DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM
1876 yılında Avrethisar kazasında bir Bulgar kızın, âşık olduğu Müslüman gençle evlenmek için Müslüman olmasından sonra Selanik’e gelmesi büyük olayların başlangıcı oldu. Olaya müdahale etmek isteyen Alman ve Fransız konsolosların katledilmesi, olayı bir Avrupa sorununa dönüştürdü.
Osmanlı yönetimi ise yaşananlar karşısında çok çaresiz kalacak ve Avrupa devletlerinin öfkesini yatıştıracak bir politika izleyecektir. Buna rağmen bir yıl sonra başlayacak 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Avrupa devletlerinin desteğinden mahrum kalacaktır.
KOZMOPOLİT ŞEHİR SELANİK
1876 yılı Osmanlı tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. 1875’te bir vergi meselesinden dolayı başlayan Bosna isyanı genişlemiş, isyancı Bulgarlarla yapılan mücadelede Batak Olayı’nda öldürülen Bulgarlar meselesi Osmanlı Devleti aleyhinde Avrupa’da yoğun bir propagandaya zemin hazırlamıştı.
İşte bu sırada yaşanan Selanik vakası, Osmanlı Devleti’nin itibarını yerle bir etmiştir. Aynı yıl; Abdülaziz bir askeri darbe ile tahttan indirilmiş, yerine geçen V. Murat’ın hükümdarlığı sadece doksan üç gün sürmüş ve tahtın yeni sahibi II. Abdülhamid olmuştur.
Olayın yaşandığı Selanik, 1864 tarihli Vilayet Nizamnamesi ile Selanik merkez, Tırhala, Siroz ve Drama sancaklarının bağlı olduğu bir vilayet merkezi olmuştu. XIX. yüzyılın sonlarında Selanik vilayetinin genel nüfusu 1.043.715 idi.
Bu nüfusun 456.227’si Müslüman, 295.660’ı Rum, 237.396’sı Bulgar ve 37.174’ü Yahudilerden oluşmaktaydı. Türkler en fazla Drama ve Siroz sancaklarında yaşamaktaydı. Selanik merkezde ise 24.528 Müslüman, 11.706 Rum, 1.111 Bulgar ve 39.495 Yahudi bulunmaktaydı. Şehrin toplam nüfusu 78.202 idi. Bu yönüyle Selanik, dönemin büyük şehirleri içinde düşük bir Müslüman nüfusa sahip olmasıyla dikkat çekiyordu.
Selanik bir liman şehri olması sayesinde her zaman ticaret yönüyle öne çıkan bir Osmanlı şehri olmuştu. XIX. Yüzyıl sonlarında demiryolunun da ulaşması, şehrin ekonomik yönden daha da gelişmesini sağlamıştır.
Selanik’in diğer önemli yönü ise ciddi bir yabancı nüfusa sahip olmasıydı. Yabancı devletlerin tebaası olan ve sayıları beş bini geçen tüccarlar şehirde aktif bir konumdaydı. Bunların bir kısmı Osmanlı tebaası olmalarına rağmen büyük devletlerin nüfuzundan yararlanabilmek için bu devletlerin vatandaşlığına girmişlerdi.
Selanik’te bulunan Alman konsolosu Henry Abbott Alman olmadığı gibi ABD konsolosu da Osmanlı tebaası bir Rum iken Rus vatandaşlığına geçen Hacı Lazzaro idi. Levanten bir aile olan Abbottlar Selanik’te zengin bir tüccar ailesi olup iki konsolos bu aileye mensuptu.
Diğer taraftan konsolosluklar daha 1876’nın ocak ayında Müslümanların Selanik’te Gayrimüslim halka karşı kötü niyetler beslediklerine, yangın çıkarmak ve Hıristiyanları kesmek gibi planlar yaptıklarına dair haber aldıklarını belirtiyorlardı.
