Bir diktatör düşerken, diğeri aynada kendini görüyor. Venezuela’nın trajedisi, Türkiye için bir uyarı olabilir. Maduro mitingde dans ediyor, Trump füze gönderiyor, Erdoğan izliyor. Karayiplerdeki bu oyunun finali, belki de İstanbul’da yazılacak!
M. NEDİM HAZAR | YORUM
Tarihin acı ironilerinden biri belki de şu: Komşunuzun kim olduğu, bazen kim olduğunuzdan daha önemli olabiliyor. Venezuela, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olmanın bir tür lanetiyle yaşarken, asıl laneti belki de Karayipler’in karşı kıyısında duran dev komşusu. ABD’ye bu kadar yakın olmak, Venezuela için talih değil, kaderin coğrafi bir cezası adeta.
Anlatacağım..
Donald Trump’ın Venezuela politikası, onun tüm dış politikası gibi: Bir an barış eli uzatıyor, ertesi gün savaş gemilerini yolluyor. Kasım ayının sonlarında Nicolas Maduro ile telefonda konuştu; raporlara göre Maduro’ya bir hafta süre vererek ülkeyi terk etmesini istedi. Maduro reddetti. Trump’ın tepkisi: Karayipler’e dünyanın en büyük uçak gemisi USS Gerald R. Ford’u göndermek ve Venezuela hava sahasını “tamamen kapalı” ilan etmek oldu.
Ama hikaye burada bitmiyor. Trump aynı zamanda Maduro ile “doğrudan konuşmayı” düşündüğünü söylüyor. Bir yandan uyuşturucu kaçakçılığı bahanesiyle teknelere füze saldırıları düzenliyor—21 ayrı operasyonda 83 kişi öldü—diğer yandan diplomatik çözüme açık olduğunu ima ediyor. Bu öngörülemezlik, Trump’ın markası haline gelmiş durumda. Ama Venezuela için, bu diplomatik vals ölümcül olabilir.
Uzmanlara göre Trump, Maduro konusunda “en şahin” isim. Marco Rubio bile onun gerisinde kalıyor. Ve Trump’ın tarihinde, “Kesinlikle yapmam!” dediği şeyleri yaptığı sayısız örnek var. Venezuela’ya askeri müdahale mi? “Asla demem ama şu an plan değil!” demiş bir yetkili mesela. Bu belirsizlik, belki de en büyük silahı Trump’un.
Aslında bu konuya merak salmamızın bizimle yakından ilgisi var. Bizim de yerli Maduro’muz var malum! Maduro’yu anlamak için Türkiye’ye bakmak gerebiliyor çünkü.
Yok şimdi söyleyeceklerimin Maduro’nun herhangi bir sıkıntılı durumda Türkiye’ye kaçmak gibi bir planının ayyuka çıkmasıyla ilgisi yok. Milyarlarca doları Türkiye’ye park etmesiyle de…
Recep Tayyip Erdoğan ve Nicolas Maduro, farklı kıtalarda, farklı ideolojilerde olsalar da, adeta aynı otoriter kitabın aynı sayfalarını okumuşlar.
Her ikisi de seçimleri kazandıkları halde, kazanmaya devam etmek için demokrasiyi tasfiye etti. Erdoğan 2014’ten sonra “otoriter” kategorisine girdi—Hugo Chavez ve Maduro’dan sonra üçüncü. Maduro da 2024’te tartışmalı bir seçimi “kazandığında,” Erdoğan onu tebrik eden nadir liderlerden biriydi. İkisi arasındaki bağ tesadüf değil: Ortak düşmanlar (Batı, emperyalizm, “içerdeki hainler”), ortak taktikler (basını susturmak, muhalefeti hapsettmek, kurumları ele geçirmek).
Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu siyasi sahneye çıkartmamak için hapishaneye attığında, mesajı açıktı: Putin, Maduro ve Lukashenko gibi, kaybedebileceği bir seçime girmeyecek. Maduro da aynı şeyi yapmış; 2024’te muhalefet lideri Maria Corina Machado’nun aday olmasını engellemişti.
Her iki lider de “halkın adamı” rolünü ustalıkla oynuyor. Maduro, Caracas’ta Trump tarzı açık hava mitinglerinde dans ediyor, halkına “köle barışı istemiyoruz” diyor. Erdoğan da benzer bir dil kullanıyor. Popülizmin gücü burada: Toplumu “Aziz milletimiz” ve “içerdeki düşmanlar” olarak böl, kendini kurtarıcı ilan et. Demokrasi, bu oyunun ilk kurbanı oluyor.
Ama bir fark var: Erdoğan ekonomik çöküşü Maduro kadar yaşamadı. Venezuela’da asgari ücret, Maduro döneminde 500 dolardan 3 dolara düştü. GSYH yüzde 70 küçüldü. Halk kilo kaybediyor, temel gıdalar için kuyruklar var. Evet, elbette Türkiye’de de ekonomik kriz var ama Venezuela’nınki, tam bir çöküş hali.
Ve şimdi Venezuela’nın Erdoğan bağlantısı başka bir rol oynayabilir: Maduro’nun muhtemel sürgün adresi. Washington Post’a göre, Maduro’nun Türkiye ile yakın bağları, onu olası bir sığınma yeri yapıyor. Erdoğan, Maduro’yu kaç kez destekledi, onun için moral konuşması yaptı. Belki de Maduro’nun sonu, İstanbul’da bir köşkte olacak. İronik değil mi? Bir diktatörün, diğer diktatörün koruması altında emekli olması.
