Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hocaefendi’yi anarken: Bilginin sessizliği ve varlığın yankısı

Hocaefendi’yi anarken: Bilginin sessizliği ve varlığın yankısı


AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM

Allah her yerde hazır ve nazırdır…

Bu söz, merhum Fethullah Gülen Hocaefendi’nin teolojik düşüncesinin özünü özetleyen cümlelerden biridir. Hocaefendi’nin Allah anlayışında varlık, ilahi bilginin dışında hiçbir yere düşmez; mekanlar, zamanlar, hatta düşünceler bile O’nun ilminden bağımsız değildir. Allah, bir yerde bulunmakla sınırlı olmayan, ama her varlıkta ‘hazır’ olan bir hakikattir. Hocaefendi bu konuda şöyle der: “Cenab-ı Hak ilmi ile her yerde hazır ve nazırdır.”

Bu ifade, onun ilahi bilginin mahiyetine dair en açık teolojik konumunu gösterir. Allah, herhangi bir mekanda yer tutmaz; aksine, varlıkların tümü O’nun ilminde yer bulur. Dolayısıyla, Allah’ın ‘her yerde’ olması bir yer değiştirme veya yayılma hali değil, her şeyin O’nun ilminde, kudretinde ve iradesinde mevcut olmasıdır.

Bu anlayış, Allah’ın ‘her şeyi bilmesi’ni pasif bir farkındalık olarak değil, varlığı sürekli kılan aktif bir kudret olarak yorumlar. Hocaefendi’nin sıkça vurguladığı gibi, Allah yaratmanın ilk nedeni olmakla birlikte, yaratılışın sürekliliğinin de failidir. Her nefes, her titreşim, her hareket O’nun ilminin ve kudretinin içinde gerçekleşir. Bu yönüyle ‘Allah her yerde hazır ve nazırdır’ ifadesi, ontolojik bir süreklilik öğretisidir: Varlık, O’nun bilmesinin içinde her an yeniden kurulur.

Buradan hareketle ‘Allah her şeyin içinde mevcuttur ama hiçbir şey O’nun içinde değildir’ yorumu da anlam kazanır. Çünkü Allah’ın ‘her yerde hazır ve nazır oluşu’, O’nun varlıklarda ‘bulunması’ değil, varlıkların O’nun bilgisiyle var olmasıdır. Allah mekanla kayıtlı değildir; ve fakat mekân O’nun ilminde doğar. O’nun için ‘hazır’ olmak, zamanın ve mekânın sınırlarını aşan bir kuşatıcılıktır; ‘nazır’ olmak ise her an gözeten, idrak eden, bilen bir şuurluluktur.

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sisteminde Allah, evrende bir ‘seyirci’ değildir; varlığın kendisi O’nun ilminin yansımasıdır. Dolayısıyla, Allah’ın bilmesi, düşünmenin veya kavramanın ötesinde, var etmenin bir biçimi haline gelir. O bilir ve bilmesiyle var eder.

Hocaefendi’nin ‘aynı frekanstan alır-verir hâle gelmek’ benzetmesi son derece özgündür.

Burada o, Allah’ı bir mekânın içinde aramaktan ziyade, bilincin bir düzeyinde bulunması gereken bir hakikat olarak ele alır. ‘Frekans’ benzetmesi, modern fiziğin titreşim ve rezonans kavramlarını hatırlatır: Bir varlık başka bir titreşim düzeyine geçmedikçe, farklı bir boyutta var olan dalgayı algılayamaz.

Fethullah Gülen Hocaefendi, 20 Ekim 2024’te saat 21.20’de ruhununu ufkuna yürümüştü…

Allah her yerde hazırdır, fakat insanın kalbi ve şuuru bu hazır oluşa rezonans göstermedikçe, o ilahi mevcudiyet tecrübe edilemez.

Bu, epistemolojik olarak şunu söyler: Hakikat, dış dünyada değil, şuurun saflaşma derecesinde görünür. ‘İnsanın nazarı hep ağyar âleminde ise o kimse asla Cenab-ı Hakk’ı göremeyecektir.’ Buradaki ‘ağyar’, yani ‘ötekiler, yabancılar’, dünyevi dikkat dağılmaları ve ‘ben-merkezli’ duygular anlamına gelir.

Hocaefendi, insanın nazarını —yani bakış yönünü— dış dünyanın nesnelerine, arzularına, hırslarına kilitlemesinin, onu ilahi tecelliden mahrum bıraktığını anlatır.

Bu cümlede ‘görememek’, literal bir görmeme değil; hakikati idrak edememek anlamındadır.

Modern psikolojiyle paralel biçimde söylersek: İnsanın bilinç odağı sürekli dışsal uyarıcılara dönükse, o varlığın en derin boyutunu fark edemez. Allah’ı ‘görememek’, O’nun yokluğu değil, insanın kendi algısal gürültüsüdür.

‘İnsan, şehevi hisleri ve beşeri duyguları içinde ve bunların kamçılaması ile sarsık bir halde iken, duru bir bakışa sahip olamayacağından ötürü bu dünyada Allah’ı göremez.’

