Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Fenerbahçe’yi kim, neden ele geçirmek istiyor?

Fenerbahçe’yi kim, neden ele geçirmek istiyor?


AV. MEHMET TAHSİN | YORUM

25 Aralık 2025 günü Türkiye spor kamuoyu, tarihin tekerrürden ibaret olduğu anlardan birine tanıklık etti. Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Sadettin Saran, “uyuşturucu madde temin etme”, “uyuşturucu kullanımını kolaylaştırma” ve “uyuşturucu kullanma” iddialarıyla ikinci defa gözaltına alındı ve dün akşam saatlerinde yurtdışına çıkış yasağıyla serbest bırakıldı.

Kamuoyunun en önemli gündem maddelerinden biri şu; Sadettin Saran bu saatten sonra Fenerbahçe’nin başkanlık koltuğunda kalabilir mi?

Mevcut durum ve Fenerbahçe Spor Kulübü Tüzüğü incelendiğinde bu ihtimal zor görünüyor. AKP rejiminin istediği de zaten bu; Saran’ın görevi bırakması… Görünen o ki yakın zamanda Fenerbahçe’yi bir olağanüstü genel kurul bekliyor.

Dün aynı saatlerde bir başka gelişme daha yaşandı. 2011 Şike Soruşturması kapsamında eski Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanvekili Lütfi Arıboğan, eski Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF) Başkanı Ahmet Gülüm, avukat İlhan Helvacı ve eski Galatasaray Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Köksal gözaltına alındı. Görevdeki Fenerbahçe Başkanı’na yönelik bu “gözdağı” operasyonu ile geçmişin günah keçilerine yönelik operasyonun aynı güne sığdırılması; yaşananların hukuki bir tesadüf değil, “tek merkezden” yönetilen ince ayarlı bir siyasi mühendislik olduğunu düşündürdü.

Klasik sözdür; futbol asla sadece futbol değildir. Hele Türkiye’de hiç değildir. Tribünler, iktidarın “tek ses” rejiminde kontrol edemediği son kaledir. Fenerbahçe başkanlık koltuğu Erdoğan ailesinin adeta ‘Kızıl Elma’sıdır. Bunu görebilmek için Bilal Erdoğan’ın 2013 yılında Fenerbahçe kongresi öncesinde babasıyla yaptığı konuşmaya bakmak gerekir.

Mart 2014’te internete düşen ses kayıtları, dönemin Başbakanı Recep T. Erdoğan ve oğlu Bilal’in Fenerbahçe Olağanüstü Genel Kurulu’na yapılan müdahalesini anlatıyordu. Kayıtlara göre, Başbakan Erdoğan, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ı devirmek için oğlu Bilal’i devreye sokuyordu. Yıldırım’ın rakibi eski TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar’ın kongreyi kazanması adına taktik veriyor, Aziz Yıldırım’a vurulması gereken noktaları not ettiriyordu.

Bu kayıtlara göre Erdoğan’ın amacı şikeyi temizlemek değil, biat etmeyen “Aziz Yıldırım Cumhuriyeti’ni” yıkıp, yerine Saray’a bağlı bir “Uydu Kulüp” kurmaktı. Bir ülkenin Başbakanı, bir futbol kulübünün delegelerini, yönetim listelerini oğluyla beraber dizayn etmeye çalışıyordu. Aziz Yıldırım kongreyi kazandığında duyulan o derin öfke ve hayal kırıklığı, telefonun öbür ucundan taşıyordu.