BULGAR KIZIN İHTİDASI
Hadisenin yaşanmasına neden olan Bulgar kızı Stephana, Selanik şehir merkezine yetmiş kilometre uzaklıktaki Boğdansa (Bogdantza) adlı bir kasabada yaşıyordu. Bugün Kuzey Makedonya sınırları içinde yer alan bu kasaba, günümüzde Yunanistan’da yer alan ve adı “Κιλκις-Kilkis” olan Avrethisar kazasına bağlıydı. Kaza nüfusunun çoğunluğunu Bulgarlar oluşturmakta ve az sayıda Müslüman da yaşamaktaydı.
Bulgar kız olay esnasında 17-18 yaşlarında idi. Babası Stello’yu sekiz on yıl önce kaybeden genç kız, annesi Maria ile yaşamaktaydı. Onun âşık olduğu Mustafa adlı genç ise Mehmet Ağa adlı birinin yanında bekçilik yapmaktaydı.
Olay sonrasındaki konsolosluk yazışmaları ve gazete haberlerine göre genç kız, ferace giymiş ve yaşmak takmış olarak 5 Mayıs 1876 günü trenle Selanik’e doğru yola çıkmıştır. Amacı burada resmen Müslüman olduktan sonra daha önce anlaştığı gençle evlenebilmektir. Bunu haber alan Amerikan Konsolosluğundan iki kişi ve yüz elli kadar Bulgar ve Rum, istasyonda toplanarak trenin gelmesini beklemeye başlamışlardır.
Burada şunu belirtmekte fayda var. Stephana’nın hikâyesi farklı kaynaklarda değişik şekillerde aktarılmaktadır. Bir anlatıma göre; Bulgar kızın annesi trenin istasyona yaklaştığı sırada yardım talebinde bulunmuş ve genç kız, istasyonda bekleyen Amerikan konsolosunun arabasıyla kaçırılmıştır.
Buna karşılık o sırada Selanik valisi olan Mehmed Refet Paşa sadarete gönderdiği telgrafta; genç kızın jandarmalardan yardım istediğini ve jandarmalar tarafından Hükümet Konağı’na doğru götürülürken ferace ve yaşmağının yırtılarak zorla alınıp Amerikan Konsolosluğunda alıkonulduğunu belirtmektedir. Ancak olaya şahit olan Müslüman halk genç kızı kurtaramamıştır.
Konsolosların gönderdiği telgraflara göre genç kız, Müslüman olması için hiçbir baskıya maruz kalmadığını ve “Ayşe” adını aldığını belirterek Hıristiyanlığa dönmesi için yapılan teklifi reddetmiştir. Mahkeme sürecinde anne, çelişkili ifadeler verecek ve kızının yaşını küçük göstermeye çalışacaktır.
İngiliz konsolosluğu yazışmalarında kızın yaşı on sekiz ve üzeri gösterilmektedir. Yaş konusundaki polemiğin nedeni, tahmin edilebileceği gibi reşit olmayan bir kızın baskıyla Müslüman olduğunun kanıtlanmak istenmesidir.
Mahkeme sürecinde yaşanan diğer tartışma ise kızın kaybolduğu tarihle ilgilidir. Bir iddiaya göre Stephana, 21 Nisan tarihinde evinden ayrılmış ve köyde bir daha görülmemişti. Anne ise kızının Müslüman komşuları tarafından saklandığını ve Selanik’e götürüldüğünü belirtmiştir.
Tereddütlü noktalardan birisi de genç kızın köyünden uzak Karasu istasyonundan Selanik trenine binmesi ve annesinin de trende olmasıdır. Trende bulunan bir diğer kişi de yukarıda bahsettiğimiz Abbottlardan George Abbott’tur.
Genç kızın bindirildiği araba, Amerikan Konsolosluğu’na ait olduğundan polisler müdahale edememiş ve Stephana, Amerikan Konsolosluğu’na götürülmüştür. Konsolos Lazzaro’nun ifadesine göre Konsoloslukta sadece kızın annesi değil amcası da gecelemiştir.
KONSOLOSLAR CAMİDE
Stephana’nın kaçırılışının ertesi günü sayıları birkaç yüzü bulan Müslüman kalabalık, vali konağının önünde toplanarak genç kızın geri getirilmesini talep ettiler. Vali Mehmet Refet Paşa’nın kızın teslim edileceğine dair sözüne rağmen kalabalık, konağın yakınındaki Selimpaşa Camii olarak da bilinen Saatli Cami’ye geldi.