Venezuela’nın laneti: Dünyanın en zengin yoksulu olmak
Venezuela’nın en büyük talihsizliği petrol değil. Coğrafya. Karayipler’in güney kıyısında, ABD’nin “arka bahçesinde” yer alıyor. Monroe Doktrini’nden beri, Washington bu bölgeyi kendi nüfuz alanı olarak görüyor. 1895’te İngiltere ile yaşanan sınır krizinde bile, ABD Venezuela adına müdahale etmişti ama sonuçta kendi çıkarları için.
Petrol ise laneti daha da derinleştirdi. Dünyanın en büyük rezervlerine sahip olmak, Venezuela’yı zengin yapmadı; tepedekilerin açlığı ve hırsızlığı ülkeyi petro-devlet tuzağına düşürdü. Ülke, petrol gelirlerine bağımlı hale geldi, kurumları zayıfladı, yönetim çürüdü. “Kaynak laneti” denen bu olgu, Venezuela’nın arketipi. Norveç petrolü ilk bulduğunda güçlü demokratik kurumlara sahipti; Venezuela bulduğunda henüz inşa sürecindeydi. Fark, burada sanırım.
Ama asıl ironi, ABD yakınlığı. Venezuela, ABD için her zaman stratejik oldu; hem petrol hem de göç açısından. 7 milyondan fazla Venezuelalı ülkeden kaçtı, yüz binlercesi ABD sınırına ulaşmaya çalıştı. Trump için bu bir koz. “Maduro milyonlarca insanı ülkemize gönderdi.” diyor. Rejim değişikliği, sadece uyuşturucuyla mücadele değil, göç krizini çözmek için de bir araç.
Ama burada paradoks var: ABD müdahalesi, genellikle Venezuela’yı daha da kötüleştirdi. Yaptırımlar ekonomiyi çökertti ama Maduro hala iktidarda. Şimdi Trump, daha sert yöntemlere başvuracak gibi görünüyor; füzeler, ambargoları, askeri gözdağı. Ama bu da işe yarayacak mı? Irak ve Afganistan örnekleri, “rejim değişikliği”nin ne kadar kaotik olabileceğini gösteriyor.
Venezüella Kuzey Amerika’ya bu kadar yakın olmasaydı, belki de kendi kaderine terk edilecekti. Ama ABD’nin “arka bahçesinde” olmak, sürekli müdahaleyi davet ediyor. Bu yakınlık, bir güvenlik değil, aslında ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Peki Erdoğan’ın Latino kopyasının sonu gerçekten yakın mı?
Maduro direniyor. Aralık başında Caracas’ta dev bir mitingde dans filan etti, Trump’a meydan okudu. “Biz kölelerin barışını istemiyoruz.” dedi. Ama perde arkasında, görüntüler farklı. Reuters’ın haberine göre, Trump’la yaptığı telefon görüşmesinde Maduro ayrılmaya istekli olduğunu söylemiş, elbette tüm yaptırımların kaldırılması ve ailesi için tam af karşılığında. Trump çoğu şartı reddetmiş ve sözde bir hafta süre vermiş. Bu süre Cuma günü doldu.
Şimdi Trump, kararlı görünüyor. “Kara saldırılarını başlatacağız, kara çok daha kolay.” dedi bir kabine toplantısında. ABD, 10 bin asker ve 6 bin denizcisiyle bölgede. Ama siyasi olarak bu harekât riskli. Amerikalıların yüzde 70’i Venezuela’ya askeri müdahaleye karşı çünkü. Trump’ın kendi MAGA tabanı bile ikiye bölündü, Tucker Carlson gibi izolasyonistler, “yeni savaş yok” ilkesine ihanet olarak görüyor.
Üstelik Maduro’nun gitmesi, sorunları çözmeyebilir. Venezuela çok karmaşık, çok kırılgan. Suç örgütleri, yasadışı faaliyetler, silahlı gruplar her yerde. (Titrerim bir mücrim gibi baktıkça istiklabe!) Maduro’dan sonra ne olacak? Kimse bilmiyor. Belki daha fazla kaos, belki daha fazla göç, belki bir iç savaş.
Ama Trump’ın mantığı farklı çalışıyor. O, Maduro’nun gitmesini bir zafer olarak satabilir. “Uyuşturucu kartelleriyle savaştım, göçmenleri durdurdum, diktatörü devirdim.” diyebilir. Siyasi olarak, bu cazip. Ama gerçeklik, çok daha karmaşık.
Sözün öze; Maduro’nun sonu gerçekten yakın olabilir. Ama asıl soru şu: Sonrası ne olacak? Venezuela’nın trajedisi, sadece Maduro veya Chavez değil. Coğrafyası, kaynakları, tarihi zira geçmişi bir felaket kokteyli oluşturuyor. Ve ABD yakınlığı bu kokteyli zehirliyor.
Erdoğan-Maduro karşılaştırması da çok öğretici olabiliyor esasen: Popülist otokrasiler, kısa vadede ayakta kalabiliyor ama uzun vadede toplumu çürütüyor. Türkiye ve Venezuela, farklı versiyonlarıyla aynı senaryoyu yaşıyor bu sebeple.
Ya Trump’ın öngörülemezliği? Bu, belki de en tehlikeli faktör. Yarın ne yapacağını kimse bilmiyor. Barış mı, savaş mı? Diplomasi mi, füzeler mi? Sadece Trump biliyor, belki o bile bilmiyor. Üstelik Trump’ın içindeki otoriterlik hayalleri henüz tam olarak su yüzüne çıkmış değil.
Hasılı kelam Venezuela’nın gerçek laneti, komşusu. Karayipler’in karşı kıyısındaki dev, her zaman orada. Ve Maduro gittiğinde—ki muhtemelen gidecek—bu gerçek değişmeyecek. Venezuela, ABD’nin gölgesinde yaşamaya devam edecek. Talihsizlik bu…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

