AHMET KURUCAN | YORUM
Tirmizî’nin bize aktardığı bir sahne vardır. Hz. Ömer (ra) umreye gitmek için Efendimiz’den (sas) izin ister. Peygamber Efendimiz izin verir ve ardından, insanın içine işleyen o cümleyi söyler: “Ey kardeşim! Duanda bizi de unutma.” (Tirmizî, Daavât 109)
Hadisin sıhhati tartışmalıdır. Hadis kriterlerine göre “sahih hadis” diyen de vardır, “garip hadis” diyen de. Fakat bu cümlenin taşıdığı anlam, sened tartışmalarının çok ötesindedir. Çünkü dua istemek, Efendimizin bir ihtiyacından değil, ümmetine bir şey öğretme muradından doğmuştur.
Doğru mudur bu tespitim ama yazayım; Efendimiz (sas) bizim gibi duaya muhtaç değildi. Allah’ın hususi himayesi altındaydı. İmanı zirvelerdeydi. İsmet sıfatına sahipti. Vazifeliydi. Kıyamete kadar gelecek insanlara rehberdi. Peygamberdi.
Daha ötesi var mı?
Buna rağmen Hz. Ömer’den dua istemesi tabir caizse, “Benim gibi bir peygamber bile bir kardeşinden kendisine dua etmesini istiyorsa, onun duasına değer veriyorsa….”
Cümlenin gerisini size bırakıyorum. İstediğiniz gibi doldurabilirsiniz.
Kendi hayatımdan da biliyorum. Bana arkadaşlarımın, yakınlarımın sarf ettiği, yüzüme karşı veya gıyabımda söylediği menfi ya da müspet nice cümleler vardır; hala daha benimle beraber ve benimle yaşıyor onlar.
Sanırım Hz. Ömer için de geçerlidir bu durum. Öyle zannediyorum ki vefat edinceye kadar hiç unutmamıştır bunu o koca sahabi. Büyük bir iltifat.
Ben hiç unutmadım, unutamadım bu rivayeti, o unutur mu? Efendimiz (sas) gibi bir insanın hidayetine vesile olduğu, cehennemin eşiğinden kurtardığı insandan dua istemesini…
Bir insanın eşini, kardeşini, arkadaşını, vefat etmiş bile olsa anne-baba, dede-nine, hala-teyze, amca-dayısını hatırlaması, Allah’a onun adını zikrederek yönelmesi, onun kalbinin ne kadar canlı olduğunu, ne kadar insan kaldığını, ne kadar kardeşlik-arkadaşlık bilinci taşıdığını gösterir.
İşin aslı bir teste tabi tutulmuştur dua istenen insan. Çünkü eğer biz bizden dua isteyen insana dua edemiyorsak, tek taraflı olarak sevgi bağımızı kopmuştur ondan. Kalbimizde ona karşı duyduğumuz sıcaklık solmuştur ve soğumuştur. Bu açıdan şunu diyebilirim: Dua aslında kalbin ısısını ölçen bir termometredir.
Biz dua kavramını çok yüzeyselleştirdik. Telefonun ucunda, “Allah yardımcın olsun, Allah şifa versin” cümlelerini söyleyince görevimizi yaptığımızı zannediyoruz. Oysa dua, bir temenni cümlesi değildir.
Dua, insanın iç dünyasını Allah’a açmasıdır. O yüzden gelin, duayı yeniden ciddiye alın. Bir kardeşiniz, arkadaşınız, dostunuz sizden dua istediğinde, ona hak ettiği değeri göstermek istiyorsanız, önce aceleye kapılmayın. O konuşmanın ardından eve gidin. Sükûnetli bir vakit seçin. Abdest alın. Seccadenin üzerine oturun. Allah’ın huzurunda durduğunuzu şuurunda olun. Ardından o insanın adını söyleyerek: “Ya Rabbi! …” deyin ve onun isteğini, sizin onun hakkında istediğinizi söyleyin.
“Ahmed’i koru… Ayşe’ye şifa ver… Mehmet’in borcunu ödemesine yardımcı ol… Fatma’nın yükünü hafiflet… Ramazan ile Zeynep’in ailesine dirlik düzenlik ver, kalplerini te’lif eyle vs.”
Bu küçük gibi görünen davranış, aslında, “Seni önemsiyorum. Yükünü taşıyorum. Adını Allah’a taşıyacak kadar değer veriyorum.” demektir.
Şunu unutmayın, yapmış olduğunuz bu dua size melekler tarafından da size yapılır. Şu hadis bunun delilidir: “Bir Müslüman, kardeşine gıyabında dua ettiği zaman, başında görevli bir melek ‘Âmin, sana da aynı şekilde olsun’ der.” (Müslim, Zikir 86)
Ayrıca dua, aynı zamanda insanın kendini iyileştirme biçimidir. Başkası için dua eden insan, kendi nefsinin bencilliğini kırar. Kendi yarasını da hafifletir. Birine dua etmek, hem onun kalbine dokunur hem sizin kalbinizi tedavi eder.
Bugün bizler, özellikle de Hizmet camiası, duayı yeniden ve derinden hatırlamaya muhtaç bir topluluğuz. Çok kırıldık. Çok yıprandık. Kimimiz cezaevinde yıllar harcadı, kimimiz sürgüne savruldu, kimimiz çocuklarını kaybetti, kimimizin ailesi dağıldı. Yorgunluklar, yanlış anlamalar, sessiz kavgalar, sosyal medyanın kirlettiği algılar… Kalpler inceldi, bağlar zayıfladı, güven duygusu darbe aldı. Böyle bir iklimde duanın iyileştirici gücüne sarılmak, lüks değil, bir zorunluluktur.
Birbirimizle konuşamadığımız yerde dua konuşur. Birbirimizi anlayamadığımız yerde dua aramızdaki mesafeyi kapatır. Sosyal medyada birbirimize söyleyemediğimiz güzel sözleri, Rabbimize söyleyerek telafi edebiliriz ve etmeliyiz. Bir kardeşiniz için dua ettiğinizde onunla aranızdaki gerilim çözülür; o gerilim çözülünce siz de rahatlarsınız. Çünkü dua, dua edenin içine de doğan bir ferahlıktır. Halk tabiriyle ‘Denemesi bedava’ diyesim geliyor ama konunun azamet ve ciddiyetine uygun düşeceğini sanmıyorum.
Teklifim şu: Bugünden itibaren bir dua listesi yapın. Yakınlarınızı, dostlarınızı, kırgın olduklarınızı, yıllardır konuşmadıklarınızı ve benzeri sizin üzerinizde hatırı olan, emeği olanların isimlerini yazın bir kağıda. Onları Allah’a emanet ederek başlayın duanıza. Göreceksiniziz, o dua önce onların kalbinde sonra sizin kalbinizde bir ferahlık oluşturacak. Çünkü dua, iki kalbi aynı rahmet sofrasında buluşturan bir lütuftur.
Ve yazımı Efendimizin o cümlesini az değişterek bitireyim: “Dualarınızda bizi de unutmayın.”
Önemli not: Yazımı yazdıktan sonra baktım, hem konuşma dili hem de didaktik bir üslup kullanmışım. Değiştireyim, yeniden yazayım diye düşündüm bir an. Sonra vazgeçtim. Olduğu gibi kalsın dedim. Hata etti isem affola!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

