Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Pervin Buldan ve Kılıçdaroğlu videosu: İki çıkışın gizli kesişimi

Pervin Buldan ve Kılıçdaroğlu videosu: İki çıkışın gizli kesişimi


TARIK TOROS | YORUM

2025 yılı, tüm olumsuzluklarına karşın, Türkiye’deki parti siyasetinin hiç olmadığı kadar açık, berrak ve çıplak gerçekliğiyle kendini ortaya koyduğu bir yıl oldu. Bu yıl aynı zamanda zihin açıcı, hatta yer yer sarsıcı bir aydınlanmanın kapısını araladı.

Kimin nerede durduğu, hangi aktörün neyi savunduğu görünür hale geldi. Bu sebeple, Pervin Buldan ve Kemal Kılıçdaroğlu’na hasseten teşekkür etmek icap eder.

***

DEM Partili Pervin Buldan’ın yazıp sildiği “Ana muhalefet partisi DEM Parti’dir. Nokta.” tweet’i ve hemen ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nun aylar süren sessizliğini 2 dakika 43 saniyelik bir video ile bozması güç dengelerinin nasıl kurulduğunu göstermesi bakımından hayli anlamlıydı.

***

İlkiyle başlayalım.

Pervin Buldan’ın çıkışının arka planında, adına “geçiş süreci” denen şu dönemde CHP’nin İmralı Adası’na gidecek TBMM komisyonu heyetine üye vermemesi yatıyor. Bu karar, yalnızca teknik bir tercih değil; siyasi dengeleri sarsan bir kırılmaydı.

Daha önce de yazdım: Ağustos ayında kurulan TBMM komisyonu, ihtisas ya da araştırma komisyonu değil. TBMM bünyesinde kurulan komisyonların Genel Kurul’da oylanması gerekir. Oysa Meclis tatildeyken oluşturulan bu yapı, parlamenter işleyiş açısından teknik olarak yasal değil; tümüyle fiili bir durum söz konusu. Buna rağmen partiler katıldı, MİT Başkanı komisyona iki kez gelip bilgi verdi, bakanlar çağrıldı, onlarca kişi dinlendi. Çalışmalarını tamamlamadan önce bir heyet İmralı’ya gidiyor.

Hatırlayalım, CHP’nin komisyona katılması zaman almıştı. Bunun için MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın bizzat CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ziyaret etmesi gerekmişti.

Bir parantez: Özgür Özel döneminde CHP, devlet kurumlarına açıktan tavır alıp boykot etmedi. Komisyona katılmaması sürpriz olurdu. Bugünkü CHP yargıdaki sorunları HSK (Hakimler ve Savcılar Kurulu) gündemine taşıyan, RTÜK’te üye bulunduran, TBMM faaliyetlerinden çekilmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen bir parti. TRT’yi protesto etmeleri için 10 yıldan uzun bir süre geçmesi gerekti.

İşte tam da bu nedenlerle, İmralı heyetine üye vermemesi büyük bir kırılmaydı. Bu karar, hem DEM Parti hem de Saray’ın sinir uçlarına dokundu.

Aslında AKP-MHP-DEM üçlüsü birçok düzenlemeyi birlikte geçirebilecek bir aritmetiğe sahip. Ancak CHP’nin oyunda olmaması, sürecin meşruiyeti açısından boşluk oluşturuyor. Kızgınlığın kaynağı da bu.

Dahası, Pervin Buldan’ın “Ana muhalefet DEM Parti’dir” çıkışı, başka bir soruyu daha havada bırakıyor:
-DEM Parti, hangi başlıklarda ve hangi düzeyde iktidara gerçekten muhalefet ediyor?

***

İkinci konu ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun çıkışı.

Kılıçdaroğlu, 2 dakika 43 saniyelik videosunda, henüz yargı süreci tamamlanmamış; hatta iddianamesi mahkemece kabul edilmemiş belediye soruşturmaları konusunda son derece sert bir tavır aldı. Videonun hedefinde, 250 gündür cezaevinde bulunan Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere onlarca belediye başkanı ve yüzlerce belediye bürokratı vardı. Kılıçdaroğlu, CHP’li belediyeleri doğrudan rüşvet ve yolsuzluk sarmalına bulaşmakla itham etti.

Bu, 2017’de Adalet Yürüyüşü yapmış bir lider için dramatik bir çöküş. Geçen sekiz yılda, Türkiye’de mahkemeler kelimenin tam anlamıyla saray yargısına evrilmişken, Kılıçdaroğlu’nun “CHP arınmalı” vurgusu; esasen tarif ettiği savrulmanın bizzat kendi şahsında ifadesi oldu.

