Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kürtlerin Erdoğan’la dansı (3)

Kürtlerin Erdoğan’la dansı (3)


PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Osmanlı ardılı devlet Türkiye’deki inşa etmek istediği kimliğin iç ötekisini Kürtler olarak belirlemiştir. Yunanlar ve Ermeniler dış ötekilerdir. Dış ötekiler de bir zamanlar iç ötekilerdi. 1915 öncesinde bugünkü Türkiye sınırları içerisinde yaşayan iki milyon civarında Ermeni Osmanlı uyruğu yaşıyordu. 1920-23 öncesi dönemde bir o kadar da Anadolu Rum’u vardı. İttihatçılar Osmanlı’daki kimlik politikası iflas edince, Osmanlı ve İslam aidiyetlerini merkeze almaktan vazgeçtiler ve bunun yerine Türklük aidiyetini inşa etmeye koyuldular.

Bir aidiyet inşa etmek isterseniz öncelikle onu diğer kimliklerden ayırmanız gerekir. Bu, ister istemez ötekilere ihtiyaç duymanız demektir. Anadolu’daki homojenleştirme böyle başladı. Yeknesaklaştırıcı siyaset kıyım ve yersizyurtsuzlaştırma pratiğini zorunlu kılıyordu. İttihatçıların A ekibinin başlattığı bu politika, onların Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmelerinden sonra gerçekleşen tasfiyelerinin ardından, İttihatçıların B ekibi olan Kemalistlerce aynen sürdürüldü.

Demek ki neymiş?

Osmanlı sınırlarının akıcılığından/değişkenliğinden kaynaklı olarak iç ve dış ötekiler de değişim gösteriyor. Osmanlı sınırlarının çevresi bütünüyle böyle bir dinamiği göstermektedir. Enteresan, ama şaşırtıcı değil bu. Bugün Türkiye denen yapının çevresi, kendi ulus inşasında Osmanlı/Türk unsurunu öteki olarak tanımlamış millerlerle – ulus devletlerle – doludur. Sırplardan Bulgarlara, Yunanlardan Ermenilere, Arnavutlardan Araplara, bu böyledir.

Türkiye’yi kuranlar bu mirası devraldı. İçeride Yunanlar ve Ermeniler öteki addedildi, etnik temizlik sonrası bu vatandaşların nüfustaki oranları yüzde sıfır noktalı rakamlara geriletildi. Akabinde bu milliyetlerin inşa ettikleri ulus devletler dış öteki konumuna yerleştirildi ve ders kitaplarında bu historiyografi ana omurga teşkil etti. Bunlar hep bilinçli tercihlerdir. Çünkü Anadolu halkı bu etnisitelerin asimile edilmesinden mütevellit karışık bir soyağacına sahip bireylerden oluşuyor.

Onlara Türk kimliği vermek için onların otokton atalarından farklı olduklarına inandırılmaları gerekiyordu. En kestirmeden dini, sonra da lisanî farklılıklar temelinde ayrıştırıcı hatlar çekildi, böylece anti-Rum ve anti-Ermeni’nin Türk olabilmesi sağlandı. Rumluk/Yunanlık ve Ermenilik hakaret kategorisindedir bugün Türkiye’de. İç ve dış ötekiler böylece resmi tarihe entegre edildi, son bir asırdır da bu “bilinç” gayet radikalce genç kuşaklara aktarıldı.

Gelelim Kürtlere…

Kürtler devletsizdi. Bu nedenle onların dış öteki yapılması yakın zamana dek mümkün olmadı. Ancak Türkiye devleti Kürtleri ulusal bütünlüğüne tehdit olarak algıladı. Bunun nedeni demografik gerçeklerdi. Kürtler elde kalan topraklarda çoktular ve belli bir bölgede – Kuzeybatı Kürdistan’da – yoğundular. Türkiye devletinin sınırları Osmanlı’dan devralınan son sömürge topraklarını kapsamaktaydı. Bu toprakları da içeren ulusal bir harmanlama gerçekleştirerek, Kürtlerin lisanî asimilasyonu devlet politikası olarak belirlendi. Bir önceki bölümde bunu izah etmeye çalışmıştım. Böylece Şark Islahat Planı üzerinden, tüm siyasi partilerin siyasetini belirleyecek bir vesayet politikası devletin ana omurga kimlik siyasetini belirlemiştir.

Kürtler devletsiz oldukları için iç ötekiydiler. Ancak bu durum 2000’lerde değişti. Önce Irak’ta Kürdistan bölgesel yönetimi kuruldu. Irak federasyonunun içinde özerk bir federal yapı olarak devletleştiler. Türkiye bu kez daha önce iç öteki olan Kürtleri, bu siyasal kazanımdan ötürü dış öteki olarak da algılamaya başladı. Irak Kürdistan’ının her şeyine karşı bir Türkiye görüyoruz başlangıçta. Kürtlerin varlığı, dili, bayrağı, ordusu, milli ekonomisi, dış ilişkileri – aklınıza ne gelirse, Ankara buna karşı pozisyon almıştır.