Bu cümle, hem ahlaki hem ontolojik bir yargıdır. Fethullah Gülen, insanın dünyevi arzular ve içgüdülerle dolu halinin ontolojik bir bulanıklık yarattığını söyler. Buradaki mesele, günah veya yasak kategorisinden çok, bilinç bulanıklığıdır. Şehevi arzular sadece ahlaki sapmalar değil, varlığın algısını perdeleyen bir tozluluk gibidir. Dolayısıyla ‘duruluk’ burada epistemolojik bir kategori haline gelir: kalbin duruluğu, hakikati görmenin önkoşuludur.

Hocaefendi bu anlayışı modern bir dile taşır: “İnsan, ruh ve akıl frekansını saflaştırmadıkça, Allah’ın hazır ve nazır oluşunu hissedemez.”

‘O’nun için ehlince rüyadaki görüşler bile malul sayılmıştır.’

Buradaki ‘malul’ (kusurlu, arızalı) ifadesi, Gülen’in tasavvufi tecrübeyi dahi mutlaklaştırmaktan kaçınan akli-ahlaki tavrını gösterir. Rüyada Allah’ı görmek iddiası bile, ehl-i tahkike göre tam bir bilgi değildir; çünkü insanın bilinç düzeyi, düşte bile beşeri sınırlarını aşamaz.

Hocaefendi burada akıl ve tasavvufu dengeler: Hakikat tecrübesi mümkündür ama tam görünüm insana verilmemiştir. Çünkü insan, bilmekle birlikte yaratılmıştır; yaratılmış olanın bakışı, mutlak olana bütünüyle nüfuz edemez.

Allah’ın her yerde hazır ve nazır oluşu, bilgiye değil, bilince dayanır; o bilinç ise ancak ahlaki ve ruhi saflaşmayla kazanılır. Dolayısıyla, Allah’ı bilmek için önce kalbi arındırmak, arzuların gürültüsünü kısmak gerekir.

Allah’ın hazır ve nazır olduğu evrende, insanın körlüğü Allah’ın yokluğundan değil, kalbin kendi tozundan kaynaklanır.

Ori Z. Soltes’e göre, Hocaefendi’nin idrak anlayışı iki yönlüdür: Bir yandan insanı Tanrı’ya doğru yükselten içsel bir tecrübe, diğer yandan Tanrı’nın insan bilincine nüfuz eden bir varlık akışıdır. Bu bakışta ‘Allah’ı görmek’ demek, gözle bir şey görmek değil; kalbin idrak alanına ilahi bir nurun girmesidir. İnsan, kendi nefsinin sesini susturduğu ölçüde o nura kulak verebilir.

Hocaefendi‘nin şehevi hislerin kamçılamasıyla sarsık bir halde duru bir bakışa sahip olamamak’ tespiti, Soltes’in tanımladığı bu idrakle birebir örtüşür. Çünkü Hocaefendi’ye göre, kalbin perdeleri aralandığında insanın idraki, Allah’in hazır ve nazır oluşuna rezonans göstermeye başlar. Bu hal, tumuyle akli bir bilgi ya da duygusal bir vecd hali degildir; ikisinin kesişiminde doğan ontolojik farkındalıktır.

Soltes bu durumu ‘reflektif tefekkür’ olarak adlandırır: “Gülen’de tefekkür, pasif bir seyir değil, aktif bir varoluş hâlidir. Tefekkür eden insan, evreni okumakla kalmaz, o okumayla birlikte kendi bilincini de Tanrı’ya ayarlar. Bu anlamda, bilmek ve var olmak arasında ontolojik bir özdeşlik kurulur.”

Dolayısıyla, Gülen’in ‘Allah her yerde hazır ve nazırdır’ ifadesi Soltes’in de vurguladığı gibi yalnızca teolojik bir önermeden ibaret değildir; aynı zamanda bir idrak metodudur. Bu metodun merkezinde, insanın kendi bilincini ilahi bilginin yankısına dönüştürmesi yatar. Allah her yerdedir ama O’nu ancak kalbin sessizliğinde duymak mümkündür; tıpkı Soltes’in deyimiyle ‘Tanrı’nın varlığının, insanın farkındalığıyla yankı bulduğu o eşik’te olduğu gibi.

Böylece Hocaefendi’nin teolojisinde, bilgi ile varlık, akıl ile sezgi, iman ile idrak tek bir çizgide birleşir.

Allah hazır ve nazırdır — insanın görevi, bu hazır oluşa kendi bilinciyle hazır olmaktır.

Vefat yıl dönümüne dair

Fethullah Gülen Hocaefendi, Allah’ın hazır ve nazır oluşunu insanın varoluş deneyiminin merkezine yerleştirmişti. Bugün, vefatının yıl dönümünde, o söz yeniden yankılanıyor: Allah her yerde hazır ve nazırdır…

Geride kalanlar için ise onun hatırası, bir düşünceden öte, kalpleri o frekansına çağıran sessiz bir davettir. Durul, sus ve dinle; çünkü O (cc) her daim hazır ve nazırdır…

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version