Biraz daha geriye gidelim, Temmuz 2011’e… Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, Şike soruşturmasında elde ettikleri bulguları içeren dosyaları alıp Başbakan Erdoğan’a sunduğunda, aldığı cevap, “Hukuk ne gerektiriyorsa yapın!” değil, fiilen “Operasyonu başlatın!” onayıydı. Bu görüşmeden sonra, polis elindeki dosyayı savcılığa teslim edip, savcılık da operasyonu başlatınca birdenbire Erdoğan çark etti. Bir gün önce “yap” dediği operasyonun uygulayıcılarını (polisleri ve savcıları) taraftarın önüne attı. Kendisi ise “Kişilerle kurumlar ayrılmalı, kişilere en ağır cezaların verilmesi gerekir” diyerek Aziz Yıldırım’ı hedef yaparken Fenerbahçe camiasına “baba şefkati” gösterdi. Yani bir nevi tetiği çektiren el, cenaze evinde taziyeye giden ilk kişi oldu.

Bugün Fenerbahçe Başkanı Sadettin Saran’ın koltuğunun hedef alınmasıyla, Lütfi Arıboğan’ın “yem” olarak öne sürülmesi arasındaki ilişkiyi anlamak için 2013’te Kısıklı’daki o telefon hattına ve 2011’de Başbakanlık ofisine giren o polis dosyasına bakmak gerekir.

İktidarın, 3 Temmuz şike soruşturması sürecini “FETÖ yaptı, biz kandırıldık!” diyerek üzerinden atması, yakın tarihin en büyük siyasi illüzyonudur. Çünkü 17-25 Aralık tapelerinde saçılan gerçekler, Fenerbahçe’ye yapılan operasyonun sadece “hukuki” değil, bizzat “siyasi” bir dizayn girişimi olduğunu kanıtlamıştır. 

Bugün yaşananlar, o günkü senaryonun güncel versiyonudur. Bu defa hedefte Aziz Yıldırım değil Sadettin Saran var. Çünkü Sadettin Saran, Saray’ın iradesine rağmen Fenerbahçe Başkanlık koltuğuna oturmuş bir isim. Yani, “Yeni Türkiye” futbol ikliminde yeri olmayan bir başkan.

Elbette Sadettin Saran’ın gönül ilişkilerinin veya şahsi günahlarının savunulacak bir tarafı yok. Saray’ın bunlardan rahatsız olması da asla söz konusu değil; çünkü Saran’ın işlediği günahlardan çok daha fazlasını yapanlar Saray’da itibar görmeye devam ediyor.

İktidarın derdi, tıpkı 2011’de, 2013’te Aziz Yıldırım’a yaptığı gibi, Fenerbahçe’nin başına istediği birini getirmek. Ve bunu yaparken de tepkisinden ürktüğü Fenerbahçe taraftarı, ayağa kalkmasın diye; aynı gün “3 Temmuz Kumpasçısı” diyerek Lütfi Arıboğan gibi birini gözaltına aldırıyor.

Bu, siyasi bir “cambaza bak” oyunudur. İktidar, bir eliyle Fenerbahçe Başkanı’nı boğarken, diğer eliyle geçmişin hesabını soruyormuş gibi yaparak taraftarın öfkesini soğutmaktadır.

Özetle, isimler değişiyor ama iktidarın, Erdoğan’ın Fenerbahçe’yi ele geçirme arzusu değişmiyor. Bu yüzden, Lütfi Arıboğan’ın soruşturmadan 14 yıl sonra gözaltına alınması adalet arayışı değil, Sadettin Saran’a yapılan operasyonun “sus payı” olarak okunmalı… 2013’te Bilal Erdoğan’la telefonda yönetim listesi yapan zihniyet, bugün bir kere daha savcılar ve emniyet üzerinden Fenerbahçe’nin seçilmiş başkanını devirmeye çalışmaktadır. Rejim bugün “kumpasla mücadele” adı altında kendi kumpaslarını kurmaktadır.

Fenerbahçe camiası şunu görmelidir: Karşılarındaki yapı, sadece 3-5 savcı veya polis değil; 15 yıldır kulübün anahtarını “Alo Baba” hattıyla Saray’a teslim etmeye çalışan, seçilmiş başkanları hazmedemeyen totaliter bir yönetim anlayışıdır.

 

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version