Oysa esasen Irak sınırı denen sınır, Türkiye’nin Kürtlerle olan sınırıdır. Yunanistan ve Ermenistan’la olan paralelliği görüyor musunuz? Bu Türkiye elitlerinin başlıca refleksidir. Osmanlı’nın dağılmasından kaynaklı derin bir kompleks, bir tür hastalık ya da sendromdur. Kürtler böylece derhal iç öteki olma konumlarının yanına bir de dış öteki olma konumuna yerleştirildi.

Zamanla bu durum kısmen normalleşti. Sınır ticareti, petrol, dış aktörlerin zorlaması, zaman – ne derseniz deyin, Ankara siyasi gerçekliği kabullenmek zorunda kaldı.

Şimdi Suriye Kürtleri benzer bir konumdalar – Türkiye bunları da ötekileştirmiş durumdadır. Suriye Kürtleri dış öteki oldular. Oysa aynı Irak Kürdistanı gibi, Suriye Kürdistanı da Türkiye’ye karşı herhangi bir tehdit değildir. Ve Suriye-Türkiye sınırı da esasında büyük ölçüde Güneybatı Kürdistan-Türkiye sınırıdır.

Türkiye’nin Kürt oluşumlarından bu denli tedirginlik duyması sadece küçülme kaygısından kaynaklanmıyor. Yunanların ve Ermenilerin aksine, Kürt siyasi yapıları Türkiye sınırlarının dibinde ortaya çıkarken, Türkiye’de de gayet hatırı sayılır bir Kürt nüfus vardır. Oysa Yunanistan ve Ermenistan, Türkiye’den Rum ve Ermeni varlığı komple etnik temizliğe tabi tutulmuştur. Yani iç ötekilik ve dış ötekilik eşzamanlı değildir.

Kürtlerde durum çok farklıdır. Kürtler neo-İttihatçı etnik temizliğe tabi tutulmaya çalışılmış olsalar da, buna direnebilmişlerdir. Rumların ve Ermenilerin çok büyük bir kısmı günümüzde Türk olarak kabul edilen Türkofon nüfusun genetik köklerinin ciddi bir bölümünü oluşturuyor. Bu asimilasyon son 900 yıldan gerçekleşti. Son bir asırda ise, Osmanlı’nın 20. Yüzyıl başındaki çözülme sürecinde, daha önce bahsettiğim gibi, kalan Rumlar ve Ermeniler zorunlu göç ve katliamlarla yok oldular. Kürtler ise mübadele veya soykırıma tabi tutulmadılar, lisanî asimilasyonla eritilmek istendiler. Kısmen önemli rakamlarda erime olmuş olsa da, kendi topraklarındaki coğrafi konsantrasyonlarından dolayı bu faşizan siyasete direnebildiler, devşirilmediler.

Bu Kürtleri çok özgün kılıyor.

Türkiye bu nedenle Suriye’de bir otonom Kürdistan çıkması ihtimalinden çok rahatsızdır.

Bu gelişim sonucunda Türkiye’de de benzer bir süreç başlamasından korkuyorlar. Bu korkuda haksız değiller. Irak Kürdistan ve Suriye Kürdistanı deneyimleri, Türkiye Kürtleri için de emsal ve rol modeldir. İşin enteresanı Türkiye siyasal elitleri de bu gidişatı engelleme şanslarının olmadığını kavramış görünüyor. Engel olamadıkları süreci en azından yönlendirebilmek gayesinde oldukları anlaşılıyor.

Yine de Suriye’de şanslarını denemekte kararlılar. Suriye merkezi yönetimi bugün cihatçı İslamcıların elinde ve bu zihniyetin Suriye Nusayrilerine, Dürzîlerine, Ezidilerine ve Hristiyanlarına yaptıkları ortadadır.

Erdoğan rejiminin tercihi, Suriye Kürt oluşumunun Şam’a tabi olması, yani teslimiyettir. Oysa Suriye’deki Kürtleri Şam’daki cihatçı rejimden koruyan tek şey güçtür. Eğer ellerinde güç olmasaydı, Şam onları bir kaşık suda boğacaktı.

Kürtler bunu biliyorlar.

Dünya da bunun farkındadır.

Türkiye yaptığı hatalardan ders almayan ve sürekli aynı hataları tekrarlayan yaramaz ve haylaz bir çocuk gibi hareket ediyor. Çünkü devletin genetik kodlarında Kürt ötekidir. Şimdi hem iç hem de dış öteki olarak konumlandırılan Kürtler, Türkiye’nin tüm enerjisini tüketen bir kara delik gibi, Ankara’yı kilitliyor.

Erdoğan’ın “İçeride sorununuzu çözelim, ama Suriye Kürdistan’ından vazgeçin!” denklemini Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi kabul edecek mi? Buna ihtimal vermiyorum.

Sonuçta bu, mevcut sürecin sonunu getirebilir.

Bir sonraki yazımda da Erdoğan’ın – ve rejimin – beklentilerini analiz etmeye çalışayım.

(Devamı var)

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version