ADEM YAVUZ ARSLAN | ANALİZ
ABD siyasetini ve Washington DC gündemini yakından takip edenler hatırlayacaktır. Başkan Trump’ın ilk başkanlık dönemi için Beyaz Saray’a sık sık “Survivor Adası” benzetmesi yapılmıştı. Çünkü Beyaz Saray neredeyse her gün bir krizle, bir polemikle gündeme geliyordu. Başkanın yakın çevresindeki isimler birer birer görevden alınıyor, sürpriz ayrılıklar yaşanıyordu.
ABD medyası “Beyaz Saray Survivor” analizleri yapıyor, sıradaki “kurbanın” kim olacağını tahmin etmeye çalışıyordu. Trump dönemi ne kadar çalkantılıysa, Biden dönemi de aksine o kadar sakin hatta sıkıcı geçti. Trump Washington’u Joe Biden’a bırakıp Florida’ya döndüğünde, siyasi yolculuğunun sona erdiği düşünülüyordu. Ancak dönüşü muhteşem oldu. Siyasi analistlere göre bu “efsanevi geri dönüşün” mimarı Susie Wiles’tı.
Trump’ın kampanyasını yöneten Wiles, Beyaz Saray’ın kapılarını Trump’a yeniden açan isim oldu. Bu başarının ardından Beyaz Saray’ın ilk kadın Özel Kalem Müdürü olarak göreve başladı. Trump, Wiles’i tanıtırken şu ifadeleri kullanmıştı: “Susie sert, akıllı, yenilikçi ve herkes tarafından saygı duyulan biri.”
Washington kulislerinde ise Wiles’in en çok öne çıkan özelliği “soğukkanlılığıydı.”
Ancak Susie Wiles büyük bir sürpriz yaptı. Soğukkanlılığıyla tanınan bir özel kalem müdüründen beklenmeyecek ölçüde açık bir röportaj verdi. Vanity Fair’e konuştu ve Washington’u adeta karıştırdı.
Her başkentte olduğu gibi Washington’da da siyaset çoğunlukla kapalı kapılar ardında yapılır. Gerçek güç ilişkileri, kişisel çatışmalar ve karar alma süreçleri nadiren kamuoyuna yansır. Bu yüzden Wiles’in röportajı sıradan bir “profil yazısı” olmaktan çok uzak. Trump’ın ikinci döneminin henüz başında, Beyaz Saray’ın iç işleyişine dair perde aralandı.
Peki o perdeden ne göründü? Beyaz Saray’da neler oluyormuş?
Röportaj neden önemli?
Susie Wiles, Trump’ın en güvendiği isimlerden biri. Kampanyayı yöneten, ikinci dönemin kadrolarını şekillendiren, Oval Ofis’e kimin girip kimin çıkacağını belirleyen kişi. Yani sistemin tam merkezinde duran bir aktör.
Bu nedenle röportaj, Beyaz Saray’daki güç ilişkilerini adeta bir “karakter dosyası” gibi ortaya koyuyor. Wiles ima etmiyor. İsim isim konuşuyor.
En çarpıcı çıkış ise Trump’a dair kullandığı ifade: “Alkolik kişilik.”
Gerçi Trump alkol kullanmıyor ama Wiles’e göre bağımlılık davranışları sergiliyor; Kontrol ihtiyacı yüksek, kendini sınırsız yetkili görüyor. Yalnız bunu bir hakaret ya da eleştiri olarak yapmıyor; bir teşhis olarak yapıyor. Bir başka ifadeyle Trump’ın yoğurt yeme şeklini tarif ediyor. Röportajın asıl dikkat çekici yönü Trump’ın karar alma biçimi. Wiles, göç politikaları, tarifeler, aflar ve dış politika konusunda defalarca uyarıda bulunduğunu söylüyor.
Ancak çoğu zaman sonuç değişmiyor. Trump geri adım atmıyor. Mesaj net: Beyaz Saray’da güç dengesi kurumsal mekanizmalarla değil, tek bir kişinin sezgileriyle işliyor.
Donald Trump: “Her şeyi yapabileceğine inanan lider”
Wiles’e göre Trump sınır tanımıyor. Kendi sezgilerini kurumsal aklın önüne koyuyor. “Hukuk”, “gelenek” ve “etik” ikinci planda kalıyor. Trump’ın cevabı çoğu zaman aynı: “Ben bilirim.”
Bu da Beyaz Saray’daki temel sorunu gösteriyor: Kararlar kolektif değil kişisel alınıyor. Bu yönüyle ilk dönemine paralellik var denebilir. Wiles ayrıca Epstein dosyalarını okuduğunu ve Trump’ın adının o belgelerde bolca geçtiğini kabul ediyor. Bir diğer kritik değerlendirme ise ‘Trump’ın düşmanları’na dair. Wiles’e göre Trump intikam almak istiyor ve “fırsat bulduğunda bunu değerlendirecek.”