Felaketin yaşanmasına neden olan gelişme işte bu sırada yaşandı. Alman ve Fransız konsolosları önce vali konağına sonra da camiye geldiler. Muhtemelen amaçları, olayların daha da büyümesini önlemekti. Bunun üzerine vali, kaleden ve firkateynden asker gönderilmesini istediyse de bu talep yerine getirilmedi.
Vali Refet Paşa camide Alman ve Fransız konsoloslarıyla görüşerek onlardan kızın serbest kalması için ABD Konsolosu Lazzaro’ya baskı yapmalarını istedi. Fransız Konsolos bu teklifi reddetti, Alman konsolos ise Lazzaro’ya verilmek üzere bir belge düzenledi. Belgede; kendisinin ve Fransa konsolosunun Müslüman halk tarafından tutulduğu, kızın bulunarak teslim edilmesini aksi taktirde kötü şeyler yaşanabileceğini yazıyordu.
Lazzaro’nun kızı teslim etmemesi üzerine, Alman konsolosun kardeşi devreye girerek kızı, sonradan götürüldüğü Avusturya fahri konsolosu Rum’un evinden alarak İngiltere konsolosluğu kavası Hüseyin Ağa’ya teslim etti. Ancak artık çok geçti.
Bütün nasihatlere rağmen yatışmayan halk, Alman ve Fransız konsoloslarını öldürdüler. Kız da valiliğe teslim edilse de kargaşa uzun bir süre devam etti. Bu stresli ortamda özellikle İngiltere konsolosu, genç kızın teslimi için büyük gayret göstermiş ancak felaketin önüne geçememişti.
Polis müdürü de müdahalede yetersiz kalmıştı. Her ne kadar saldırı ihtimaline karşı Levanten mahallesine bile kuvvet gönderse de aldığı tedbirler, iki konsolosun öldürülmesini engelleyememişti.
Firkateynden yardım gelmemiş, Kale Komutanı yerinde olmadığından yardım talebi ulaşmamıştı. Vali camiye kadar gelip duruma müdahale etmek istemişse de iki konsolos camiden çıkmak istediklerinde sayıları iyice artan öfkeli kalabalığın hışmına uğramıştı.
Konsolosluk ve mahkeme kayıtlarına göre; camide Alman ve Fransız konsolosun bulunduğu odanın demir korkulukları söküldü. Dört subay, yirmi kadar asker, vali ve polis müdürüne rağmen iki konsolosu alan kalabalık, bir öfke patlamasıyla Henry Abbott ve Jules Moulin’i demir çubuklarla döverek öldürdü.
Kalabalık daha sonra kısa sürede dağıldı. Bulgar kız ise Vali’ye teslim edildiyse de olan olmuş, iki konsolos katledilmişti. Kız bundan sonra valinin evinde misafir edilecektir. Öldürülen konsolosların cesetlerini almaya gidenlerin ifadelerine göre, maktuller tanınmayacak haldeydi. İlginç olansa, akşam ezanı sonrası şehrin sanki hiçbir şey olmamış gibi yine normal hayatına devam etmesiydi.
Stephana’nın İslamiyet’i zorla kabul etmediği hatta Selanik’te kendisine yeniden Hıristiyan olması için yapılan teklifi de reddettiği anlaşılmaktadır. Vali ve diğer konsoloslar olayı bu şekilde açıklasalar da Amerikan konsolosu Lazzaro, Bulgar kızın yardım talep ettiğini ve kızı evinde saklamadığını belirtmiştir.
ULUSLARARASI KRİZ
İki konsolosun bu şekilde katledilmeleri büyük bir skandala yol açtı. Vali Mehmed Refet Paşa gönderdiği telgrafla hemen İstanbul’u bilgilendirdi. Olay, birkaç gün içinde birçok Avrupa ve Amerika gazetesinde “sansasyonel” ve “masalsı” anlatımlarla bir “Müslüman-Hıristiyan çatışması” şeklinde yer aldı.
