Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Büyük İfşa Çağı’nın eşiğinde

Büyük İfşa Çağı’nın eşiğinde


AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM

Geçtiğimiz cuma günü Amazon’da gösterime giren The Age of Disclosure belgeseli; ABD’nin ulusal güvenlik bürokrasisinden bilim dünyasına, siyaset kurumundan medya dünyasına kadar uzanan geniş bir alanda tam anlamıyla bir deprem etkisi yarattı. On yıllardır devlet içi söylentiler, sızıntılar ve tanıklıklar düzeyinde dolaşan UAP (Bilinmeyen Hava Fenomeni) dosyası, ilk kez böylesine üst düzey bir insan kaynağı tarafından bu ölçekte doğrulandı, detaylandırıldı ve kamuoyuna açık şekilde konuşuldu.

Belgeselin en çarpıcı yönü, UAP fenomeni hakkında konuşan kişilerin ABD devletinin en kritik kurumlarını yöneten insanlar olmasıydı. Aralarında eski bakanlar, istihbarat direktörleri, senatörler, Pentagon yetkilileri, Donanma ve Hava Kuvvetleri komutanları, NASA danışmanları ve kuantum fizikçileri bulunuyordu. Bu yapı, belgeseli ABD tarihinde benzeri olmayan bir şeffaflık gerçeğiyle yüzleştirdi.

Özellikle de Marco Rubio gibi ABD’de Dışişleri Bakanı düzeyinde yetki alanına sahip, Senato İstihbarat Komitesi’nin en etkili figürlerinden biri kamera karşısına geçip UAP fenomenini “ulusal güvenlik açısından varoluşsal bir mesele” olarak nitelemesi ve bu fenomenin bazı dev savunma şirketlerinin güdümüne girmesinden duyduğu kaygıları ifade etmesi, Washington’da kırılma anı olarak değerlendirildi. Rubio’nun: “Hükümet içinde geçmişten beri devam eden ve Kongre denetimi dışında çalışan UAP programları var.” şeklindeki ifadesi, ABD medyasında “75 yıllık sessizlik duvarının çöküşü” olarak yorumlandı. Şimdi, yazının başlığında da okuduğunuz tartışmaya girmeden önce, belgeselde konuşan isimleri teker teker inceleyelim:

Mario Woods, Bob Jacobs, Chaz King, Terry Lovelace, Bob Salas, Jeffrey Nuccetelli gibi emekli askerlerin tanıklıkları ise ayrıca önemli. Zira hepsi nükleer tesis, füze kontrol merkezleri, nükleer depolama alanları veya kritik güvenlik bölgelerinde görev yapan askerî personel. Tanıklıklarının ortak özelliği ise ilginç: UAP’lerin sistematik şekilde ABD nükleer altyapısıyla etkileşime girdiğini söylemeleri. Bu, Pentagon’un 2024–2025 raporlarında “stratejik seviyede anomali” olarak tanımlanan konuyla birebir örtüşüyor.

ABD Basınının Tepkisi: “Amerika Post-İfşa Çağına Girdi”

Belgeselin yayımlanmasından sonraki 72 saat içinde Amerikan medyasında üç ana eksende geniş kapsamlı tartışmalar ortaya çıktı: Washington Post, CNN ve New York Times, Rubio’nun açıklamalarını “ABD devletinin resmî pozisyon değişikliği” olarak yorumladı. CNN haberi manşetten şu şekilde verdi: “Rubio’nun açıklaması, Pentagon’un 75 yıllık inkâr döneminin sonu olabilir.”

Scientific American ve Wired, belgeselde Hal Puthoff ve Eric Davis gibi fizikçilerin açıklamalarını “egzotik teknoloji çalışmalarının akademik alana taşınması” olarak değerlendirirken; Politico ve The Hill, belgeselde hem Cumhuriyetçi hem Demokrat senatörlerin yer almasını, UAP meselesinin artık partiler üstü bir ulusal güvenlik konusu hâline geldiği şeklinde yorumladı.

Bu tabloya bakıldığında The Age of Disclosure belgeseli, ABD’nin yalnızca UAP fenomenine bakışını değil, devlet–bilgi–kamuoyu ilişkisini de kökten dönüştürmeye başlamış.

Belgesel, ortaya koyduğu kozmolojik tablo nedeniyle de insanlık düşüncesinin temel yapı taşlarını yeniden değerlendirmeye zorlayan bir içeriğe sahip. Bu konu ile ilgili tartışmanın bugün bu kadar gecikmesinin en önemli nedenlerinden biri hiç kuşkusuz ABD hükümetinin 1947’den itibaren sistemli biçimde inşa ettiği bilinçli bir marjinalleştirme kampanyasıydı. Bu kampanya, bilim dünyasının ve medyanın UAP konusunu “irrasyonel,” “akademik değeri olmayan” ve “kariyer riski taşıyan” bir alan olarak çerçevelemesine yol açtı. Belgeselde konuşan birçok pilot, istihbarat görevlisi ve fizikçi, ABD devletinin bu konuyu rasyonel araştırma alanının dışına itmek için uzun yıllar boyunca çok çeşitli ve sistemik psikolojik operasyonlar yürüttüğünü bizzat ifade ediyor. Bu durum tam da Michel Foucault’nun “iktidar–bilgi” teorisinin klasik bir örneği.