JD Vance: Sadakat mi, fırsatçılık mı?
Röportajın dikkat çeken bölümlerinden biri de Başkan Yardımcısı JD Vance’e dair yorumlar. Wiles, Vance’in geçmişte Trump’a sert şekilde karşı çıktığını hatırlatıyor. Bugünkü pozisyonunu ise “pragmatik bir dönüş” olarak okuyor.
Satır aralarındaki mesaj açık: Bu bir ideolojik dönüş değil. Gücün yönünü görüp pozisyon alma hali. Bu da Trump’ın yeni kadrolarının ortak özelliğini özetliyor: İlkeler değil, merkeze yakınlık belirleyici. Vance’nin komplo teorilerine yatkınlığı da önemli ayrıntılardan birisi.
Elon Musk: Devlet deney alanı
Wiles’in en rahatsız olduğu isimlerden biri Elon Musk. Musk’ın “devlet verimliliği” iddiasıyla kamu kurumlarına nüfuz etmesini açık bir risk olarak görüyor. Wiles’e göre Musk, kurumsal sorumluluk taşımıyor ama kamusal etki gücü çok yüksek ve neredeyse hiç denetlenmiyor.
İma net: Devlet, bir teknoloji milyarderinin deney alanına dönüşüyor. Bu, Amerikan bürokrasisi için bile alışılmadık bir tablo. Elon Musk’ı “açıkça ketamin kullanan biri”, “tuhaf, çok tuhaf bir tip” olarak tanımlayan Wiles, Musk’ın eylemlerinin çoğu zaman “mantıklı” olmadığını ve kendisini “dehşete düşürdüğünü” söylüyor.
Pam Bondi ve Epstein Dosyası
Wiles, Adalet Bakanlığı’nı ve Pam Bondi’yi de eleştiriyor. Jeffrey Epstein dosyasının şeffaf yönetilmediğini söylüyor: “Önce içi boş dosyaları verdi. Sonra da tanık listesinin veya müvekkil listesinin masasında olduğunu iddia etti. Müvekkil listesi yok ve kesinlikle masasında da değildi.”
Bu eleştiri muhalefet adına değil. Yönetimin kendi iç tutarlılığı adına. Yani sorun dışarıdan gelen baskı değil. İçerideki rahatsızlık.
Röportajın en sembolik sahnelerinden biri şu: Wiles, Trump konuşurken Oval Ofis’ten çıkıyor. Trump soruyor: “Acil mi?”
Cevap kısa ve net: “Evet. Ama sizinle ilgili değil.”
Washington kulislerinde bu sahne şöyle yorumlandı: Trump konuşurken bile kontrolün tamamen kendisinde olmadığı nadir anlardan biri.
Survivor yeniden mi?
Röportaj yayımlanır yayımlanmaz ilk refleks tanıdıktı. Trump cephesi konuyu önemsizleştirdi. Beyaz Saray, Vanity Fair’i “yanlı” olmakla suçladı. İçerik tartışılmadı. Niyet sorgulandı. Daha dikkat çekici olan ise Wiles’in geri adım sinyalleriydi. Hemen “Yanlış aktarıldım.” açıklamaları yaptı ama Washington’da ‘yanlış anlaşıldım’ demek genellikle şu anlama gelir: Söylenenler doğruydu, sonuçları beklenenden ağır oldu.
Uzmanlara göre bu röportaj, Trump’ın ikinci dönemine dair erken bir uyarı. “Daha disiplinli Trump” beklentisinin yerini, “Daha kapalı, daha kişisel ve daha öngörülemez” bir yönetim alıyor.
Peki bu röportaj Beyaz Saray’da neyi tetikleyebilir?
Siyasi analistlere göre üç ihtimal öne çıkıyor; iç disiplin sertleşebilir. Sızıntı korkusu, çevrenin daha da daralmasına yol açabilir. Kadro savaşları başlayabilir. Sadakat testleri artabilir. Kurumlar daha da geri plana itilebilir. Zaten zayıflayan denge mekanizmaları sembolik hale gelebilir.
Türk okuru için tanıdık bir hikâye
Türkiye’den bakanlar için bu tablo yabancı değil. Güçlü lider miti. “Ülke için en iyisini ben bilirim!” anlayışı. Eleştiriyi ‘ihanetle’ eş tutan refleksler. Hepsi tanıdık.
Susie Wiles röportajı sadece Trump yönetimini anlatmıyor. Evrensel bir gerçeği de hatırlatıyor: Şeffaflık yoksa, denge ve denetleme işlemezse, sistemler kişilere teslim edilir. İşte o noktadan sonra bir ülkenin kaderi, bir kişinin ruh hâline bağlı hale gelir.
Bu yönüyle Vanity Fair röportajı, sadece Amerikan siyaseti için değil, otoriterleşmenin evrensel doğasını anlamak isteyen herkes için önemli bir belge niteliğinde…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