Sonra sözü, “CHP’nin İmralı heyetine üye vermemesine” getirdi, doğrudan konuya girmedi fakat anlayan anladı. “CHP devleti kuran parti” vurgusuyla, “Devlet böyle diyorsa vardır bir bildiği, CHP de devletin yanında yer almalı!” demeye getirdi.

Oysa aynı Kılıçdaroğlu, geçmişte yayımladığı helalleşme videosunda, devletin yol açtığı ağır bedellerle yüzleşme ihtiyacını vurgulamış bir liderdi.

Daha da önemlisi, Kılıçdaroğlu’nun işaret ettiği o devlet, yıllardır Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını uygulamıyor. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve arkadaşlarının dokunulmazlıklarının kaldırılmasına giden süreci, “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz.” diyerek bizzat açan kişi Kılıçdaroğlu’ydu.

***

2025, gazeteci milletine bakan tarafıyla da gelişmeleri bizim gibi uzaktan takip edenler yönüyle bir aydınlanma yılı oldu.

Geçen hafta, Silivri endişesiyle bir süre ABD’de yaşamaya karar veren bir gazeteci, 15 Temmuz gazisi olduğunu söyleyen bir vatandaşın CİMER’e yazdığı mektubu alıntılayarak devlete seslendi: “Ülkede basın hürriyetini tesis edin; yoksa ülke, yurt dışında yayın yapan gazetecilerin manipülasyonlarına maruz kalıyor.”

Aynı CİMER’in, Türkiye’yi Küresel Organize Suç Endeksi’nde 10. sıraya yerleştiren uluslararası bir raporu manipüle etmekle meşgul olduğu günlerde hem de.

Yine aynı günlerde, Kuzey Irak’taki Ortadoğu Barış ve Güvenlik Forumu’na Türkiye’den katılan gazeteciler, Kuzey Suriye Kürtlerinin lideri Mazlum Abdi otellerine giriş yapınca gecenin bir yarısı valizleri toplayıp Erbil’e topukladı. Kendine “muhalif” diyen gazeteciler bunlar.

Politikacısı ve basın erbabıyla konjonktüre göre pozisyonu değişen, güce göre hizalanan, riski görünce ilk otobüse binen, sonra da yaşananı demokrasi ve özgürlük mücadelesi diye yutturmaya çalışan bir kuşak. Hepsi apaçık ortaya döküldü.

***

Yazıyı bağlarken girişte sürece neden “geçiş süreci” dediğimi de açayım.

Bu ifade bana ait değil.

Erdoğan’ın başdanışmanlarından Mehmet Uçum, pazar günü AA için kaleme aldığı analizde tam 19 kez aynı tabiri kullandı: “Geçiş süreci.” 

Yazının en kritik bölümü ise, Uçum’un belediyelere kayyım uygulamasının kalıcılaştırılacağını, daha doğrusu “geçiş süreciyle” birlikte Erdoğan’ın nicedir kafasında olan belediye başkanlıklarına atama formülünü ima ettiği pasajdı: “Yerel icrada merkezin sorumluluğunu artırarak tek teşkilat, tek bütçe ve tek icra yaklaşımını hayata geçirecek bir yerel yönetimler reformu kaçınılmaz hale gelmektedir.”

***

2025, Erdoğan’ın baş edemediği siyasi rakiplerini içeride tuttuğu; bunun dışında kalan parti ve liderleri ise kendi ekseninde konsolide ettiği bir yıl oldu.

Devlet aklıyla, MİT perspektifiyle ve Saray’ın tek merkezli telkinleriyle basının sınırlarını çizdiği, yani “tarihin doğru tarafını” bizzat kendisinin tayin etmeye çalıştığı bir dönemden geçiyoruz.

Bu düzenin, toplumdaki öfkeyi her geçen gün biraz daha büyüttüğü çıplak gözle de görülebiliyor. Ülke, zorba idarenin paletleri altında preslenen halkın kendine bir parti ve bir lider bulmakta güçlük çektiği, seçeneklerin hayli sınırlı olduğu bir eşikten geçiyor.

Laflarını “nokta” diye tamamlayıp “tarihin doğru tarafını” tayin eden politikacıların, mesajlarının altındaki yorumlara şöyle bir göz gezdirmelerini öneririm.

***

Tarihin doğru tarafını bilmem; hak-hukuk-adalet yürüyüşü var, bir de o yürüyüşü engelleyenler.

Güç kimde olursa olsun, ülkeyi ayakta tutan şey ne biliyor musunuz: Adalet duygusunu yitirmemiş insanların inadı.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version