Zaten bir sürü problemle uğraşan İstanbul için artık baş etmek zorunda olduğu bir de uluslararası kriz vardı. 6 Ekim 1875’te “Ramazan Kararnamesi” ile borç faizlerinin yarısının ödeneceği, yarısının ise tahville ödeneceği ilan edilmiş, 1876 Nisan’ında ise dış borçların ana para ve faizlerinin ödemesi tamamen durdurulmuştu. Daha açık bir ifadeyle Osmanlı Devleti mali iflasını açıklamıştı.
Ekonomik olarak yaşanan bu krizin yanında Osmanlı Rumeli’sinde Bosna-Hersek ve Bulgar isyanları devam etmekteydi. Bütün bunlara İstanbul’da 10-12 Mayıs’ta yani Selanik Vakasından birkaç gün sonra çıkan “softa isyanı (talebe-i ulûm isyanı)” eklendi ve Sadrazam Mahmut Nedim Paşa azledilerek yerine Mütercim Mehmed Rüşdü Paşa sadrazam oldu.
Olay sonrasında Düvel-i Muazzama’nın elçileri kısa zamanda başkentlerini Selanik vakasından haberdar ettiler. Özellikle Rus büyükelçisi Ignatiyev’in öncülüğü ile olay büyük bir krize dönüştürüldü ve Osmanlı Hariciye Nazırı’nın da katıldığı toplantıda Osmanlı hükümetine olayın soruşturulması ve suçluların cezalandırılması için “sekiz gün” verildi. Bu süreçte konsolosları öldürülen Almanya ve Fransa birlikte hareket ettiler. Selanik Vakası, Avrupa basınında Osmanlı Devleti aleyhindeki olumsuz atmosferin daha da artmasına yol açtı.
Hükümetin ilk icraatı vali değişikliği oldu ve Refet Paşa’nın yerine Eşref Paşa vali tayin edildi. Bu arada güvenlik önlemi olarak bir zırhlı Selanik’e gönderildi. Avrupalı devletler de elçilerin isteği üzerine limana donanma göndermeye karar verdiler. Kısa sürede İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, Avusturya ve Yunanistan gemileri Selanik’e geldiler. Bu gelişme, İstanbul’un Avrupa’da nasıl yalnız kaldığının önemli bir göstergesiydi.
İDAMLAR VE TAZMİNAT
Olayla ilgili en sağlıklı değerlendirmelerden birisi dönemin İngiltere büyükelçisi Henry Elliot tarafından yapılmıştı. Elliot raporunda açıkça Amerikan konsolosu Lazzaro’nun provakatif yaklaşımına dikkat çekmekte ve Müslüman halkın fanatizmini tetikleyecek şekilde davrandığını belirtmektedir.
Selanik Vakası sonrasında elli dört kişi tutuklandı ve Avrupalı devletlerin isteği doğrultusunda yargılama hızlı bir şekilde sonuçlandı. Mahkeme, on iki kişi hakkında idam, üç kişi için ömür boyu hapis cezası verirken on yedi kişiye de farklı cezalar verdi.
Bunlardan Çerkez Yaver Ali Efendi’nin kölesi, Hamal Arap Merdcan, Hüsnü Efendi, Boşnak İbrahim, Amiş Ferhad, Kasaphane bekçisi Uzun Süleyman idam edilirken diğer altı idam hükümlüsünün cezası konsolosları öldürülen Almanya ve Fransa’nın da onayıyla padişah tarafından sürgüne çevrildi.