Belgesel, izleyiciyi dört temel iddia etrafında şekillenen kapsamlı bir anlatıyla karşı karşıya bırakıyor:

  1. Birincisi, dünya dışı zeki yaşam formlarının Dünya’yı uzun süredir ziyaret ettiği düşüncesi, tanıklıklar ve askerî sensör verileri üzerinden temellendiriliyor. Pilotlar, radar operatörleri ve istihbarat personeli tarafından aktarılan çoklu algı kayıtları, bu iddianın tutarlılığını destekleyen bir bütünlük oluşturuyor.
  2. İkincisi, yalnızca ABD’nin değil, Rusya ve Çin’in de bu fenomenle ilişkili olduğu ileri sürülen materyaller üzerinde tersine mühendislik çalışmaları yürüttüğü belirtiliyor. Devlet aktörleri, rekabetçi güvenlik ortamında benzer araştırma hatlarına yönelerek bu nesneleri stratejik avantaj üretme kapasitesi üzerinden değerlendiriyor.
  3. Üçüncüsü, araçların işleyişinin “zero-point energy” olarak adlandırılan ve kuantum vakumuna ilişkin enerji dalgalanmalarını manipüle etmeye dayanan bir teknolojiye yaslandığı iddia ediliyor. Araçların, çevrelerinde lokalize bir alan oluşturarak uzay-zaman geometrisini yeniden düzenlediği; böylece klasik kütleçekim etkilerinden bağımsız, süreksiz ivmelere sahip manevralar gerçekleştirdiği ifade ediliyor. Bu mekanizma, aracın içindeki operatör için zaman akışının Dünya referansına göre farklılaştığı bir duruma işaret ediyor.
  4. Dördüncüsü, söz konusu araştırma ve mühendislik faaliyetlerinin yaklaşık 80 yıldır yüksek dereceli bir gizlilik rejimi içinde kurumsallaştığı belirtiliyor. Programın başlangıçta CIA ve ABD Hava Kuvvetleri’nin koordinasyonuyla yürüdüğü; zaman içinde büyük savunma sanayii şirketlerinin de sürecin yapısal bileşenleri hâline geldiği vurgulanıyor. Bu durum, devlet kurumları ile özel sektör arasında karmaşık bir bilgi dolaşımı ve çıkar uyumu ilişkisi oluşturuyor.

Bu noktadan itibaren devreye giren konu şudur: İfşa Çağı, Aydınlanma felsefesinin temel kabullerini tehdit etmektedir. Zira Aydınlanma sonrası Batı felsefesi, insan aklını, bilincini ve tarihini evrenin ontolojik ve epistemik merkezine yerleştiren güçlü bir insan merkezci gelenek üzerine kurulu.

Heidegger bile Sein und Zeit’de (Varlık ve Zaman) ontolojiyi radikal biçimde yeniden kurmaya çalışırken çok temel bir varsayımı hiç sorgulamamıştır: Varlık sorusu yalnızca insana özgü bir faaliyettir. Öyle ki, kıta felsefesi, bu ağır içe kapanma dolayısıyla dışarıya, “dış-kozmos”a bir türlü çıkamamıştır.

Oysa İslam düşüncesi kavramsal yapısını hep geniş tutmuş; “Âlemler” (Rabbu’l-âlemîn), “semâvât,” “zîşuur mahlûkat,” “melekut” gibi kavramları somut kozmik bağlamda yeniden okuma fırsatı sunmuştur. Farabî’nin akıl hiyerarşisi, İbn Rüşd’ün kozmik nedenselliği, İbn Arabî’nin âlemler çokluğu, Bediüzzaman Said Nursî’nin esmâ-kâinat okumaları kozmik uygarlıklar teorisine hep açık kalmıştır. Nitekim benzer bir geniş ufuk, diğer tek tanrılı dinlerin kozmolojilerinde de görülüyor.

Kur’an’ın kozmolojisi, evreni geniş, dinamik, çok canlı ve çoklu âlemlerden oluşan bir bütünlük olarak resmeden bir çerçeve sunmuştur ve dünya dışı yaşamın keşfi İfşa Çağı’nda gündeme gelen bilgiler bu çerçeveyi üç temel açıdan “tasdik” eder mahiyettedir: Kur’an’ın evren tasavvuru, Kur’an’ın canlılık ve bilinç çeşitliliği yaklaşımı, Kur’an’ın vahyin kozmik adresi anlayışı.

Allah, Kur’an’ın açılışında, Fatiha suresinde, zatını “Rabbu’l-Alemîn” (Fâtiha 1:2)—yani “âlemlerin Rabbi”—olarak tanımlar. “Göklerde ve yerde dilediği canlıları yaymıştır.” (Şûrâ 42:29). “O, âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indirdi.” (Furkan 25:1).

İslam düşüncesi, evreni başından beri çoklu bilinç ve çoklu varlık türlerinin bulunduğu açık bir varlık alanı olarak tanımladığı için, dünya dışı uygarlıkların keşfi sadece var olan teorik çerçevenin genişlemesi olacaktır. İslam düşüncesi için sorun ontolojik değil; daha çok yorumbilimsel olacaktır. “Âlemler,” “akıllar,” “melekler,” “cinler,” “yecüc-mecüc,” “Zülkarneyn” gibi kavramlar, çoklu zekâ ve çoklu uygarlık kategorisini teorik olarak yeniden ele alabilecek genişliktedir.

Belgeseli izlemenizi hararetle tavsiye ederim.

 

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version