Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kürtlerin Erdoğan’la dansı-2

Kürtlerin Erdoğan’la dansı-2


PROF. M. EFE ÇAMAN | YORUM

Türkiye devletinin Kürt politikası bir devlet politikasıdır ve bu politikanın ana çerçevesini ‘Şark Islahat Planı’ oluşturmaktadır. 100 yıllık bir ana yönelimden söz ediyoruz. Bu politikanın omurgasını Kürtlerin varlığını, kimliğini, dilini ve kültürünü ret ile Kürtleri Türklüğe eklemlemek, Kürtleri linguistik ve aidiyetsel manada asimile etmek olarak özetlemek mümkündür.

Türkiye devleti, bu politikayı salt Kürtlere uygulamadı. Esasen bu politika, İttihatçıların ‘Türkçülük’ siyaseti üzerinden bir ulus-devlet modeli inşa etmede, yeknesak bir etno-milliyet inşa yaratmada ve bu doğrultuda etnik temizlik yapmada kullanıldı. Memalik-i Osmanî’den elde kalan arazide çok kültürlü, dilli ve etnisiteli kumaşın tekçi, üstünlükçü, faşizan bir toplum dokusuna dönüştürülmesi, Ermeniler, Rumlar ve Süryani’ler başta olmak üzere tüm halkları feci kıyımlarla ve uygulamalarla karşı karşıya bıraktı.

Şark Islahat Planı neo-İttihatçı bağlamda işte bu habis siyasetin devamıdır. Türkiye devletinin anayasal mimarisi işte bu zihinsel arka plan üzerine oturtulmuştur. ‘Şark Islahat Planı’ bunun manifestosudur. Bizzat Atatürk ve diğer kurucu kadronun Türkiye’nin toplumsal dokusu karşısında duydukları ideolojik rahatsızlığın açık bir göstergesidir. Dahası, döneminde tezahür etmekte olan ırkçı, üstünlükçü Avrupa modellerinden de fazlasıyla etkilenmiştir.

Bu yapının ana unsurları merkeziyetçilik (üniter devlet), tek dilcilik, Türklük kimliğinin üstünlüğü, çok kültürlülüğün reddi, Kürtlerin Türklük bütününe eklemlenmesi, Anadolu’da fetihçilikten gelen haklara sahip ana millet (yurtlaşma, yurt edinme doktrini) ile – her ne kadar kendi içinde tezat da olsa – Türklerin 1071’den çok önce de ön-Türkler olarak Anadolu’nun esas sahibi oldukları tezi gibi ön kabullerdir.

Bu ön kabullerin her birinin tarihin çarpıtılmasıyla ve uydurmalarla oluşturulduğu gerçeklerini bir kenara bıraksak da, Türkiye devletinin patolojik varlığını bunlar şekillendirdi. Okullarda sabah akşam bu fabrikasyon tarih ve kimlik endoktrine edildi. Çocuklar nesiller boyu bu zehre maruz bırakıldı. Tekrarlanan büyük yalanların kitleleri manipüle etmede ve aptallaştırmadaki rolü Naziler tarafından keşfedilmeden önce pratikte Türkiye karar alıcıları tarafından devlet mimarisi oluşturulurken uygulandı.

Bu yapının değiştirilmesi elzemdir ve bunun için yapısal reformlara ihtiyaç vardır.

Ayrıca bu reformların başarılı olması için uzun bir sürece ve bu politik dönüşümün uzun soluklu olmasını sağlayacak sürdürülebilir politikalar elzemdir.

Bu bağlamda Kürt siyaseti öncelikle Türk devlet yapısının ana mimarisinin değişimini talep edecek – bunu ediyorlar da ve bu, Kürt siyaseti ortaya çıktığından beri bölücülük olarak nitelendiriliyor. Kürtler “Biz varız, bizim kimliğimiz vardır, bizim dilimiz vardır, bizim kültürümüz vardır.” dedikçe, Türk siyasi aklı onlara Türk üstünlükçü tezlerin gereği olarak “Siz yoksunuz, Türk olmayı kabul edin, Türklük içerisinde eriyin!” demektedir.

Türklük denen şeyin tümüyle bir etno-kimliksel transformasyon ve dolayısıyla etnik kimliksel bağlamda tam bir illüzyon olduğunu tespit etsek de, devşirilmişler kendilerinin asli unsur ve etnik manada bütünsel bir grup olduğunu varsayıyor; aynı şeyin Kürtlere de olmasını istiyor.

Anayasasından kurumlarına, eğitim politikalarından güvenliğe – Türkiye devletinin her zerresi bu Türk üstünlükçü doktrinle yoğrulmuştur. Bunun tezahürü olan devlet mimarisi de kutsanmıştır. Bunu sorgulamak bile ‘vatan hainliği’ olarak damgalanma sonucunu doğuruyor.

