Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

AKP’nin Türkiye zindanı: Bülbülü öldürmek!

Necip F. Bahadır


NECİP F. BAHADIR | YORUM

Silivri mahpusu Fatih Altaylı, bu kadar ağır bir ceza ve tutukluluğunun devamını beklemiyordu. Kararı duyunca canı sıkıldı ve mahkeme heyetinin önünde, elindeki kağıtları havaya savurdu. Karara bir isyandı bu… Mahkeme salonunda davayı izleyen gazeteciler Altaylı’nın karara tepkisini böyle aktardı.

Öfkesi tutukluluğunun devamına olmalı… Duruşmaya özgürlük umuduyla geldiğini tahmin etmek zor değil. Bu salonlar kararla birlikte ‘tahliye’ haberlerine alışıktı. Doğrusu ben de şaşırdım…

AKP yargısının Altaylı’yı cezasız bırakmayacağını fakat hükümle birlikte tahliye edileceğini umuyordum. Haziran ayından beri içeride Altaylı… ‘Hakaret ve tehdit’ suçu için hem 4 yılı aşkın ceza, hem de bu kadar uzun tutukluluk kabul edilemez.

Aslında ortada suç falan da yok. Bir programda tarihten herkesin bildiği bir örneğe dikkat çekmek nasıl tehdit suçunu oluşturur? Olsa olsa eleştiridir…

AKP yargısı Erdoğan söz konusu olduğunda çok hassas… Kendi irade ve inisiyatifi değil elbette bu. Doğrudan Erdoğan’ın politikası… Bir avukatlar ordusu ‘kim nerede ne dedi’ sürekli takipte. En sıradan eleştiri bile yargı konusu olmakta. Hatırlayın, Erdoğan’a hakaret ettiği için orta okul öğrencisi yargılandı. Polisler okulu bastı, 10 küsür yaşındaki çocuğu alıp götürdü.

Erdoğan’ın aleyhinde konuşmak yasak, politikalarını eleştirmek yasak… Yasaklar ülkesi oldu Türkiye…

12 Eylül darbesinin hüküm sürdüğü günlerde Zeki Alasya ile Metin Akpınar    ‘Yasaklar’ diye yönetimi eleştiren ve ‘ti’ye alan mizah ağırlıklı bir oyunu sahneye koydu. İzahı olmayanın mizahı olurdu çünkü. Bugün ‘yasakları’ eleştirmek bile cesaret ister. Korkuların esareti altında yasakların hüküm sürdüğü bir ülke… AKP’nin ‘3 Y’ vaadi imiş, geçiniz. Ne o eski AK Parti var, ne de o eski Erdoğan…

Fatih Altaylı’nın siyasi rengine ve dünya görüşüne çok uzak biriyim. Fakat hakkını teslim etmek gerekir. Başarılı bir gazeteci ve televizyoncu… Bir ara AKP ile iş tuttu. Erdoğan’ın beğendiği bir gazeteciydi. Sık sık programlarında boy gösterirdi. Bir medya grubunu adaşı Fatih Saraç’la birlikte yıllarca yönetti. Etkili bir şekilde yayın politikasına yön verdi. Sonra yolları ayrıldı.

AKP ile sağlıklı ilişki kurdu, iktidarını ve varlığını kabullendi. Fakat AKP medyasında çalışacak biri değildi. Buna ne fıtratı ne de siyasi çizgisini imkan verirdi. Kendine bir mecra açtı… Youtube’u bir televizyon ekranına dönüştürdü. Programları çok ses getirdi. İzlenme rakamları haber kanallarıyla yarıştı. Hatta onları geçti. Tek kişilik medya olur mu? Olabileceğini ispatladı. Ve çok kişiye örnek oldu.

Aslında bir muhalefet cephesi falan açmış değildi. O bilinen üslubuyla yeri geldiğinde iktidarı eleştirmekten geri durmuyordu. ‘Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceği…’ tartışmaları yapılırken, “Toplum buna izin vermez!” dedi. Osmanlı padişahlarından örnek verdi. Ve bir anda ‘trollerin’ hedefi oldu.

Bir Saray danışmanı (Oktay Saral), “Suyun ısındı Fatih…” diye mesaj attı. Önce gözaltı, sonra Silivri…

Ve sonuç… 4 yıl 2 ay mahkumiyetine… Tutukluluğunun da devamına…

Neden?

‘Kaçma şüphesi’ varmış. Bu gerekçeyi yazan buna inandı mı gerçekten? Hiç sanmam. İşaret yukarıdan geldi, yargı gereğini yaptı. Gerisi sadece ‘şablon metinlerden’ ibaret.

