Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Paul Weller’in aynasında Hizmet’in geleceği…

Paul Weller’in aynasında Hizmet’in geleceği…


AHMET KURUCAN | YORUM

“Sonuç olarak konferanstan çıkan genel mesaj, Hizmet Hareketi’nin sadece bir dini veya eğitim hareketi olmadığını, aynı zamanda küresel barış ve toplumsal dönüşüm için dinamik, kapsayıcı ve metodolojik bir yaklaşım sunduğunu gösteriyor.”

Yukarıda alıntıladığım cümle, Adem Yavuz Aslan’ın TR724 sayfalarında yayınlanan “Fethullah Gülen’in Düşünce ve Pratiği: Eğitim, Diyalog, Barış İnşası ve Kimlik Oluşumu” adlı konferans analizinden… Ben de o konferansı iki gün boyunca takip ettim. Genel manada konferansı özelde de dinlediğim tebliğleri tek tek masaya yatırıp analiz edecek değilim, çünkü sağolsun Adem Yavuz Aslan’ın yazısı buna ihtiyaç bırakmıyor. Ama ben de Prof. Paul Weller’in tebliği üzerinde yogunlaşarak bu kervana katılmak istiyorum. Çünkü Weller’in değerlendirmesi, hem akademik bir derinliğe hem de geleceğe dair yapıcı bir perspektife sahipti.

Paul Weller, Hristiyan bir din araştırmacısı olarak “dışarıdan” bakıyor görünse de, Hocaefendi’nin düşünce mirasını içeriden bir kavrayışla ele alıyor. Hizmet ve Hocaefendi ile alakalı yayınlanmış iki kitabı ve hazırlık aşamasında olan kitapları ona Hizmete içeriden bakma imkanı sunuyor.

Onun sunumunun merkezinde, “Fethullah Gülen’in mirası, 21. yüzyıl Avrupa’sında daha kapsayıcı bir ‘biz’ inşasına nasıl katkı sunabilir?” sorusu vardı. Bu soruya verdiği cevaplar ise sadece Avrupa’daki Müslümanlar için değil, küresel Hizmet camiası için de yol gösterici nitelikteydi.

Weller’e göre Avrupa’daki Müslümanların en büyük sınavlarından biri, “yabancılaştırılma” sürecine karşı verdikleri tepkidir. Weller, İngiltere ve Almanya örneklerinden hareketle, Müslümanların çoğu zaman farkında olmadan bu süreci pekiştiren tutumlar içine girdiklerini belirtti. Şu tespitler ona ait:

“Gerçek anlamda gelişmek yerine tepkisel biçimde radikalleşmek, dışa dönük bir etkileşim yerine içe kapanık ve yalıtılmış bir duruma bürünmek, sağlıklı özgüven yerine psikolojik korkuya kapılmak, yaratıcı bir dinamizm yerine geleneksel bir donukluk içinde kalmak, medeniyet ölçüsünde öz-eleştirel olmak yerine tarihsel bir idealizme saplanmak.” 

Bu karşılaştırmalı analiz, aslında Hocaefendi’nin yıllardır dile getirdiği bir hakikatin akademik bir dille ifadesiydi. Zira Hocaefendi, “İslam anlayışımızı gözden geçirmeliyiz.” diyerek çağın ruhuna uygun bir yeniden yorumlamayı zorunlu görmüştü. 

Nitekim Weller de bu cümleyi merkeze alarak, Müslüman kimliğin yeni çağda yeniden inşasının anahtarının burada bulduğunu vurguladı. İslam’ı tarihsel biçimlerde dondurmadan, zamanın diliyle yeniden anlamak; sabiteleri koruyarak değişimin içinde kalabilmek… Hocaefendi’nin “zamanın çocukları olma şuuru” dediği şey tam da buydu.