İsmail Beşikçi Hoca’nın yaşadıkları tümüyle bunun tipik bir örneğidir. Türkiye’de Kürtlere dair devlet ideolojisinden sapan her yorum devlet zulmünü beraberinde getirdi. Türklük ve Türk üstünlükçülük o kadar birbirine harmanlandı ki, ikisini birbirinden ayırmak imkânsız hale geldi. En mülayim entelektüeller bile İstiklal Marşı’ndaki “kahraman ırk” ifadesini dahi savunmak zorunda kaldılar, bundan sapan her eleştirel yorumu cehaletle suçlayarak etkisizleştirmede stratejik bir rol üstlendiler.

Aydınların “kutsal devleti” eleştirme hakkından vazgeçmeleri, hatta onun avukatı rolüne bürünmeye istekli olmaları da ideolojik endoktrinasyonun gücünü ortaya koyan ayrı bir veri olarak görülebilir. Dolayısıyla Kürtler arasında bile bu Türk üstünlükçü endoktrinasyondan etkilenmiş geniş kitleler mevcuttur.

Hal böyleyken, reformlar ne olacaktır? Kürtler Erdoğan rejiminden neyin/nelerin değiştirilmesini talep edecek?

Kürt sorununun esas püf noktasını tespit etmeden bunun yanıtlanması imkânsızdır.

Kürt meselesinin ana konuları kimlik ve bunun politik tezahürüdür.

Kürtler ayrı bir millettirler. Onların farklılıklarının anayasal güvence altına alınması gerekir. Çünkü bizzat anayasa ve ona bağlı yasalar üzerinden Kürtlük reddi yapılmaktadır. Kürt varlığının kabulü de politik bir demeçle çözülemez. Anayasal manada bir yeni-formülasyon üzerinden vatandaşlık ve kimlikler tanımlanmalı, Kürt varlığı, mevcudiyet ve kimlik manasında anayasada yer almalıdır.

Bundan türeyecek yan reformlar da eğitim başta olmak üzere birçok politik alanda Kürtlere otonomi sağlamalıdır. Otonomi öz yönetimdir. Bu ademi merkeziyetçi bir yapı içerisinde tek devlette de pekâlâ mümkündür. Bu devlet katı üniter bir devlet olamaz. Bu devletin idealde federal, bu mümkün değilse bölgesel farklılıkları ve bunun siyasi yansımasını pratiğe aktaracak ademi merkeziyetçi öğeleri içermek durumundadır.

Mesela Birleşik Krallık ve İspanya federal devletler değildir, ama üniter yapıları içerisinde lokal/bölgesel öz yönetim formlarına izin vermektedirler. Veya daha kökten ve kalıcı olarak, Türkiye’de Kanada, Almanya veya İsviçre tipi federal bir yeniden yapılanma gerçekleştirilebilir.

Kürtler bunu sağlamak adına önemli bir koza sahipler. Maalesef bu koz “şeytanla işbirliği” gibi bir olumsuz sonucu gerekli kılıyor. İlk bölümde Erdoğan’ın tabanı ikna kabiliyetinden bahsetmiştim. Bundan dolayı mevcut anti demokratik yapı – paradoksal biçimde – yapısal bir dönüşüme esasında en müsait olan siyaset ortamını yaratıyor.

Cumhuriyet’in ilk 20 yılı da böyle bir otoriter yapıydı ve tüm reformlar bu dönemde gerçekleşmişti. Şimdi benzeri bir yapı – farklı koşullarda ve farklı önceliklerle – yeniden tezahür etmiş bulunuyor. Erdoğan ve güç paydaşları Kürt meselesinde en kökten söylem değişikliklerini, dikkat ediniz, işte bu nedenle kolaylıkla yapabildiler. Bahçeli’nin Öcalan’ın Meclis’e gelmesi ya da kendisinden “kurucu önder” olarak söz etmek de dâhil birçok tabu ve daha önce tasavvur dahi edilemeyecek söylemleri böylesine rahat kullanması ve bunun kabul görmüş olması dikkate değerdir.

Reformlar anayasaya ve yasalara – dolayısıyla da devlet mimarisine – sirayet edecek.

Peki bunların uygulanmasına ne kadar güvenilebilecek? Bunun cevabı birinci bölümde açıklanmıştı. Bu yazıyı okuyan, ancak birincisini okumamış olan okurlardan birinci yazıyı okumalarını istirham ediyorum.

Elbette reformları tek tek ele alamıyoruz. Çünkü öncelikle süreç şeffaf ilerlemiyor ve reformların neleri kapsayıp neleri hariç bırakacağını bilemiyoruz. Ancak ilkesel olarak zorlukları ve gereklilikleri ortaya koymaya çalıştım. Reformları da bitirdikten sonra şimdi sırada Suriye’deki Kürt oluşumu ve bunun sürece etkisi var. Bunu da bir sonraki yazıda ele alacağım.

(Devamı var)

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version