MAHMUT AKPINAR | YORUM
Evliliklerde, ilişkilerde en derin yaralardan biri “değersizlik” hissidir. Bu duygu, çoğu zaman yüksek sesle dile getirilmez ama içten içe aile huzurunu ve birlikteliği etkiler, davranışların arasına sinsice sızar.
Psikolojide “benlik değeri” (self-worth) olarak tanımlanan bu kavram, kişinin kendini önemli, saygıdeğer ve sevilmeye layık hissetmesiyle ilgilidir. Kendini değerli, önemli, işe yarar, boşluk doldurur olarak hissetme her birey için hayati ihtiyaçtır. İlişkilerde bu his, eşlerin diğerine tutumuyla, ailede aile bireylerinin birbirine yaklaşımıyla şekillenir.
Kadınlar genellikle duygusal yakınlık ve takdirle beslenirler. İltifat, teşekkür, küçük jestler ve fark edilme duygusu… Bunlar kadının kendini değerli hissetmesini sağlar. Eşinden, “Eline sağlık, çok güzel olmuş”, “Yakışmış, harika tercih!” cümlesini duymak, bir kadının gününü değiştirebilir.
Çünkü insan psikolojisinde “tanınma, fark edilme” ihtiyacı, en temel duygusal gereksinimlerden biridir. Sosyal psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde “saygı görme” ve “aidiyet” basamakları, tam da bu noktayı açıklar: Sevilmek kadar, değer görmek de bir ihtiyaçtır.
Kadın için değer görmek, yalnızca özel alanda değil, sosyal çevrede de önemlidir. Kocasının ailesi ya da arkadaşları yanında ona saygı göstermesi, kadının kendilik algısını güçlendirir. Çünkü insan, başkalarının gözündeki değerine bakarak kendi değerini ölçer. Psikanalist Heinz Kohut’un “ayna tutan benlik” (mirroring self) kavramı, tam da bu duruma işaret eder. Eşinin ona nasıl davrandığını, kadının kendi gözündeki yansıması belirler. Aile içinde, çocuklarının yanında, akrabalar arasında eşi tarafından küçümsenen, takdir ve değer görmeyen kadın-erkek o evlilikte mutlu ve huzurlu olmaz.
Erkek için değersizlik duygusu, genellikle “yetersizlik, güçsüzlük” algısıyla ilişkilidir. Toplumsal roller, erkeği evi ve aileyi koruyan, kazanan, ihtiyaçları tedarik eden kişi olarak konumlandırmıştır. Dolayısıyla bunları yapamadığını düşünen veya çabalarının küçümsendiğini, emeğinin görülmediğini hisseden bir erkeğin onuru, benliği ve aile içindeki rolü ciddi biçimde zedelenir. Erkeğe asla söylenmeyecek söz, “Sen ne yapıyorsun ki? Ne işe yarıyorsun ki? Ne kazanıyorsun ki?” gibi küçümseyici ifadelerdir. Bunlar bir erkeğin iç dünyasında yankılandığında kırgınlık ve küskünlükten öte iç sorgulamalar başlatır. Kimlik bunalımı, derin kişilik problemleri oluşturabilir.
Sürekli değersizleştirilen eş ve birey, bir süre sonra çaba göstermeyi bırakır; çünkü artık takdir edilmek bir “imkânsızlık” halini almıştır. Modern psikolojide buna “öğrenilmiş çaresizlik” denir. Kadının da erkeğin de bu tuzağa düşmesi mümkündür. Ne yazık ki bu durum, çoğu evlilikte sessiz bir duvar gibi araya girer: Biri susar, diğeri anlamaz; biri kırılır, diğeri bunu fark etmez.
Ekonomik dengeler de bu hisleri tetikleyebilir.
Günümüzde birçok kadının çalışma hayatına aktif katılımı, aile içindeki geleneksel rolleri yeniden tanımlıyor. Kadının daha fazla kazanması, bazı erkeklerde “işe yaramazlık” duygusu oluşturabiliyor. Göç, hapis hayatı, maruz kalınan ağır ekonomik değişimler aile içinde ve eşler arasında yerleşik rollerin kaymasına, değişmesine neden olabilir.
Para kazanması beklenen koca, konumunu kaybedip gelirlerini yitirebilir. Büyük sarsıntılar evlenirken var olan sosyal, ekonomik statüleri kökten değiştirebilir. Kadın daha çok kazanıyor olabilir. Bu noktada asıl problem para veya paranın miktarı değil; “rolün değersizleşmesi” algısıdır.
Kadın, böylesi hallerde eşine üstünlük taslamak yerine, ortak emeği vurgulamalı; erkek de kendi katkısını küçümsememelidir. Çünkü evlilik bir rekabet değil, bir işbirliği alanıdır. Konjonktürel değişimler, krizler evlilikteki rolleri, beklentileri etkilese de eşler aile huzuruna odaklanmalı, nikah kıyılırken verdikleri “iyi günde kötü günde beraber olma” taahhüdünü hatırlamalıdırlar.
Psikoterapist Erich Fromm, ‘Sevme Sanatı’ adlı eserinde “sevginin bir eylem” olduğunu söyler. Gerçek sevgi, yalnızca hissetmek değil, karşıdakine değer hissettirecek şekilde davranmaktır. Çiçek almak, teşekkür etmek, emeği takdir etmek, birlikte karar almak… Bunlar küçük gibi görünür ama ilişkilerin görünmez bağ dokusunu oluşturur.
Sonuçta, eşine değer veren kişi aslında kendine de değer verir. Çünkü saygı, iki yönlü bir aynadır. Birine “prenses” gibi davranan bir erkek, kendi içinde “prens” olma halini büyütür; eşine “kral” gibi davranan bir kadın ise kendi “kraliçeliğini” pekiştirir. Değer görmek isteyen, önce değer vermeyi bilmelidir.
Son yıllarda yaşadıklarımız sosyal konumlarımız yanında aile içi rolleri, duygularımızı etkiledi. Hapisler, uzun ayrılıklar, fiziki uzaklıklar, gurbetler, hasretler farkında olmadan eşler ve aile bireyleri arasında mesafe oluşturdu. Bu problemleri nitelikli birlikteliklerle, eşimize ve aile bireylerine değer vererek, sevdiğimizi hissettirerek, takdir ederek, güzellikleri öne çıkarıp olumsuzlukları geri plana atarak aşabiliriz.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

