileli hem de bir noktadan sonra kendini ele veren bir makine olduğunu akılda tutmak zorundayız.
İsterseniz muhasebe diliyle Z Raporu’na başlayalım…
Kalem 1: Hukuk ve Adalet (Stokta Yok)
2025’in en kritik kırılma anı, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve bunu izleyen süreç oldu. Bu olay, birçok siyaset bilimciye göre Türkiye’yi “rekabetçi otoriterlikten” Rusya ve Venezuela benzeri hegemonik otoriterlik modellerine doğru iten sembolik bir eşik olarak kayda geçti. Artık mesele sadece seçimlerin adil olup olmadığı değil; muhalefetin seçim kazanma ihtimalinin rejim tarafından “sistem dışı risk” haline getirilip yargıyla kontrol altına alınmasıydı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2025 Raporu, Türkiye’nin AİHM kararlarını sistematik olarak tanımamasını, özellikle Yüksel Yalçınkaya kararı sonrasında binlerce benzer dosyanın bekletilmesini ve avukatlara kadar uzanan baskı hattını, yapısal bir hukuksuzluk rejimi olarak tanımlıyor. Bu tablo, hukukun iktidar lehine “ayarlanabilir” bir aparat haline geldiği, yargı bağımsızlığı kavramının ise artık sadece metinlerde dolaşan nostaljik bir süs olduğu bir düzeni işaret ediyor.
23 Mart’tan bu yana tutuklu olan Ekrem İmamoğlu, duruşma salonunda eşi Dilek İmamoğlu’nun elini böyle tutmuştu…
Z Raporu’nun hukuk satırında yazan not kabaca şöyle olacaktır: “Yargı bağımsızdır, bağımlılık testi yaptırmak yasaktır.” Mahkemelerin bir kısmı AİHM içtihatlarını “vatan millet Sakarya” adına rafa kaldırırken, siyasal davalarda aynı şablon gerekçelerle verilen mahkûmiyet kararları, rejimin kendi siyasi bekasını hukukun önüne koyduğunu açıkça gösteriyor. Bu yüzden 2025’te adalet, raflarda “stokta yok” görünen ama faturada “tam teslim edildi” olarak işaretlenen hayali bir ürün gibiydi.
Kalem 2: Yolsuzluk ve Cezasızlık (Kayıt Dışı Gelirler)
HRW’nin ve diğer insan hakları örgütlerinin 2025 değerlendirmeleri, yolsuzluğu artık “istisnai suçlar” olarak değil, devlet yapısına sinmiş bir yönetim biçimi olarak tarif ediyor. Yargı içindeki klik savaşlarının bile yolsuzluk dosyaları üzerinden yürüdüğü, soruşturmaların siyasal sadakat ve güç dengelerine göre açılıp kapatıldığı bir tablo var.
AİHM kararlarının açıkça tanınmaması, yerel mahkemelerin “yeniden mahkumiyet”te ısrar etmesi ve cezasızlık kültürünün yerleşmesi, hukuksuzluğun yalnızca siyasal baskı değil, kurumsal bir işletim sistemi haline geldiğini gösteriyor. Bu işletim sisteminde, yolsuzluk dosyaları muhaliflere karşı sopa, iktidar çevresine ise şantaj ve sadakat kontrolü aracı olarak kullanılıyor.
Ekonomik kriz, yüksek enflasyon ve kriz yönetimindeki keyfilik, yolsuzlukla birleşince toplumsal adaletsizliği daha da derinleştirdi; vergi yükü ve hayat pahalılığı, geniş toplum kesimlerinin sırtına binerken, “kayıt dışı gelirler” siyasal elitin ve ona eklemlenen sermaye çevrelerinin kasasında birikmeye devam etti. Rejim bu tabloyu yönetirken klasik bir günah keçisi siyasetini devreye soktu: krizin sorumlusu olarak bazen “dış güçler”, bazen mülteciler, bazen de “terör destekçisi” diye yaftalanan muhalifler gösterildi.
Z Raporu’nun bu kısmına not düşmek gerekirse: “Fişe görünmeyen kalemler” toplam cirodan daha yüksek. Hazine ve Maliye, kasadaki açığı “iman, sabır ve milli beka”yla kapattığını anlatırken, toplumun büyük kısmı kendi mutfağındaki açığı kredi kartı, borç ve geçici mucize beklentileriyle kapatmaya çalışıyor.
Kalem 3: Medya, Sansür ve Gerçeklik Sonrası Türkiye
2025 boyunca medya alanında yaşananlar, Türkiye’yi klasik anlamda “basın özgürlüğü sorunu olan ülke” kategorisinden çıkarıp, “hakikatin rejim tarafından yeniden üretildiği kapalı bilgi rejimi”ne doğru itti. Medya tekelleşmesi derinleşti, bağımsız medya daha çok dijitale sıkıştı, bir milyonu aşkın siteye erişim engeli ve sistematik RTÜK cezalarıyla ifade alanı daraltıldı.