Bir gazeteciyi özgürlüğünden mahrum etmek bu kadar kolay mı? AKP Türkiye’sinde çok kolay maalesef… Kimler yok ki içeride…

Hidayet Karaca kaç yıldır mahpus… Güneşe hasret… Ortada suç falan yok. Tamamen keyfi… Mehmet Baransu farklı mı? Değil. Gazetecilik faaliyeti suç sayıldı ve rekor cezalara hükmedildi. Toplum o zaman tepki verseydi, gazeteciler aydınlar ayağa kalksaydı bugün bu noktaya gelinmezdi.

Hidayet Karaca ve Mehmet Baransu, yıllardır tutuklu…

‘Sarı öküz’ fıkrası aynen yaşandı. Karaca ve Baransu’nun 10 küsür yıldır içeride olduğu bir siyasal iklimde Fatih Altaylı’nın da bir başka gazetecinin de yargılanması ve benzer kaderi paylaşması niye sürpriz olsun…?

Keşke o gün bir demokrasi ve hukuk cephesi açılabilseydi. “Bu kadar olmaz!” denseydi, “Gazetecilik suç değildir, bizi de alın!” diye isyan edilebilseydi, ne yargı bu kadar kolay karar verebilirdi ne de AKP iktidarı gözünü karartabilirdi.

Bugün artık çok geç… Ama yine de nereden dönülürse kardır. Fatih Altaylı bir farkındalık oluşturdu. Fakat toplumdan Saray’ı ürkütecek o güçlü ses çıkmadı. Çünkü konuşacak olanların çoğu alıp götürüldü veya çok uzaklara gitmek sürgünü göze almak zorunda kaldı.

Onun için çok geç… Ne medya var itiraz edecek, ne karşı çıkacak kamuoyu, ne cephe oluşturacak siyasi bir grup, ne de isyan edecek sivil toplum örgütleri… Ve meydan AKP’ye kaldı. Gayrı, Fatih Altaylı’yı tutuklamak da kolay, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Can Atalay ve diğer mahpuslar hakkında AYM ve AİHM’nin verdiği ‘hak mahrumiyeti ve tahliye’ kararlarını uygulamamak da… Demokrasi ve hukuku cephesi bulunmayan bir ülkede iktidarı ele geçirenler her şeyi yapar.

Bir yazıyla da olsa Fatih Altaylı’ın gazetecilik faaliyetinden dolayı cezalandırılmasına ve özgürlüğünün elinden alınmasına itiraz ve isyan ediyorum. Sesim bu kadar çıkıyor. Ülkenin dört bir yanında yankılanmasını isterdim elbette. Artık benimkisi Hz. İbrahim’in atıldığı ateşe gagasıyla su taşıyan kuş gibi…

Biliyorum o ateşi söndürmez. Ama safımı belli eder. Gagasında ateşi daha da harlayacak saman çöpü taşıyan kuş olmak da vardı. Böyle dönemlerde durduğun yeri belirlemek ve işaretlemek de önemli. Eskiler ‘istikamet üzere ol!’ derdi, ‘Allah istikametten ayırmasın’ diye dua ederdi. Şimdi kavradım anlamını…

Evet, Altaylı’ya da, Karaca’ya da, Baransu’ya da, Kavala’ya da, Demirtaş’a da en kısa sürede özgürlük diyorum. Gazetecilik de siyaset de suç değildir. Siyasi ve fikir mahpusları için 1 günlük zindan bile fazladır.

82 yaşında, 57 yıllık gazeteci Hasan Cemal iki gün önce Çağlayan Adliyesi’ndeydi. Suçu Erdoğan’a hakaret… 11 ay 20 günlük cezasını Yargıtay bozdu. Hasan Cemal o bozulan davanın duruşmasında ‘tarihi nitelikte’ bir savunma yaptı. İşte o savunmadan birkaç cümle; “Buraya kendimi savunmak için gelmedim. Kendimi savunmaya ihtiyacım yok. Ben yalan nedir biliyorum çünkü. Ömrüm yalanlarla mücadele ederek geçti. Bugün hapishaneler yalanda yaşamayı reddedenlerle dolu. Ben de yalanda yaşamayı reddettim. Bu nedenle buradayım, mahkemenizin önündeyim. Ben demokrasiyi, hak, hukuk, adaleti savunuyorum. Hiç kuşkum yok, yalanı değil, demokrasi ve özgürlüğü savunanlar kazanacak sonunda…” 

Evet, doğru zulüm abad olmaz. Adaleti güneşi elbet doğacak bir gün… Ama yaşanan sıkıntılar, acılar, zindanlar da unutulmayacak. Dünya döndükçe masumlar da hatırlanacak, zalimler de…

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version