Tebliğin bir diğer önemli boyutu, 2016 sonrasının hem Hocaefendi hem de Hizmet üzerindeki etkisiydi. Weller, bu dönemi “çifte travma” olarak nitelendirdi ve hem dış dünyada oluşan algı tahribatına hem de içeride yaşanan ruhsal yorgunluğa dikkat çekti. Pekala bu bir umutsuzluk tablosu değil mi? Weller’e göre değil. Aksine o bu durumu Hizmet Hareketi’nin Türkiye merkezli bir topluluk olmaktan çıkıp küresel bir sivil ve manevî harekete dönüşümü olarak yorumluyor.

Haddimi aştım belki ama ben de bu yoruma katılıyorum. Zira bu mecburi açılımlar hem coğrafi hem de zihinsel anlamda yeniden konumlanmayı beraberinde getiriyor. Yalnız travmalarla dolu olan bu sürecin sancılı olacağı muhakkak. Fakat bu sancının eğer fırsatlar iyi değerlendirilebilirse Hizmet’in evrensel kimliğini olgunlaştıracak bir imkânı da barındırdığını unutmayalım. 

Weller’in üzerinde en çok durduğu nokta, Fethullah Gülen’in mirasının “ne olmadığından” çok nasıl bir şey olarak devam etmesi gerektiğiydi. Ona göre Hocaefendi’nin mirası, şahsının yüceltilmesinde veya geçmişteki kurumların kopyalanmasında değil, metodolojisinin içselleştirilmesinde aranmalıdır. Hocaefendi’nin çağrısı, “Mesajı alın ama onu siz işleyin. Bu benim değil, sizin işinizdir.” cümlesinde özetleniyordu. Bu, bir düşünceyi kutsal bir doktrin gibi muhafaza etmekten ziyade, o düşüncenin üretken yöntemini benimsemek anlamına geliyordu. Weller’in aktardığı Özcan Keleş’in ifadesiyle, “Bir hocanın yöntemini özümsemek ile onun belli bir düşünce çizgisine ait, zamanla sınırlı bir ürünü tekrar etmek arasında fark vardır.” Bu fark, durağan bir bağlılıktan ziyade, canlı bir tefekkürün göstergesidir.

Panelde, Prof. Dr. Suat Yıldırım da bir sunum yaptı…

Sunumun son bölümünde Weller, Hocaefendi’nin hermenötik anahtarlarını “sevgi” ve “insan” kavramları üzerinden özetledi. Ona göre, Hocaefendi’nin “İslam’ın kalbinde sevgi vardır.” sözü, İslam dininin özüne ait bir tespit ya da siz de hayatınızda sevgiyi merkeze koyun tarzında bir öğüt değil, aksine bir metodoloji önerisidir: “Sevgiyi fiil haline getirmek, onu toplumsal ilişkilerde eyleme dönüştürmek.” 

İşte Hizmet’in yapmaya çalıştığı şey bu ve bu olmalı.

Son olarak Weller’in Hizmet mensuplarına bir çağrısı var. Mealen arz edeyim; Hizmet mensupları Hocaefendi’nın mirasını sabit ve teorik bir doktrin olarak değil dinamik süreç olarak yorumlasınlar. Bu şu demek; mirasyedi olmayın, mirası tekrarlamayın, mirası değişen arka plan şartlarına bağlı olarak yeniden üretin ve inşa edin.

Katılmamak mümkün mü? Evet Hocaefendi’nin mirası, geçmişin hatıralarında değil, bugünün vicdanında ve yarının umutlarında yaşamalı. Çünkü sevgiyle başlayan, insanla derinleşen bir hareket liderinin vefatıyla bitmez, aksine müntesiplerinin sahip çıkışına bağlı olarak her gün yeniden doğar.

Başta Respect Graduate School ve Peace Island Institute olmak üzere “Fethullah Gülen’in Düşünce ve Pratiği: Eğitim, Diyalog, Barış İnşası ve Kimlik Oluşumu” konferansına emeği geçen herkese teşekkürler.

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version