Gazetecilere yönelik davalar, gözaltılar ve fiziksel saldırılar, özellikle protesto dönemlerinde yoğunlaştı; İmamoğlu’nun tutuklanması sonrası yapılan gösterileri izleyen çok sayıda gazeteci gözaltına alındı ve bu durum, “haberi haberle bastırma” pratiğinin ne kadar kurumsallaştığını gösterdi. Basın örgütleri, oto-sansürün normalleştiğini, birçok editör ve muhabirin “dava riskine girmemek için” kritik dosyaları görmezden geldiğini raporladı.
Bu gerçeklik sonrası düzende, Z Raporu’nun medya satırında şöyle bir uyarı yazıyor: “Gerçekler sağlığa zararlıdır, dikkatle tüketiniz.” İktidar yanlısı ekranlarda her kriz bir “büyüme müjdesi”ne, her skandal bir “dış güçler”e, her itiraz ise “terör sevicilik” veya “vatan hainliği”ne tercüme ediliyor; hakikat, kasanın ekranında istediği gibi oynayabildiği bir rakamdan ibaret.
Kalem 4: Sokak, Sandık ve Israr Eden Demokrasi
Tablonun karanlık kısmı bu kadar baskınken, 2025’i sadece “rejimin yılı” olarak okumak eksik olur; zira aynı yıl, toplumun ve muhalefetin tam teslim olmadığını gösteren önemli kırılma noktaları da doğdu. Özellikle yerel seçimler ve sonrasındaki süreç, CHP ve diğer muhalefet partilerinin ağır dezavantajlı koşullara rağmen yerelde güçlendiğini, taban siyasetinin hâlâ işe yaradığını gösterdi.
İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından ülke genelinde gerçekleşen protestolar, sadece sayı bakımından değil, sembolik anlamıyla da önemliydi; on binlerce insan, “Rejimin kaderi önceden yazılmış değildir” diyerek sokakta, meydanda ve sosyal medyada itirazını yükseltti. Uluslararası tepki ve dayanışma da bu sürecin önemli bir parçasıydı; Avrupa’daki kurumlar, Türkiye’deki otoriter gidişata dair daha yüksek perdeden uyarılar yapmaya başladı. Ancak iktidar uluslararası arenada taviz üstüne tavizlerle dış baskıyı minimize etmeyi başardı.
Şurası çok önemli bence; Erdoğan’ın güç kaybını telafi etmek için daha baskıcı yöntemlere yönelmesini, aslında rejimin özgüven kaybından başka bir şey değildi. Sertleştikçe meşruiyet tabanını daraltan, daraldıkça daha da sertleşmek zorunda kalan bir kısır döngüden ibaret oldu 2025. Bu döngü içinde, yerel yönetimler, meslek örgütleri, barolar, kadın hareketi ve insan hakları savunucuları, rejimin “tıkadım” zanettiği alanlarda inatla gedik açmaya devam ediyor.
Z Raporu’nun demokrasi satırına düşülen not ise şöyle özetleyebiliriz: “Ürün tükenmedi, yalnızca reyondan arka depoya kaldırıldı.” Kasiyer, yani toplum, hâlâ “devam” tuşuna basıp yeni fiş almayı reddetmiyor; makinenin fişten çekilmesine izin vermeyen bir inat var.
Son Satır: Bu Z Raporu Nereye Asılacak?
Z raporları normalde gün sonunda kasanın yanına asılır; ertesi sabah kimse dönüp bakmaz, hayat kaldığı yerden devam eder. Türkiye’nin 2025 Z Raporu ise tam tersine, gelecek yıllarda dönüp bakmak zorunda kalacağımız, “Bu noktaya nasıl geldik?” sorusunun zorunlu referansı olacak. Çünkü bu rapor, sadece bugün yaşanan hukuksuzlukların, yolsuzlukların ve saçmalıkların dökümü değil; yarın hesap sorulacaksa, hafızanın dayanağı olacak bir belge.
Otoriterliğin derinleştiği, yargının araçsallaştığı, yolsuzluğun yönetim biçimine dönüştüğü, hakikat sonrası propagandanın normalleştiği bir çağda ve ülkede yaşıyoruz. Ama aynı ülkede, yerel seçimlerde sandığa gitmekten vazgeçmeyen milyonlar, tutuklama ve gözaltı riskine rağmen sokağa çıkan gençler, polis bariyerlerinin gölgesinde bile adalet talebini dillendiren kadınlar ve hâlâ dava açmaya çalışan avukatlar da var.
Ve 2025’in Z Raporu’na yazılacak son cümle şu: Bu kasa hileli olabilir ama kasayı taşıyan tezgâh hâlâ yer çekimine tâbi; er ya da geç, içini dolduran adaletsizlik ağırlığıyla birlikte, dengesi bozulacak. O gün geldiğinde bugünün kayıtları, “Kim ne yaptı, kim neye ses çıkardı, kim neyi görmezden geldi?” sorularının cevabını verecek; Z Raporu, sadece bir yılın değil, bir dönemin vicdan muhasebesi olarak duvarda kalacak.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