Olay sonrasında altı kişinin idamına meşhur Fransız gazeteci Pierre Loti de şahit olmuş ve günlüğünde bahsetmiştir. Ayrıca Ömer Seyfeddin de “Türbe” adlı hikayesinin girişinde Selanik’teki bu idamlardan şöyle söz etmektedir:
‘Hem o gün ne uğursuz bir gündü. Konsolosları öldürdükleri için birkaç Müslüman asılıyordu. Birçok toplu, direkli gâvur vapurları limanı doldurmuştu. Zavallı asılanların ipek kuşakları çözülüyor, biraz çırpındıktan sonra uyur gibi başlarını büküyorlardı. Ayaklarının uçları kumlara dokunuyordu. Karmakarışık bir Yahudi, bir Rum kalabalığının arasında, babası onu kollarına tutmuş, yukarı kaldırarak bu soğuk manzaraları göstermişti. Günlerce boyunları iplerde takılı rüzgârla sallanan bu iriyarı, başı kabak Müslümanların göğüslerindeki beyaz kâğıdın hayali zihninden çıkmamış, birçok geceler rüyasına girmiş, onu ağlatarak uyandırmıştı. Haftalar, aylar, yıllar geçti. İşte hâlâ unutamamıştı. Ne vakit deniz lafı olsa o asılanlar gözünün önüne gelirdi”.
İdamlara rağmen konsolosları öldürülen devletlerin mahkeme sonucundan tatmin olmadıkları özellikle olayın tam olarak aydınlanmamasından rahatsızlık duydukları anlaşılmaktadır. İdamların infazından üç gün sonra da öldürülen konsolosların cenaze merasimleri yapılmış ve Fransa konsolosunun naaşı Fransa’ya gönderilirken Alman konsolos Selanik’te defnedildi.
Konsolosları öldürülen devletlerin baskılarıyla başta vali olmak üzere olayla ilgili memurların yargılanması için “Divan-ı Harp” oluşturuldu. Bu baskılara rağmen askeri mahkeme, polis şefine bir yıl, garnizon komutanı ve firkateyn komutanına da bir buçuk ay hapis, valiye de bir hafta hapis cezası verdi. Almanya ve Fransa bu kararlardan memnun olmayınca bu sefer İstanbul’da bir üst mahkeme kurularak polis şefine on beş yıl, gemi komutanına on yıl, garnizon komutanına üç yıl, valiye de bir yıl hapis cezası verildi.
Osmanlı Hükümeti bununla da yetinmeyip iki konsolosun ailesine toplam 900.000 Frank tazminat ödemeyi ve ilgili devletlerin talebi doğrultusunda eski Vali Refet Paşa’ya bir daha memuriyet vermemeyi de kabul etti. Avrupalı devletler de ancak bu kararlar sonrasında gemilerini Selanik’ten geri çektiler.
Sonuçta bir aşk ve hidayet hikayesiyle başlayan gelişmeler, Stephana’nın kaçırılması sonrasında iki konsolosun halk tarafından katledilmesiyle bir Avrupa krizine dönüştü. Gerek Balkanlardaki isyanlar gerekse İstanbul’daki ekonomik ve siyasi ortam nedeniyle ciddi prestij kaybeden Osmanlı Devleti de olayı aydınlatmak yerine hızlı bir yargılama sürecinin sonunda verilen idam kararlarıyla sorunu çözmeye çalıştı.
Buna karşılık Bulgar kızı kaçırarak olayın bu noktaya gelmesine yol açan Lazzaro yargı önüne bile çıkarılamadığı gibi olayın büyümesinde etkili olan diğer şahıslar da yargılanmamıştır. Bu durum Osmanlı Devleti’nin 1876 yılında içinde bulunduğu acizliğin hangi boyutlarda olduğunu göstermektedir.
Kaynaklar: Tepekaya, M. (2013), “Selanik Vilayeti Almanya ve Fransa Konsoloslarının Öldürülmesi Olayı”, Belleten, s. 1031.1070; Demir, K (2024), 1876 Selanik Hadisesinde Diplomatik Baskılar, Toplumsal Tahrikler ve Tepkiler, MSÜ SBE Yüksel Lisans Tezi, İstanbul; Ömer Seyfeddin (2009), Bütün Hikayeleri 3, İstanbul, Üç Harf; Aydın, M (2005), “Sir Henry G. Elliot’ın İstanbul Büyükelçiliği Dönemindeki Bazı Olaylara Bakışı”, OTAM; S. 18, s. 21.49.
Anahtar Kelimeler: Selanik Vakası, Abdülaziz, Almanya, Fransa.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

